17 Mart 2024 Pazar

Sally Hepworth "Darling Girls"

Kareler ve Sayfalar gizem/gerilim romanları (biraz) özel turu devam ediyor: Sally Hepworth'ten okuduğum ikinci kitap olan Darling Girls ile. Geçen yaz Soulmate'i okumuştum, yazısı blog'da var, ilgilisi varsa tavsiye edebileceğim bir gerilim romanıydı.

Darling Girls, birbirinden dramatik çocuklukları içinde ailelerinden ayrılmak zorunda kalan ya da ailesiz kalan üç kızın, yerleştirildikleri koruyucu ailenin/kadının yanında yaşadıkları çok boyutlu ve sinsi istismarın hikayesi. Öte yandan tüm bunlara, bilinmez bir ceset de eşlik ediyor. Nasıl mı?

Gerçek bir ruh hastası, gerçek anlamda ruh hastası ve muhtemelen psikopat olan Miss Fairchild, yanına sorunlu geçmişleri olan küçük yaştaki kız çocuklarını alarak onları "kurtarmaya" kendisini adamıştır. Bu imajın yalnızca gerçeği örtmek için uydurduğu hastalıklı bir yol olduğunu ise üç kızın geçmişe dönük anılarını okuduğumuz bölümlerden öğreniyoruz; Alicia, Norah ve Jessica. Onlu yaşlarının başında yolları koruyucu anne adı altındaki manyakla kesiştiğinde kızkardeş olmaya söz veren üç kız. 

Fairchild manyağının evinden neden ve nasıl ayrıldıklarını romanın sonuna kadar bilmiyoruz; ancak romanın başında öğrendiğimiz üzere orada geçirdikleri son günün üzerinden 25 yıl geçmiştir. Ve aldıkları bir telefon sonucunda hepsi yeniden oraya dönmek zorunda kalır. Zira eskiden yaşadıkları evin arazisinde gerçekleşen inşaat sürecinde, bahçede insan kemikleri bulunmuştur. Kızlar ise, polise geçmişe yönelik bilgi vermek amacıyla soruşturma kapsamında çağrılmaktadır.

Birkaç günden ibaret romanda geri dönüşlerle neredeyse günümüze kadar geliyoruz; bir manyak, kimliği belirsiz bir ölü ve üç kız. Tüm bunların yanında, Fairchild manyağının ağzından da bir geçmişi dinlediğimiz bölümler mevcut.

Roman birkaç şaşırtmaca yapmayı başarıyor olsa da bunlar finali kendi adıma tahmin edilebilir kılmaktan kurtarmamış; küçük ters köşelerde roman başarılı olmuş. Ancak finali, gerçekten son sayfalarda okuru bekleyen finali karakterleri biraz tanıdıkça çözmek mümkün. 

Gerilim/gizem/polisiye türünü seviyorsanız bir günde okuyup bitirebileceğiniz bir roman; insanı şoke etmese de su gibi akıp giden bir anlatım var.

9 Mart 2024 Cumartesi

Hannah Richell "The Search Party"

Kareler ve Sayfalar polisiye/gerilim/gizem turu Hannah Richell'in 16 Şubat 2024'te okurlarıyla buluşan romanı "The Search Party" ile devam ediyor.

Şu sıralar denk geldiğim ve bazılarını okuyup blog'da da paylaştığım romanlarla benzer bir tarz; çok satacak, çabuk okunacak, okuru merakta bırakabilecek, okuru şaşırtabilecek, kısa bölümlerden oluşan bir şablon üzerine oturtulmuş romanlardan. Bu biçimle sanırım "binge reading" denilen faaliyeti gerçekleştirmekte insan hiç zorlanmıyor; yazarken yazar açısından durum nedir bu türün yazarları için bilmiyorum ancak gerçekten bir şablonun varlığı, ne kadar ilerledikten sonra okura neyin, nasıl verileceğinin de önceden "şablonda" yer aldığı muhakkak.

