28 Temmuz 2019 Pazar

Antti Tuomainen "Dark As My Heart"

Kareler ve Sayfalar Soğuk Diyar Polisiyesi (özel) Turu adlı kimsenin umursamadığı tur kapsamında Finlandiya'dan hiçbir eser okumamış ve tanıtmamıştım diye hatırlıyorum. Bu yüzden Finlandiyalı yazar, Antti Tuomainen'den bir kitap okuyayım dedim, kendisi "The King of Helsinki Noir" diye anılıyormuş. 

Dark As My Heart, annesi 20 yıl önce ortadan kaybolan Aleksi'nin, 10 yıl gerçekleşen başka bir cinayetle de bağlantılandırarak annesinin kayboluşunu aydınlatma girişimin en yoğunlaşmış haline odaklanıyor. Kendisine bir hedef belirlemiş, o hedef uğrunda yaşıyor gibi karakter. O da annesinin katilini bulmak, yüzleşmek, ne olduğunu öğrenmek ve haliyle intikam almak. Bu yolda da ülkedeki en zengin adamlardan biriyle yolu kesişiyor, her türlü gücü elinde tutan bir adam karşısında ordudan ayrıldıktan sonra marangozluk yapan 30'lu yaşlarının başındaki Aleksi. 

Kitap çok çabuk bitiyor, oysa kısa değil. Sadece olaylar çok çabuk akıyor, geriye dönüşlerle de desteklenen kurguda bağlantıları kurmak da yakalamak da ilişkilendirmek de zor olmuyor ancak açık açık katil kim, ne, neden öyle olmuş bunları vermiyor da yazar. Yeteri kadar merakta da bırakıyor, yeteri kadar soruya, sonuçta açıklanacak birçok noktaya okurun kafasında da bir cevap belirmesi için imkan da tanıyor. O da herkese göre değişir sanırım ama mucizevi incelikte bir kurgu olmadığı gibi, okuru şoke edecek bir sonuç da yok. Sadece kötü olmayan, okumaktan ve zaman ayırmaktan pişmanlık da duyulmayacak bir eser okumuş olunuyor bence. 

İnce detaylar, olay akışının dışında detaylar pek yok. Hareketi kesilmeyen, duyguları da bu hareketin içinde olmak kaydıyla aktaran, bu yüzden de kendisini hızlı okutan ve çabuk biten bir roman galiba.

Yazarın daha çok övülen kitapları da var, bir ara da onlardan birini okurum. Bakalım onlar nasılmış. Denk gelirseniz bunu da okumaktan çekinmeyin ama bence, benim polisiyeden beklentim Henning Mankell'e göre ölçülen yükseklikte bir şey. Beğeni meselesi. 

Hakan Nesser "Mind's Eye"

Kareler ve Sayfalar Soğuk Diyar Polisiyesi Özel Turu (yazıda bir daha geçerse bunu büyük harfle yazmak için asla uğraşmam) kapsamında bir başka polisiye seriyi tanıtayım. Ragnar Jonasson övmekten özel tur (bunu bilerek özel tur yazıyorum komik olsun diye bir tek ben gülüyorum çünkü, zaten başka okuyan da yok) soğuk diyar polisiyesi yerine Ragnar Jonasson turuna döndü farkındayım.

