DURMAKSIZIN YOL ALAN İNSANIN HİKAYESİ
Rus yazarlar
M. İlin ve E. Segal'in kaleme aldığı İnsan Nasıl İnsan Oldu, insan varlığının
başladığı günden itibaren insanın zihinsel evrimini, adeta bir hikaye
anlatıyormuş gibi okura sunan bir eser. Günümüzdeki düşünce sistemlerinin
temellerini atalarımızın nasıl attığını, neredeyse genetik yapımıza işlenmiş
davranış ve düşüncelerin, tepkilerin ve beklentilerin, korkuların ve hayallerin
nasıl şekillendiğini aydınlatıcı biçimde anlatıyor kitap.
İlk
insanların hikayesiyle başlıyor metin. Yerleşim birimleri yok, ortada
inanılacak bir bilgi yok, insan keşfetmeye ve öğrenmeye mecbur. Korku içinde
fakat bir yandan da içgüdüsel olarak hükmetmeye meyilli. Korktuğu doğaya dahi
hükmetme arzusu içinde bir yerlerde.
Birincil
amacı karnını doyurmak ve güvende olmak olan insanın, temel ihtiyaçlarını
karşılamak için işbirliğini keşfetmesi ve ortaklaşa bir çabayla bu
ihtiyaçlarını karşılamaya başlamasıyla ortaya yeni bir kavramın çıkışı ilk
sayfalarda karşımıza çıkıyor: İletişim. İletişimin en kaba haliyle dahi olsa
ortaya çıkışına uzun ve detaylı olarak değinen yazarlar, yazılı ya da sözlü
iletişimin olmadığı bir dünyada insanın kurabileceği yegane iletişim
araçlarının bedeni olduğunu söylüyor. Bu yüzdendir ki ilk insanların
iletişimlerini beden dilleriyle; işaret ve mimiklerle gerçekleştirdiklerini
görüyoruz.
İnsan
emeğinin keşfedilmesiyle beraber toplum, kültür ve bilimi yaratmaya başlayan
insanoğlunun birliğine güç katarak yaşamını sürdürmesine değinen yazarlar,
insanın alet yapmayı öğrenmesinin önemini vurguluyor. Hammadde ihtiyacının
zamanla değişerek insanı madenlere yöneltmesi ve elinin altındaki madenlerin
değerini keşfetmesini de buna bağlıyorlar. İnsan emeğinin önemine sıklıkla
vurgu yapan yazarlar, metin içinde bunu bir kez de şu şekilde ifade ediyor:
"İnsan, aklını doğadan bir armağan olarak almamış, kendi emeğiyle
kazanmıştır."
Yerleşim birimleri
en ilkel şekilde oluşmaya başladığı zamanlardan, bildiğimiz anlamda
"ev"e en yakın halini aldığı dönemlere değinen yazarlar, böylelikle
oluşan ilk köyleri de incelemiş oluyor. Gittikçe değişen bir toplumsal yaşam
portresi de okuru bekliyor: Toplumsal hayatın hızlı bir ilerleyişe girmesi,
üretimin artması, takas şeklinde de olsa alışveriş kavramının temellerinin
atılması ile beraber anaerkil düzenden de kopuşun başlamış olduğu dikkat
çekiyor. Erkeğin ekonomi içinde daha önemli bir pozisyona geçmesiyle beraber
tersine çevrilen dengeler içinde kadın, günümüzde kendisine yüklenen toplumsal
cinsiyet rollerinin ilk haliyle bu dönemde tanışıyor ve "dışarı"
yerine "evde ve öteki" olmaya doğru kendisini itekleyen sürecin
içinde kalıyor.
Doğaya
hükmederek ondan fayda sağlayan insanların, günümüz tüketim çılgınlığı ve her
şeyi kendine hak gören egoist insandan farklı olduğu önemli noktalar da kitapta
yer alıyor. Örneğin halkın, karınlarının doymasını sağladığı için bir bizonu
avlamalarının ardından ona şükranlarını sundukları özel bir sürecin yaşanması,
günümüz insanının atalarından kalan bazı değerlerini yitirdiğini gösteriyor
metin içinde.
Ticaret ve
dünyanın küçük köylerinden ibaret olmadığını keşfeden insanlarla beraber bilgi,
bilim ve kültürlerin coğrafyalar arasındaki sınırlara rağmen hızla yayılması,
ardından günümüzdeki felsefe ve bilim gibi dalları etkileyen ilk isimlerin
ortaya çıkması da İnsan Nasıl İnsan Oldu'da yer alıyor. Soyut düşüncenin
matematik konusunda kendisini öne çıkaran Pythagoras ile toplumda belirmesi,
yarattığı merak ve şokun ardından nasıl benimsenmeye başlanması, süreci bir
hikaye gibi anlatan yazarların kaleminden okura sunuluyor. Matematik, müzik ve
astronomiyi içinde yaşadığı toplumdan insanlarla paylaşan düşünürün önce
peşinden gelen bir grubu, ardından da büyük kitleleri nasıl etkilediği
anlatılıyor. Durağancı bir dünya anlayışı benimseyen Pythagoras'ın ardından,
yıllar sonra başta Herakleitos'un "her şey hareket halindedir"
düşüncesi paralelinde değişen düşünce sistemleri, hiçbir şeyin sorgulanamayacak
bir yapıda olmadığını gösteriyor; bilimsel düşüncenin gelişimi hızlanıyor.
Bilimle
uğraşanların, sorgulayanlar ve toplumu düşünmeye sevk edenlerin dünya tarihi
boyunca maruz kaldıkları muameleye değinerek ilerleyen metin, insanın zihinsel
evrimindeki aşamalarını gözünüzün önünden akan film kareleri gibi geçiren bir
anlatımla işlerken, bir yandan da onlarca kez durup düşünmenize sebep oluyor.
2001: A
Space Odyssey adlı filmin bir sahnesinde bir kemiğin tesadüfen göğe fırlatılması
ve uzay gemisine dönüşmesi şeklinde ele alınan sürecin gerçek ve detaylı halini
anlatan, akademik çevrelerce ders kitabı olarak okutulan bu kitap; günümüze dek
uzanan ve hala süren yolculuğun dönüm noktalarını, bitmek bilemeyecekmiş gibi
görünen keşfetme yolculuğunun beraberinde getirdiği onlarca sorunu (ve bir
yandan da faydayı) anlamak için güzel bir kaynak.
İyi okumalar
dilerim.