"Eğer gerçeği fazla didiklemezsen, düş görmenin de büyük
yararları vardır kimi zaman."
Ray Bradbury, Mars Yıllıkları
GELECEĞİ UMUTLARLA PARLATMAYA ÇALIŞMAK
Gelecek kara
bir perdenin ardında saklanan bir bilinmezdir.
İnsan merak
eder. Hayal kurmak ve hayallerine kavuşmak ister.
Gelecekte kaybettiklerini
geri kazanmak, hayatında ikinci bir şans sahibi olabilmek ister.
Geleceğin
daha iyi olacağını, şimdiki zamanın sıkıntısından ve dertlerinden kurtaracağını
düşünür, bunu bekler. Ya da mekan değiştirmenin, hatta açıkça ifade etmek
gerekirse kaçışın bir sıfırlama ve güzelliklere gebe bir durum olduğunu,
varılan yeni noktanın şimdiki hayatın hayalkırıklıkları ve yenilgilerinden,
sorunlarından uzak olacağı fantezisini besler kafasında.
Çünkü kaçış
umuttur. Hayaller, beklentiler... Sinsi bir hastalık gibi insanı sarar ve bir
kandırmacanın içine doğru çeker kişiyi. Gerçekliğin sınırlarından kurtulmak
için insanın umuda ve hayallere ihtiyacı vardır ve bunu onlara verebilecek her
duruma neredeyse acınası bir ihtiyaç içinde kendilerini atar, ona sıkıca
sarılırlar.
Çünkü bir
başka dünyanın mümkün olup olmadığı, ölümden sonra ne olacağı ya da hemen
herkesin aklına gelebilen Mars'ta hayat var mı, bir gün oraya gidilip
gidilmeyeceği sorusu hayattan kaçmanın, merak etmenin ve geleceği umutlara
sarıyor olmanın en sıradan örneklerle bir göstergesi gibi.
MARS'A DEĞEN İNSAN ELİ
İthaki
Yayınları'nın geçtiğimiz aylarda yayınladığı Mars Yıllıkları, Ray Bradbury'nin
daha önce "Gümüş Çekirgeler" adı ile yayınlanan ve birbiriyle
ilintili öykülerden oluşan bir kitabı. Her bir öykünün bir diğerini tarih
sırasına göre devam ediyor oluşunu, öykülerin isimlerinde geçen tarihlerden
anlayabileceğimiz üzere, aynı zamanda konu ve olayların akışında da
görebiliyoruz.
Kaçış, yeni
bir hayat, ikinci bir şans ya da kayıpların telafisi, güzel bir gelecek için
insanoğlunun Mars'a göç etmesiyle başlayan hikayelerde, değişen bir gezegenin,
değiştirmeye gelen bir ırk tarafından nasıl tahrip edilip, kendisi olmaktan
uzaklaştığını, insan eli ile nasıl Mars'tan çok bir Amerika'ya çevrildiğini
okuyoruz.
İlk
öykülerde karşımıza çıkan Marslılar'ın, zaman içinde - ve her bir öykü ile
beraber - Dünya'dan gelenlerle karşılaşmalarını görüyoruz. Mars'taki hayatın,
bizim gezegenimizdekinden her ne kadar farklı görünse de, insan ya da Marslı
arasında yeri geldiğinde yedi fark bulamayacak kadar da tanıdık gelen tepkileri
ve tavırları olduğunu anlıyoruz. Özellikle ikili ilişkiler ve diyaloglarda
ortaya çıkan bu insani(!) durum örneklerini Bradbury'nin kağıda dökmesini
ustalıktan başka nasıl tanımlayabiliriz bilmiyorum.
Hikayeler
ilerledikçe bir yandan insanlığın ardında bıraktığı Dünya'nın, bir yandan da
Mars'ın sürüklendiği yol karşımıza çıkıyor. İnsanın, Marslı ile karşılaşması,
aralarında oluşan iletişim ya da iletişimsizlik süreci, benzer ya da farklı
noktaları hikayelerde okuyucuyu karşılıyor.
Dünya'da
kitapları yasaklanan ve yakılan yazarların yeniden var olabildiği ve
yazabildiği bir yer olan Mars, ölmüş insanların yeniden görülebileceği ve hiç
bir şey olmamış gibi yaşamaya devam ettikleri bir gezegen olan Mars, yanınızda
olmasını istediğiniz insanları size sunan bir aldatmaca olan Mars, gelişmiş
toplumun omuzlarında yıllarca yükselttiği ve sonunda Dünya'dan gelen bir
virüsle allak bullak olan bir yaşamın ev sahibi olan Mars...
Ray
Bradbury'nin, Resimli Adam adlı kitabındaki öykülerde de gözlemleyebileceğiniz
üzere tarzındaki karanlık, Mars Yıllıkları'nın genelini de sarmış durumda. Ölüm konusuna değinmekten asla kaçınmayan
yazarın, karanlığının kendine has işlenişi ile buluşan hikayelerinde cesurca
ölümden bahsedebiliyor olması kendi adıma mutluluk verici - bir okur olarak.
DÜNYA'DAN MANEN KOPAMAYIŞ GERÇEĞİ
İnsanın
varoluşundaki ele geçirme ve yönetme arzusunun da vurgulandığı kitapta,
mahvedilen ve daha fazla yaşanmaz hale gelen bir Dünya'nın alternatifi ve
kurtarıcısı olarak konumlanan Mars'ın, ilerleyen yıllar içinde yine de
akılların Dünya'dan uzaklaşmasını sağlayamayacak kadar benimsenmiyor oluşu da
dikkat çekici. İnsanın kendi hayatını sürekli olarak, asıl olarak Dünya'ya ait
hissetmesi mesajının verildiğini düşündüren kitabın sonu da bunu destekler
biçimde.