Bu sefer özellikle popüler bir seriden, popüler bir yazardan, İsveçli (İsveç'in kareler ve sayfalar için yeri ve önemi adlı bi yazı da yazayım kütük malmö çünkü) Hakan Nesser'in dedektif Van Veteeren serisinin ilk kitabı olan Mind's Eye'ı seçtim. İlginç gelen bir noktayı hemen belirteyim, yazar İsveçli ama dikkat ettiyseniz dedektifin adı pek İsveççe'ye benzemiyor. Mind's Eye'da olaylar Maardam'da geçiyor; burası da kurgu bir yermiş; ülke adını da hiç vermiyor kitapta. Yani uzun bir süre yazar İsveçli ama galiba Danimarka'da yaşayan Hollandalı bir karakter bu dedektif diye düşünerek okudum ama yer ismi de Danca gibi durmuyordu DANİMARKALILARIN YÖRESİ HERHALDE diye de aklımdan geçti ama sonunda netleşti, tamam öyle bir yer de yokmuş. İsimler okurken Hollanda'da geçiyor hikaye gibi düşündürtebilir sizi de. Yani soğuk diyar polisiyesi özel turu diye atladım kitaba ama ortaya böyle gerçekten al sana soğuk diyar al sana kuzey avrupa türü bir kurgu çıktı. Ben yine de eski kafalıyım, bu kadar kurguyu sayın dr. China Mieville beyefendi kurguları hariç polisiye içinde görünce geriliyorum (Sherlock türü gerilme), polisiye okurken mümkünse normal düz olsun her şey çünkü ne demişler, Saga Noren Lanskrim Malmö...

Evet.

Mind's Eye'da olay da şu; bir adam sabah uyandığında karısını banyoda ölmüş halde buluyor, ancak hafızası yerinde değil. Olayın gidişatına bakılırsa (kabaca) eşini boğuyor ve sızıp kalıyor alkollü bir halde. Ancak nihayetinde cezası kapsamında akıl hastanesine gidiyor ve orada adam da öldürülüyor. Burada işler karışıyor çünkü adamın masumiyetinin de söz konusu olabileceği ışığı böylece çakıyor. Olayın başından beri dahil olan Van Veteeren de adamın ve üç aylık eşinin çevresini, çalıştıkları okulu ve geçmişlerini araştırmaya başlıyor. Geçmiş geleceği yazıyor türünden bir cevap da çıkabilir, yeni bir krizin sonucunda çıkmış bir cinayetler zinciri de çıkabilir. Ne olduğu romana kalsın, okura kalsın. 

Bence dünyanın en iyi polisiye serisi Henning Mankell'in Wallander serisidir soğuk diyarlardan çıkan. Onun önüne de sadece Hercule Poirot serisi ile kraliçe Agatha Christie geçebilir. 

Bu kesin çizgiyi ustalar çektiği için yapılmış ve yapılacak her şey artık çok zor engelleri aşmalı gözümde bir kere bunu her yazıda belirtiyorum hiçbir karakterin bir Wallander olamayacağını düşünüp gizli gizli ağlamıyor musunuz siz de... hayır mı... ok.

Neyse.

Katili çat diye bulmanız zor olsa da olayların büyük kısmına bir cevap bulmanız mümkün, yazar okura o imkanı vermiş. Sürekli ortaya yeni bir ipucu çıkıyor. Kendi kendine ipuçlarını biriktirmiş de finalde açıklamış gibi bir durum yok, cinayet sebebi, olayların üzerindeki sisi dağıtacak çoğu şey dikkatli okursanız gözünüzün önünde. Benim hoşuma gitti ne çok oluorta ne çok saklı. Ama çok ustaca kıvırılmış bir kurgu yok onu da belirteyim. Ne kadar ukala bir yorum oldu özür dilerim.

Karakterler ile bir yakınlık kurma konusu işte bahsettiğim Wallander hasreti ile ilgili, bunu Mankell gibi çok az insan yapabilir sanırım. Nesser de araya uçurum koymamış, soğuk ve beklenmedik tepkiler ortaya koyan tipler de değiller ama Wallander gibi hangi gün yeniden hamburger gömüp hangi gün yeniden diyete başlayacağını kestirecek kadar tanıyamıyorsunuz bence. Belki seriyi okudukça bu değişiyordur.

Yine başka bir kitabını okumak isterim Nesser'in. Van Veeteren serisi 10 kitaplık bir seriymiş. Bir de 5 kitaplık Dedektif Barbarotti serisi varmış. Bundan sonra okuyacak olursam ondan bir kitap okuyabilirim.

Sorusu olan var mı? Yoktur nasıl olabilir okuyan mı var, yok.

