24 Aralık 2022 Cumartesi

Samuel Bjørk "The Owl Always Hunts At Night"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turunun 2022'deki son konuğu sanırım The Owl Always Hunts At Night olacak. Şu an okumakta olduğum bir soğuk diyar polisiyesi daha var ama yetişeceğini sanmıyorum yıl sonuna kadar. Savunmadan sonraya kalacak... Bekleyin yani. Kimsenin umursamadığı bu tur ben ölene kadar devam edecek farkına vardığınız bir gerçek olduğunu düşünüyorum bunun....

Samuel Bjork, Norveçli Frode Sander Oien'in yazarken kullandığı takma isim. Bu kitap da şu ana kadar dört kitaptan oluşan Holger Munch&Mia Kruger serisinin ikinci kitabı. Nasıl bir süreç sonunda elimde ilk iki kitap olduğu halde ikinci kitaptan okumaya başladım seriyi gerçekten hatırlamıyorum. İlk kitap I'm Travelling Alone da var bende ama ikiden başlamış bulundum. Çok büyük bir kayıp ya da farklılık olduğunu sanmıyorum bu arada. İlk kitapta olanlara dair sık sık, fazlaca hatırlatma yapmış yazar. Okumuş kadar oldum. Cinayet hariç, Munch ve Kruger karakterlerinin ilk romanda yaşadıklarına fazlaca yer vermiş. Bunun nedeni de, Kruger karakterinin psikolojik olarak sıkıntılı bir durumda olması. Kardeşini kaybettikten sonra içinde düştüğü buhran, kardeşini kaybetme şekli, hayata başlama şekli derken karakteri yıkık yaratmaya çalışırken tüm kozları ortaya koymuş yazar sayesinde hayli kasvetli. Kendisini hissetmek istemez gibi, çılgınca içerken ya da intiharın kıyısında sürekli dolaşırken bir yandan da işini başarıyla yapan bir karakter Kruger. Ben böylesine karakterleri artık yorucu buluyorum, klişeleşmiş alkolik, boşanmış, çocuklarıyla ya da eşiyle sorunlu, intihar eğilimli vb. Birkaç tipleştirme var, sık sık soğuk diyar polisiyelerinde belki de okuduğum polisiyelerin genelinde karşıma çıkıyor. Munch karakteri de boşandığı eşini hala seven ve boşanmayı aşamamış bir karakter mesela. Benim için bu tipleştirmelerin zirvesi ve göze batmayan örnekleri Kurt Wallander, Harry Hole ve Erlendur'dur. Hiçbiri de gözüme batmaz, yormaz, kurgunun dışında, kurguyu hissettirecek kadar üzerlerine yüklenmiş özellikleri taşımaktan sıkıldıklarını okura yansıtmaz. Ama bahsettiklerim zaten işin zirvesindeki isimler, onlarla kıyas yapmadan okumaya çalışıyorum. Yine de bence artık yeterli. Polisiye okumaya Agatha Christie'nin muhteşem, düzenli, tertipli, kaya gibi Hercule Poirot'suyla başladığım için, tekrar eden özelliklerin itekleme varlığı daha da batıyor bana.

Ne çok yazdım. Ama genel bir yakınma oldu bu, kitaba özgü değil yalnızca. Romandan devam edeyim; ormanda, bir ritüelin parçası gibi öldürülmüş, pentagramın içine yerleştirilmiş genç bir kız bulunuyor. Kızın, sorunlu çocuklar için bir bakımevinde yaşamış olduğunun ortaya çıkmasıyla oklar oraya dönüyor; nerede ne döndüğünü anlamaya çalışan ekiple birlikte hareket ediyoruz. Bunu sevdim; özellikle katile ekiple aynı ipuçlarıyla yaklaşabilme imkanımız oluyor okurken. Dışarıdan izlermiş gibi okumayı, ortaya birden çıkan katil ya da çözümleri sevmediğim için ipuçlarını takip etme imkanı vermesini sevdim romanın. Hatta katilin kim olabileceğini anlama fırsatı da var. 

Romanda sevdiğim şeylerden biri bu ipuçları, diğeri de şaşırtmacaların yormadan oradan oraya atmasıydı. Birkaç katil adayına TAMAM BULDUM dedikten sonra yine başka bir ipucuyla başka çözüme yönlendiriyor. Ancak, okuru hem ayık hem de ilgisini soruşturmada bu kadar tuttuktan sonra cinayetlerin nedeni için ortaya koyduğu neden de, katilin motivasyonu da bana çok havada geldi. Açıkçası bağlayacağı yeri yazar sanki sıkılıp üstünkörü geçiştirmiş gibi. Gayet gerçekçi ilerleyen roman birden fazlasıyla ayakları yere basmayan biçimde sonuçlandı. 