İşte The Search Party de bu türün bir örneği. Özellikle Lucy Foley'nin romanlarında aynısını görmüştüm. Bu romanda da The Hunting Party tadında bir hikaye bekliyordum; kısmen yanılmadım. Üstelik beğendim; daha önce de bahsetmiştim bu türü okurken Tolstoy ya da Proust okumayacağınızı anlamk zorundasınız; hatta daha benzer türden örnek vereyim, bir Agatha Christie ya da Henning Mankell de okumayacaksınız. Bunu kabul ederek okumak gerekiyor.

Üniversiteden arkadaş grubu, içlerinden bir çiftin yeni açtığı kamp alanında bir hafta sonuna davet edilir. Eşlerin ve çocukların da geleceği bu tatil, ilk saatlerinden itibaren planlanan "sakin ve keyifli bir hafta sonu" olmayacağının ipuçlarını vermeye başlar. 

Asıl gerilim ise, bir kayıp ve kimliği belirsiz bir ceset bulunmasıyla yaşanmaya başlar.

Tüm bunlar, romanda cuma-cumartesi-pazar-pazartesi günleri arasında daimi bir hareketle okura sunuluyor. Her bölüm başında hangi karakterin gözünden olayları göreceğimizin ve tarihin bilgisi yer alıyor. Böylece bir yandan kayıpla bir yandan da cesetle karşılaşmamız için romanın ilk bölümleri yeterli oluyor. Finale giderken de bilinmezler artarken çözüme de yaklaştığımızı seziyoruz.

İnsanı şaşkınlıkta bırakacak bir roman değil, birkaç twist de içeriyor, beklentilerinizi karşılayacak kadar bilinmez ve sürpriz var. En beğendiğim yanı, klişelerin üzerine fazla yük bindirse de yazar kullandığı tüm klişeleri okuru sıkmayacak biçimde romana yedirmiş. Akıl almaz bir konu ya da karakter derinliği yok. Olaylara tanık olurken karakterlerin varlığını okura uzak değil yakın tutacak kadar da yeterli biçimde işlenmiş karakterler var. Bu tür bir roman için bence başarılı. 

Türü sevenlere gerçekten tavsiye ederim.

8 Mart 2024 Cuma

Agnes Ravatn "The Guests"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu için seçtiğim bir yazar Agnes Ravatn. Fakat okumaya başladıktan sonra anladığım üzere Norveçli yazarın The Guests adlı romanı, soğuk diyar polisiyesinden daha çok "soğuk diyar psikolojik gerilimi".

Anlatıcımız Karin ve eşi Kai, kendi hallerinde bir çift anladığımız kadarıyla. Tesadüfen yaşadıkları bir karşılaşma sonucunda ise normalde güçleri yetmeyecek bir hafta sonu tatiline çıkıyorlar. Karin'in gençliğinden pek de severek hatırlamadığı bir arkadaşıyla yaşadıkları tesadüfi karşılaşma sonunda hukuk alanında birkaç öneri isteyen arkadaşı, karşılık olarak kendi "havalı" kabininde bir hafta sonu için onları davet ediyor. Karin ve Kai'nin bu eve ulaşmasıyla başlıyor roman. İkisi başbaşa, bir hafta sonu geçirip evlerine dönecekler.

Komşuları ise ünlü bir yazar ve onun az ünlü yazar olan kocası. Karin'in şansına, okuyup sevdiği bir yazar.... Ancak komşularıyla karşılaştıkları bir anda yaşadığı psikolojik durum ve Karin'de yarattığı etki nedeniyle karı koca, birden kendilerini uydurdukları bir gerçeklik içine atıyor. Komşularıyla bir sonraki karşılaşmalarında kendilerini zengin ev sahipleri gibi göstermeye başlıyorlar, ancak yalan yalanı doğuruyor ve romandaki gerilim artıyor.

Bu, gerçekten psikolojik bir gerilim ve Karin'den okura da yayılıyor. Evlilikleri, yaşantılarının gidişi, karşılaşmanın tesadüflüğündeki absürtlük, bir yandan Karin'de bir gerilim yaratıyor, bir yanda da komşulara atılan yalanların sorumluluğu çiftte, özellikle Karin'de artan bir gerilimle sonuçlanıyor. 