25 Temmuz 2019 Perşembe

Camilla Grebe "İhanet"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi kapsamında İsveç'li Camille Grebe de ilk kez okuduğum yazarlardan birisi oldu. Allahım ben ne okudum. Kusursuz olmaya çok yaklaşmış, ama bazı affedilemez hatalar yüzünden bu kusursuzluğa ulaşamamış, bu yüzden de en çok beni üzmüş bir roman İhanet. 

Bir giyim şirketinin CEO'sunun evinde bir kadın kafası gövdesinden ayrılmış biçimde ölü bulunur; ancak Jesper Orre, yani CEO da kayıptır. Kitap şöyle ilerliyor, bir yandan araştıran dedektiflerden birinin (Peter) ağzından olan bir bölüm, bir yandan polise yardımcı olan bir davranış bilimcinin aktardığı (Hanne) bir bölüm, bir yandan da Orre'yle nişanlı olduklarını kimsenin bilmediği Emma'nın anlattığı bölümler. Orre, nişanlandıkları gün Emma'nın evinde yiyecekleri yemek öncesinde kaybolmuştur. Emma aynı zamanda Orre'nin ceo'su olduğu giyim şirketinin mağazalarından birinde satış görevlisi. Ancak, bölümlerin başında zaman da belirtiliyor, okumaya başladığınızda Orre'nin resmi olarak kaybolmasından aylar öncesindeki bir yemek bahsedilen.

Bu arada cinayet, geçmişteki bir olayı da anımsatmaktadır. Bir yandan da geçmişteki cinayet yeniden gündeme gelir, on yıl önceki cinayette danışmanlık yapan Hanne burada yeniden devreye girmesi için davet edilir.

Bir yandan Emma sevgilisinin neden ortadan kaybolduğunu aramaya başlıyor, bir yandan Orre'nin evindeki kadının kim olduğu araştırılıyor, sonlara yaklaştıkça zaman da birbirine yaklaşıyor, bir süre sonra bölümler aslında eş zamanlı ilerliyor. 

Okuduğum en iyi polisiyelerden biri olabilir(di), ancak hatalarından bahsetmezsem olmaz. Öncelikle elbette yazar bir polis değil ama bizzat yazar olarak kendisinin kurguya eklediği olay yerindeki fiziksel hiçbir kanıta kanıt muamelesi yapmamış. Öyle ki bunlar eğer normal bir kurguda biraz değerlendirilse zaten akışı değiştirecek nitelikteler. Ben kafama takmadan duramadım, çünkü karakterleri, cinayet gerekçesini muhteşem oluşturmuş. İzlerken aklıma benzer bir kurgu geldi ancak o bir film. Çok nadir film izler ve etkilenirim, bu da öyle bir filmdi (Excision). Bir diğeri de bildiğiniz düz etrafın araştırılması falan olur ya, evin içi ya da dışı, dışarda biri var mıymış yok muymuş, bu evde kaç kişi mevcutmuş, sürekli yaşayan ya da kısa zamanlı da olsa evde durmuş olan? İlla dna mna artık onu da geçtim eşya, vb onlar da yok, sıfır. Atlamış. Komşulara sormak falan da yok. Oturdum poliscilik yapıyorum şu an bellis coldwine lanskrim malmö yargılıyor özür dilerim. Ama haklıyım. Kusursuz olacaktı kusursuz, şunları da düşünerek yazıp tekrar kurgulasa, yine sonunda balta gibi kafamıza indirirdi İhanet'in finalini eminim, çünkü konusu güzel. Gerçekten çok beğendim. Okuyun siz de. 

Emma, Hanne ve Peter karakterlerini de sevdim, bunları anlatıcı konumuna koyduğu için özellikle bunları belirttim. 

Aklıma gelirse ek yaparım. 

Çevirisi de güzeldi bu arada, bu kitaptan önce hoşnut olmadığım bir çeviri okudum da, peşine bunu okuyunca o noktayı da vurgulamak istedim. 