Serideki ilk romanı da okurum, kolay okunan, klişeleriyle yormasına rağmen polisiye kurgusu olarak bence başarılı olan, ancak şu katile biraz daha zaman ayırsa olmaz mıydı dedirten bir romandı...

23 Aralık 2022 Cuma

Inger Wolf "Dark September"

Kareler ve Sayfalar Soğuk Diyar Polisiyesi (özel) turu bir yılın daha sonuna geldi. Okunma sayılarının düşüklüğüne rağmen inatla devam eden turumuzda şimdi Danimarka'dayız: Inger Wolf'un şu ana kadar yedi kitabı yayınlanmış Daniel Trokic serisinin ilk kitabı, Dark September.

Daha önce okumadığım bir seri ve yazar; özellikle okumadığım yazarlardan gitmeye çalışıyorum bu ara yine. Böylece benden başka kimsenin umursamadığı soğuk diyar polisiyesi turunda daha fazla isim ve eser okumuş ve tanıtmış olurum diye. Daniel Trokic serisini de nereden gördüm hatırlamıyorum ama muhtemelen Goodreads'te gezerken görmüşümdür. 

Başkarakter Trokic, Bosna Savaşı'nın travmalarını taşıyan, hayatında pek de yolunda giden bir şey olmayan dedektifimiz. Anna Kiehl adlı bir arkeoloji öğrencisinin ormanda ölü bulunmasıyla başlayan roman boyunca Trokic'in kasveti bizim de üzerimize yapışıyor. Karakterlerin çoğuyla hiçbir biçimde iletişim kuramadığım sayfalar sonunda, en nihayetinde kitabın ortalarında biraz yakınlaşmaya başladım. Trokic'deki kasveti hissediyorsunuz ama nedense kitap bir süre içine çekemiyor. Kendimi birden cinayet soruşturması içinde buldum mesela, kitap başlar başlamaz olay yerindesiniz. Hikayenin genişlemesi ve karakterlerle "tanışabilmek" için zaman geçmesi her zaman gerekiyor, evet, ama bu birden başlayan koşturmaca içinde sanırım sadece haber metni gibi bir şey okuyacağım düşündüm ilk bölümlerde. Metin çok çabuk okunuyor bu arada, bağ kuramıyorsunuz ama bi bakmışsınız kitabın ortasındasınız; ilginizi çeken bir haberi yorumsuz okumak gibi hissettiriyor sadece bir süre. Ancak sonra, zamanla diğer karakterlerin de insani yönleriyle karşılaşmaya başlayınca, kısa bölümler olarak ilerleyen kitabın her bir kısa bölümünde iyi kötü bir temas yakalamaya başlayınca gözünüzün önünde canlanmaya başlıyor karakterler.

Beni vuran bir konusu olmamasına rağmen roman Danish Crime Academy'den 2006'da ilk roman ödülü almış. Bilemedim. Yani kötü değil ama, ödüllük mü, karar verenler öyle görmüşse öyledir diyelim.

Cinayete dönersek; gerekçesi ve soruşturma süreci büyüleyici, vurucu bir yana sahip değil. Anna Kiehl'in öldürülmesinden sonra soruşturma devam ederken, bu cinayetin haftalar önce kaybolan, nöro-kimya alanında çalışan bir bilim insanıyla da bağlantısı olduğu bulunuyor. SSRI'lar üzerine çalışmalar söz konusu. Bu vesileyle romanın bence ilgi çekici birkaç yönünden biri açılıyor. Tüketim toplumunda mutluluğun tüketimi. Üretmeden tüketmenin tadını mutluluk ya da huzur konusunda nasıl ele alabiliriz? Hiç çaba göstermeden mutlu olmanın, bir ürünle gerçekleştiği durumlarda mutluluktan bahsetmek mümkün mü?

Çok çabuk okunan ve biten bir roman, serideki ikinci romanı da özellikle okumak istiyorum bakalım aşina olduğum karakterlerle okumaya başlayınca da aynı dahil olamama hissini yaşayacak mıyım, yoksa romana kaynayıp, tanıdıklarla bir cinayet çözmeye mi girişeceğim, göreceğiz.

13 Aralık 2022 Salı

Michael Hjorth & Hans Rosenfeldt "Dark Secrets"

Kareler ve Sayfalar Soğuk Diyar Polisiyesi (özel) turu, 2022'nin son kitaplarıyla devam ediyor... Böyle bir giriş havalı durur diye düşündüm ve durmadı. İsveç'ten, daha önce yer vermediğim ve okumadığım iki yazarın eseriyle devam ediyor ama tur. "Dark Secrets".