Romanda Haneke filmlerindeki boğulma hissini yaşadım, aynı tür bir gerilimi yer yer hissettiriyor. Psikolojik bir gerilim olan psikolojik bir analizin tablosu da romanda var. Neden olmadığımız biri gibi davranma ihtiyacı duyarız? Klostrofobik bir yanı da olan roman, ağırlıklı olarak tek mekanda geçiyor. Gerilim, iki hanede geçirilen birkaç saate yayılıyor ve toplamda iki günden ibaret. 

Psikolojik gerilim sevenler beğenebilir ancak insan psikolojisinin bir resmini okuyacaksınız, yüksek tempolu bol bilinmezli şaşırtmaca üstüne şaşırtmaca vaadi olan bir roman değil.

3 Mart 2024 Pazar

Monika Kim "The Eyes Are The Best Part"

Kareler ve Sayfalar polisiye/gerilim/gizem turu, Amerika'dan bir yazarla devam ediyor: Monika Kim'in Haziran 2024'te satışa sunulacak olan kitabı The Eyes Are The Best Part ile.

Güney Kore'den Amerika'ya göç etmiş iki insanın iki çocuğundan biri olan Ji-Won'un hayatı, babasının başka bir kadın için evden ayrılmasıyla sallanmaya başlamıştır. Annesi, girdiği psikolojik yıkımla cebeleşşirken, gözlerle tanışıyoruz. Balığın gözleri yendiğinde hayattaki şansın artacağına dair olan geleneksel bir Güney Kore inancıyla tanışıyoruz. Bu gözler, romandaki gözlerle olan ilişkinin henüz rayından çıkmadan kurulduğu gözler.

Anlatıcımız Ji-Won, Güney Koreli bir ailenin Amerika'da yaşayan iki genç kızından biri olarak öncelikle bir sosyal yalnızlık içinde; bir de roman ilerledikçe görüyoruz ki davranış bozukluklarına sahip. Bir türlü sağlıklı bir arkadaşlık kuramamış gibi görünen Ji-Won ve 15 yaşındaki kız kardeşinin hayatı, babalarının terk etmesinden sonra her ikisinde de annelerinin yıkımının da eklendiği bir çöküş yaratmıştır. Ama en büyük çöküşe sürüklenen Ji-Won'dur. Bu çöküşü hızlandırıp şiddetlendiren ise annelerinin hayatına giren, biraz da kim olduğu belli olmayan "beyaz adam"dır. Annelerinin sevgilisinin tüm açıklarına rağmen annelerini yeniden yıkılmış görmemek için susan iki kardeşin yükü de Ji-Won'dadır. 

Öte yandan okulda, sağlıksız bir iletişim kurmaya başladığı başka bir erkek de aynı dönemde karşısına çıkar. Kadın düşmanlığı ve örtük ırkçılığın saçma bir birleşimi olarak karşılaştığımız bu durum, sinsi bir zorbalığa da anlatıcımızı maruz bırakmaya başlar.

Romanda karşımıza çıkan kadın karakterler ve erkek karakterler tamamen karşıtlık temelind. Bu karşıtlığın kadınlar lehine tarafı ise "gözlerin gücüne" yüklediği metaforik anlamla doğmaya başlayan yeni seri katil Ji-Won.

Hastalıklı bir zihnin intikam hikayesi olan roman, çabuk okunuyor. Klişe temalar üstüne kurulmuş olsa da temposunu sonuna kadar koruyan bir roman olmuş. Amerika'da ötekileştirilmenin birden fazla boyutuyla farklı kombinasyonlarda karşılaşan karakterlerin işlenişi ne sıkıcı ne de abartılı.

1 Mart 2024 Cuma

Sue Fortin "The Missing Wife"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi olmayan polisiye/gerilim/gizem türündeki romanlar turu devam ediyor. Kendi halindeki blog turu kapsamında okuduğum son kitap,16 Şubat 2024 tarihinde okurlarıyla buluşan Sue Fortin'in "The Missing Wife" adlı romanı oldu. Gallerli yazarla da bu vesileyle tanışmış oldum.