Ragnar Jonasson "Rupture"

Ragnar Jonasson'un kitaplarının İzlanda dışına yapılan çevirilerinin sıralaması beni kahrediyor. Tamam, Dark Iceland'daki dördüncü kitap bu, benim bir önce yazdığım yanlış. Cidden dördüncü kitapmış. Night Blind'dan önce, Snowblind'dan sonra geliyor akışa göre. Bezdim gerçekten bezdim. Ama okuyacak olan varsa da, kendimi kurban ettim. Neyse.

Rupture, Ari Thor'un bu sefer geçmişteki bir olayı aydınlatma çalışması ve serideki diğer kitaplardan birinden aşina olduğumuz bir ismin peşinde olduğu güncel bir olayın aydınlatılması çalışmasının parelel yürüdüğü bir roman. 1955'te ıssız, tenha bir çiftliğe yerleşen bir ailede bir intiharın, günümüzde ailenin yaşayan bir üyesi tarafından araştırılması talep edildiğinde Ari Thor olaya dahil oluyor. İki kız kardeş, eşleriyle beraber İzlanda'da kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde yaşamaya başlıyorlar birden. Kardeşlerden birinin intiharı, bunun öncesinde sonrasında olayın araştırılması isteyecek olan çocuğun doğumu yaşanıyor. Ancak yıllar sonra olayı merak ettiren, intiharı tekrar sorgulatan olay, eski bir fotoğrafın gün ışına çıkması oluyor. Bu dağın başında, inin cinin trollün top oynadığı yerde çekilen bir fotoğrafta yer alan, aileden olmayan birisi bu küçük bebeği kucağında tutmaktadır. İşte bu genç adam da kimdir böyle, derken derken cevaplar aranırken ortaya daha da sorular çıkıyor.

Serideki en durgun kurguydu bana göre. Durgun dediğim, çok çabuk okutuyor kendisini. Sadece kıyaslama yaptığımda bu en durgun olandı. Bir de sağdan soldan bence Ari Thor hariç birileri başka olayları aydınlatmaya girdiğinde bu seride bir sıkıntı oluyor bence, ikinci kitap için de aynı yorumu yapmıştım. Demek ki yobazım. 

Serinin beşinci kitabı The Island'ı da okuyacağım artık onun sırası ne düşünmüyorum çünkü pes ettim, soğuk diyar polisiyesi özel turu için I diead for your sins çeviri dünyası.

Bu arada ondan önce Ragnar Jonasson'dan Hidden Iceland serisine başlayacağım onun sırası bakalım bana nasıl azaplar çektirecek, yine nasıl bir yanlışlığın içinde yok olacak bu soğuk diyar polisiyesine gönül vermiş insan....

Scarlett Thomas "Going Out"

Scarlett Thomas'tan Ocak 2020'de yeni kitap geleceğine göre, bu kitabı okuyabilirim dedim. Yoksa saklayacaktım. 

Going Out, Canongate tarafından ilk kez 2002'de yayınlanmış. Scarlett Thomas'a "alışmak", "tanımak" okudukça mümkünse, Going Out da benim için tanıdık bir kitaptı diyebilirim. Gerçi yazarın kitapları belirli bir sıra ile okumadım. Ama Thomas'ta değişmeyen bir şey var, bazı şeyler değişse de onlar sabit kalıyor. Bunu en çok The Seed Collectors'ta görmüştüm. O kitap yakın dönemde yazdıklarından biri mesela, neyin değişip neyin değişmediğini görmek için merak ediyorsanız mesela Going Out ya da özellikle PopCo'yu okuyun, peşine de onu.

Yine gereksiz bir paragraf ile blog'un olmayan okurları dehşet içinde blog'dan kaçırdım galiba.

Going Out ne anlatıyor ve bu giriş paragrafı ile ne alakası var, kısaca yazayım. Yazı da kısa olsun, başka birkaç kitaptan daha bahsetmek istiyorum çünkü. Evet aynen onlar da kısa kısa olacak. Kısa olmayacak halleri için sizi kitaplara davet etme yeri burası.