Sebastian Bergman serisindeki ilk roman olan bu kitabı seçme nedenim, Rosenfeldt'in bana göre dünyanın en iyi polisiye dizisi olan Bron'ün yaratıcılarından olması. Bron'ün ilk üç sezonunun yerini alabilecek bir kurgu ekranlarda asla olmayacaktır benim için. Öyle severim. O nedenle kitabı da bulunca kaçırmadım, okudum.

Seriye adını veren karakter Sebastian Bergman, suçlu profili oluşturmakta uzman bir psikolog. Roman, Sebastian'ın hayatında yeni bir dönemin başlamasıyla açılıyor aslında. Cinayetten önce buna değinmek istedim. Oldukça hızlı bir gençlik yaşamış, tek gecelik ilişkilerinin sayısını bilmeyen, kendisini fazlasıyla beğenmiş, sivri dilli Bergman, ailesinden hayatta kalan son kişi olan annesinin ölümü üzerine, cenazenin ardından annesinden kendisine kalan evi satışa çıkarmaya Vasteras'a gidiyor. Ailesiyle uzak, soğuk, hatta bitmiş ilişkilerinin ardından yalnızca bir an önce evi satıp geri dönmeyi düşünen Bergman, hayatındaki kayıpların acısıyla etrafa karşı sivri diliyle ve umursamazlığı bir duvar örmüş gibi, uzak, mesafeli ve çoğu zaman itici davransa da işlenen bir cinayet, planlarını ve hayata karşı tavrını biraz değiştirmeye başlıyor. O sırada annesinden kalanları gözden geçirirken, yıllar önceden kalan bir mektuptan öğrendiği bir bilgi nedeniyle de aslında biraz şoke oluyor. Umutsuz, karanlık, soğuk hayatında yeniden bir ışık bulacakmış gibi, bir ihtimale tutunmasını görüyoruz aksi Sebastian'ın. 

Öte yandan aynı dönemde 16 yaşındaki lise öğrencisi Roger Eriksson'un kalbi sökülmüş halde bulunuyor. Eskiden Vasteras'ta beraber çalıştığı polis arkadaşlarıyla soruşturma sürecinde tesadüfen karşılaşan Bergman, mektuptaki bilgiyi doğrulayabilmek için polisin kaynaklarını kullanabileceğini düşünerek, tamamen kendi amaçları doğrultusunda kendisini biraz da ekibe dahil ettiriyor. 

Bir yandan Bergman'ın hayatındaki dramı izlerken, diğer yandan vahşi bir cinayetin, 16 yaşında öldürülen Roger'ın katilinin peşine düşüyoruz. İtibarını kaybetme korkusu yüksek bir lisenin dışlanmış öğrencisi Roger'ın kendisini var etme mücadelesinin haricinde, aslında ne kadar "tanınmadığını" görüyoruz. Dark secrets kısmı da buralarda saklı zaten. 

Öldürülenin kim olduğunu anlamadan cinayet nedenini anlamak imkansız olduğundan, yazarlar gittikçe sisleri dağıtmaya başlıyor. Romanda hemen her karakteri yakından görüyoruz; hepsiyle tanışığız, hepsinin yanından yazıyor yazarlar. Bron'ü izlediyseniz, çok benzer demek istediğim. Hangi rolde olursa olsun karakterlere yakındık; bu romanda da öyle. Haliyle ortada birçok sır ve puslu konu var. Eleyerek ilerlemeye çalışıyoruz okurken. Merak unsurunun birden fazla noktada sürekli diri tutulması nedeniyle sanırım, roman çok hızlı ilerliyor. Yüzeyselleşmeden, tadında, yan karakterlerin hikayeleriyle sıkmayan biçimde yapıyor bunu da.

Bron'ü andığım için eklemek istediğim noktalar var; mesela kesinlikle cinayet nedenini okura en başlarda veren bir ipucu var. Öyle bir ipucu ki, birden nedenin ortaya çıkmasıyla katile de sizi götürüyor. O ilk ipucunu fark ederseniz, gerisi sizin için itirafı beklemeye kalıyor. Ama romandaki tek merak unsuru bu olmadığı için, romanın sonunu sıkılarak beklemiyorsunuz. Karakterlerin her birine dair bulacağınız bir cevap olduğu gibi, Bergman'ın peşine düştüğü bilginin akıbetini de merak ediyorsunuz. Nedense yazarlar o konuyu da fazla sezdirmiş gibi geldi, finali şoke etmedi beni o konunun da. 

Nedense, çok daha beklenmedik bir cinayet nedeni, katil bekliyordum. Ama tavsiye edebileceğim, sürükleyici bir soğuk diyar polisiyesi. Diğer kitapları da okurum o yüzden.