3 Nisan 2018 Salı

William Blum "Emperyalizmin En Ölümcül Silahı: Demokrasi Yalanı"

"Washington'un gözünde en büyük sapkınlık Üçüncü Dünya'da gerçek bağımsızlık arayışıdır."
William Blum

Amerikan emperyalizmin arsızlığının ve vahşetinin yansıdığı dış politikası hakkında yazan William Blum, Emperyalizmin En Ölümcül Silahı: Demokrasi Yalanı adlı kitabında, demokrasi götürmek için katletmekten bir an olsun çekinmeyen, işgal denince akla ilk gelen isim olan eli kanlı Amerika'nın dış politikasının işleyişine dair yakın dönem tarihinden detaylarla konuyu işliyor.

Amerika'nın kendi dış politikasını kendi vatandaşlarına adeta "yardım eli uzatan bir melek", "iyi niyet elçisi" gibi sunmasına karşılık, yaptığının ancak dünyanın uzanabildiği her yerinde vahşet ve katliamla giriştiği işgal üzerine kurulu olduğunu belirten yazar, bu işgalleri kendi toplumuna sunarken Amerika'nın "terörle mücadele ediyoruz" ve "insanlık için bunu yapıyoruz" mesajı ile öncelikle kendi vatandaşlarına karşı nasıl bir oyun sergilediğine değiniyor. Demokrasi kelimesini bir an olsun ağzından düşürmeyen emperyalist işgalin önde gelen ismi Amerika'nın, Amerikan karşıtı terör gruplarını özenle yaratıp ardından gönderdiği dünyanın dört bir ucunda ülkeleri ve toplumları yok etmeye odaklandıktan sonra, "demokrasi ve barış" götürmek adına bu ülkeleri "işgal" etme hakkını "iyilik perisi" olarak sunma üzerine kurulu dış politikaları ile küresel çapta büyük bir terör yarattığını ifade ediyor yazar.

Ulusal bağımsızlığın olduğu her yerde küresel egemenliğini kuramayacağını fark ettiği anda yerelin bağımsızlık mücadelesine karşı terör gruplarını desteklemekten bir an olsun çekinmeyen Amerika'nın aslında karşı olduğu terör gruplarının yalnızca Amerikan karşıtı terör grupları olduğunu söylüyor. Aklınıza gelenler vardır sizin de sanırım. Bir de kitapta değiniyor, terör örgütleri haricinde Amerikan emperyalizmine karşı olan hükümetlerin olduğu ülkelerdeki hükümet karşıtı faaliyetlere olan Amerikan desteklerine de yer vermiş yazar. Örneğin Castro karşıtı grupların desteklenmesinden tutun da Chavez karşıtı grupların fonlanması gibi. 

İhtimaller üzerinden kurguladığı işgal etme hakkını kendinde gören Amerika'nın medya desteği ile önce kendi toplumunu sonra da dünyayı uyutmaya çalışması hadsizliğini, yalan haberler ve çarpıtmalarla örneklendiriyor yazar. Nükleer tehdit ihtimali söylencesi yayarak bir işgali haklı çıkarma çabası yüzsüzlüğünü yine "demokrasi" kelimesini bolca anarak kapatan dış politikasında, tek kutuplu dünya düzeninin yıkılmasına karşı geliştirdiği savunmanın, ortada bir tehdit dahi yokken işleyebilir olmasına dikkat edin. Yazar da buna işaret ediyor; her zaman tehdit varmış gibi gösteren bu dış politika, Amerika'yı yüceltmek adına "tehdit her zaman vardır" üzerinden işler diyor. Yani tehdit yoksa bile varmış gibi göstermek için elinde küresel bir medya ağı varken, ortaya istediği yalanı atmaktan hiç çekinmeyen bu emperyalist kibir, elindeki kan yerine "şüphe" yaratmak üzerine kurguladığı oyun ile dünyayı savaş alanına çevirmesinin perdesini "demokrasi" yapıyor. Uzun vadede daha iyi sonuçlar elde edebilmek gibi bir palavra ile kısa zamanda katliam ve kaos yaratmaktan çekinmeyerek, "demokrasi ve barış" için adım attığını iddia ediyor yani.

Çokça örnek üzerinden bunlara değiniyor yazar.

Tek kutuplu dünya düzeninde efendiliğinden bir şey kaybetmemek isteyen Amerika'nın güçlenen ülkeler ve Üçüncü Dünya'nın bağımsızlık mücadelesinden nasıl gerildiğini de ayrıca görüyoruz.

Kapitalizmin asla yıkılamayacak bir düzen olduğunu pekiştirmek adına Atlantik cephesinin yürüttüğü planlara değinen Blum, Soğuk Savaş'ın acı bir sonucu olarak bu planın işleyişinin pekişmiş olmasına vurgu yapıyor. Batı'nın gözünde kapitalizmin yıkılmazlık mitini, komünizm karşıtı propagandalar, medyanın sosyalizme karşı giriştiği savaş ile desteklendiğini hatırlatan yazar, Sovyetler Birliği'nin dağılmış olmasına karşılık "bakın hala kapitalizm yıkılmadı" seviyesindeki bir garantinin Batı ve Batı'nın ideologları için hala bir uyutma aracı olarak nasıl çalıştırıldığına vurgu yapıyor. Amerika'nın girdiği ekonomik buhranlara karşılık "hala yıkılmadık" mesajını üzerine kurguladığı "ama Sovyetler dağıldı" zemini, yaratılan karmaşık algının basite indirgenmiş hali. Ancak haritada kendi savaştıkları pardon işgal ettikleri ülkelerin yerlerini dahi göstermekten aciz bir toplumun anlayabileceği seviyede de basitleştirilmiş olduğunu unutmayalım; Amerikan toplumu için böylesine basit çıkarımlarla ayakta kalabilen kapitalizm yıkılmazdır miti ve bunu destekleyen komünizm düşmanlığı, güncel Batıcılık ve Batı hayranlığı ile dünyanın farklı bölgelerinde de destekçi buluyor. Acı olan, bu desteklerin emperyalizme karşı savaşması gereken coğrafyalardan ve halklardan da çıkıyor olması. Dileriz ki bu aciz ve zavallıca kurgunun işlediği basit çıkarımlara muhtaç zihinlerden daha fazlası olan insanlar olduğunu hatırlayacak olan topraklar, antiemperyalizm cephesinde yer alıp, Batı'ya karşı Batı'nın stratejik oyunlarının pohpohlamasından kurtulurlar.

Kitapta dikkatimi çeken bir nokta ise Blum'un Amerikan dış politikası noktasında çok keskin olmasına karşılık 11 Eylül olayları karşısında yaptığı yorumlardı. Kısa bir bölümde bu konuyu ele almış. Yazar, 11 Eylül'ün "içten" olduğuna inanmadığını belirtiyor; yani Amerika'nın bilgisi dahilinde olmadığını ve buna ikna olmadığını, kafasındaki soru işaretlerini de belirterek yazıyor. Bu noktada bana çelişkili gelen yerler de oldu zira 11 Eylül sonrası Amerika'nın dış politikası ve bu "içten" miydi çelişkisi başka bir çelişki olmuyor mu?

Çok yazdım, özetle, fazlası için kitabı okursunuz.