Going Out bir arkadaş çevresinin kısıtlı çevresi, kapana kısılmış çevresi, küçücük yaşam alanlarının hikayesi ile başlıyor. Bu alan kısıtlı, çoğu zaman sınırları karakterlerin yüzüne vuruyor çünkü ilk tanıştığımız karakterlerden biri olan Luke 25 yaşında ve güneş alerjisi var, her şeye alerjisi var, evden dışarı çıkmıyor. Annesi ile beraber yaşadığı evde televizyondan izlediği bir dünya, televizyondan gördüğü sosyal ilişkiler var. Dünyayı sadece televizyon ile tanıdığınızı düşünün; işte Luke'un steril ve yalıtılmış hayatı da öyle, gerçek dünyanın odasına giren haline televizyondan öğrendiği tepkileri veriyor bazen. Ama bunun ne kadar yapay olduğunun, gerçek dünyanın ne kadar uzağında kalmış olduğunun da farkında; sürekli temasta olduğu arkadaş grubunun, kendisinin de dahil olduğu ilişkiler ağı bunu her an yüzüne çarpıyor. Gittikçe çekilmez bir hal alan bir durum. Ve bir çare arıyor; çare kısmından da bahsedeceğim. Bu, Thomas'ın kendi dünyasında sıkışmış karakterlerine aşina olan okurları için tanıdık gelecektir, Luke yani. Bir diğer karakter olan Julie de benzer durumda, birçok fobisi yüzünden, yakın arkadaşı Luke'un durumunun da etkisiyle küçücük bir sokak ve çevre dışında bir hayatı olmamış genç bir insan. Dış dünyanın korkutuculuğu fobisini düşünün; biraz da abartın. İşte Julie de o karakter. Diğerlerinin süprizleri okuyacak olursanız size kalsın; birkaç arkadaş daha, her biri yine Thomas'ın ilgi alanlarının yansımalarını da içeren karakterler olmuşlar. Bunu Thomas çok sık yapıyor, blog'da birkaç kere daha bahsetmiştim yazarın kitapları hakkında yazarken. Mesela uzakdoğuya olan ilgisi ya da tenise olan ilgisi ya da matematiğe olan ilgisi vb. bir yerlerden karşınıza çıkacaktır. Burada da çıkıyor. İşte bu sıkışmışlık içinde, karakterler her riski göze alıp küçücük mekanın içinde dönüp duran ilişkiler ağını yine büyük bir mekansal değişiklik ile kurguda bir kırılma da yaratıp, Luke için çareye doğru yola çıkıyorlar. Thomas'ta mekanın değişimi ile gelen diğer bölüm de böyle başlıyor Going Out'da. Başta demiştim ya, benim için tanıdık bir kitaptı. 

Terk edilmiş, yalnız kalmış, hayalkırıklığına uğramış insanlar, buna rağmen asla köhne, umutsuzluk saçan bir tablo çizmeyen bir hikaye, illa ki bir yerlerde umut olduğunu düşündürten bir akış, yine de tekinsiz havasını sonuna dek koruyan, kimin başına ne geleceğini de merak ettiren bir roman. 

Tanıdık demem, sürekli aynı şeyleri yazıyor anlamına gelmesin. Scarlett Thomas en sevdiğim yazarlardan biri. Going Out da sonunda kendi etrafında dönüp durmaktan midesi bulanan bi dünyayı durdurup ileri doğru itmeye başlatan bir sona sahip bence. Beğendim. 

Yazı kısa olsun demiştim. Daha da anlatmıyorum. 

3 Temmuz 2019 Çarşamba

Ragnar Jonasson "Night Blind"

Kimsenin umursamadığı Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu kapsamında okuyup çok beğendiğim için tüm kitaplarını okumaya karar verdiğim Ragnar Jonasson ile devam ediyoruz yine. Çünkü Dark Iceland serisini beğendim. Kimsenin umursamadığı Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu kapsamında okumayı planladığım diğer soğuk diyar polisiyeleri yerine Ragnar Jonasson'ların tamamını okumayı seçtim. Tur çok özel çünkü, fazla özel oldu artık. Ancak, soğuk diyar poliyesi için iyi ki okumuşum dediğim bir seri oldu ve oluyor Ari Thor'lu Dark Iceland.

Night Blind, sıralama olarak seride ikinci kitap olarak yer alıyor ancak olay akışına göre daha önce blog'da yer verdiğim Black Out'dan (üçüncü kitap) sonraki olayları anlatıyor. Tüm seri tek bir olaya odaklanmıyor evet ama sıralı okumaktan zarar gelmez, en azından başkarakteri hayatındaki akışı bozmamış olursunuz.

Küçük bir ek; ben sıralamayı bu şekilde belirtirken goodreads'i referans aldım. Yanlış hatırlamıyorsam İzlanda dilinde kitapların sıralaması ve çıkışları bu şekilde değil; ayni Snowblind da birinci kitap değil. Sadece İzlanda dili dışındaki dillere çevrilmemiş olan bu kitapları sıralamaya almamış anladığım kadarıyla goodreads, yanlışsam düzeltirsiniz. Okuyan var mı beni.

Night Blind ise; Ari Thor'un hayatındaki büyük bir değişiklik, Siglufjördur emniyet güçlerinde yaşanan değişiklikler gibi serideki genel akışa ek olarak; Jonasson'un kapalı kutu, yalıtılmış Siglufjördur'u ve Ari Thor'u artık değiştirdiğini de görüyoruz. Örneğin, bu kitapta karakterlerin mekan ile olan bağının daha gevşek olması, Ari Thor'un hayatının (hayatındaki insanların) Siglufjördur'un sürekli dışına da çıkıyor olması Snowblind'daki havanın gittikçe dağılmaya başladığını gösteriyor. Bunu iyi ya da kötü olarak yazmıyorum sadece cidden öyle bir insan varmış ve gittikçe yeni görev yerine ne kadar alışmaya başlıyor, etrafını saran dağların aslında zindan-vari bir mekan yaratmadığını da görüyor diye düşünüyorum okurken. 

Night Blind'da bir yandan anlatıcısının kim olduğunu bilmediğimiz, doğrudan aktarılan satırlar var. Bu satırların cinayet ile ilgisi nedir, anlatan kimdir bunun cevabı neredeyse çoğu soruya da cevap oluyor. Jonasson, göz önündeki karakterleri finale doğru iterek esrar perdesini aralayıp, finalde okurun da yer almasına izin veriyor sanırım. Öncelikle binlerce senaryo üretilecek bir ipucu bolluğu ya da karmaşası yaşanmıyor; karakterler hakkında bilinmeyenleri de cinayetin bilinmeyenlerine kurguda çok uzun süre önce ayıklayıp devam ediyor. 

Evet ben buldum katilin kim olduğunu ustalar bulur. Şaka bir yana bulmak kolay, korkunç karmaşık bir kurgu yok.

Okurken bazen polis işlerine Jonasson'un uzak olduğunu düşündüm. Bazı detayları birer cümle ile de olsa okura aktarsaymış keşke, evet cinayeti kim neden nasıl işledi sorularına bunları yazmadan da cevap verdirebiliyor ancak iki polisin peşinde bir cinayeti çözerken okur olarak birkaç beklentim oluyor =/

Olay ise şöyle; Ari Thor'un amiri terk edilmiş bir evin yakınlarında vuruluyor. Kim, neden vurdu diye araştırılırken evin bir hikayesi olduğu, evin şu anının bir hikayesi olduğu, Siglufjördur'da hemen herkesin bir hikayesi olduğu ortaya çıkıyor. 

Bir sonraki roman Rupture, bu satırları yazmadan hemen önce ona başladım. Bakalım o nasıl.

Sonuç olarak; çok güzel bir polisiye serisi. İnsanı sıkmadan insani olan çok şeye yer veriyor yazar da, beni boğan olaydan bağımsız detaylar içermeyen bir anlatımı var kendisinin. Bu kitabı da sevdim. 

Türkçe'ye de çevrilecekmiş.