Adından da anlayacağınız üzere roman, kaybolan bir eş ile ilgili. Romanda anlatıcımız ağırlıklı olarak çoğu bölümde Siobhan; diğer bölümlerde ise farklı karakterlere dışardan baktığımız, onların gözünden olaya bakma şansı bulabildiğimiz bölümler. Siobhan kim? Romana adını veren "kayıp eş" İrlanda'da yaşamakta olan Kathleen Walsh'ın üç kız kardeşinden biri. Kızkardeşleriyle geçirdikleri biraz kavgalı gürültülü bir geceden sonra Kathleen, aniden ortadan kaybolmuştur. Evli ve bir çocuk annesi olan kadının eşini başka biri için terk ettiği düşüncesi gittikçe herkesin kafasına daha da yerleşmiş, bu nedenle de arama çalışmaları kısa bir süre içinde sonuçsuz biçimde sönüp gitmiştir. Kathleen'in ardından ücretsiz izne çıkarak gazeteciliğe de ara veren Siobhan'ın evliliği de sallantıya girmiş, kocası evden ayrılmıştır. Freya adlı 15 yaşındaki kızıyla yaşayan Siobhan, anlayacağınız zor zamanlar geçirmektedir. Ancak...

Kathleen'in kaybından altı ay sonra, Brighton'da yaşamakta olan Siobhan'a bir telefon gelir. Telefon, Kathleen'in cüzdanının bulunduğunu haber vermektedir. Arayan kişinin kimliğine dair bir fikri olmayan Siobhan, cüzdanın içinde kendi adı ve soyadı yazdığını duyunca meraklanır. Neden Kathleen'in muhtemel cüzdanı içinde kendi adı yazsın? Cüzdanın teslim edilmesi için İrlanda'da yaşayan kardeşinin adresini veren Siobhan, sonrasında kızını da yanına alarak İrlanda'ya, ailesinin de yaşadığı yere döner. Aklında bir plan vardır; Kathleen'e ne olduğunu bulursa evliliğini de yeniden toparlayabilecek, işine geri dönebilecektir. 

Olaylar, yalnızca bir kayıp eş vakasından öte, birden fazla suçun iç içe geçtiği bir organizasyonla temas ediyordur. Bu olaylar ne, Kathleen'in geçmişindeki sır ne, ortadan kaybolması bir cinayet mi yoksa bir yerde saklanmakta mı? Tüm bunların cevabını bulabilmek için Siobhan hem kendi hayatıyla hem de Kathleen'in geçmişiyle yeniden yüzleşmek zorundadır. Bu nedenle de yola çıkar; kayıp kız kardeşinin çalıştığı kurum ve evliliğini, kocasını irdelemeye başlar.

Küçük bir topluluk olmasına rağmen Siobhan, kardeşinin başına gelenleri anlamak için bu küçük topluluktaki tüm sır, gizem, karmaşa ve çıkar ilişkileri ağına da temas etmektedir. Böylece kendisi ve istemeden sevdiklerini de yavaş yavaş tehlikeye yaklaştırmaktadır.

Romanda beğendiğim özellikler; kolay okunan, sıkmayan bölümlerden oluşması ve tek bir anlatıcı olmamasına rağmen bölümler arasında dikkati dağıtmaması. Fakat sonlara doğru tempo hızlanmışken, boşuna biraz uzamış gibi hissettiren bölümler vardı. Kurgu, bir polisiye için okuru merak ettirmeyi başarıyor. Çok farklı, benzersiz bir konusu ya da fazla kompleks bir olay örgüsü yok. Ancak bir seferde oturup elinizden bırakmadan okumak isteyeceğiniz türden bir roman. Bu nedenle polisiye/gizem sevenler için tavsiye ederim.

Netgalley ve Storm Publishing'e teşekkür ederim ayrıca.

19 Şubat 2024 Pazartesi

Riley Sager "The House Across The Lake"

Kareler ve Sayfalar psikolojik gerilim/polisiye/gizem özel turu devam ediyor: Riley Sager'in geçen haftalarda okuduğum The Last One Left adlı romanını çok beğendiğim için yine aynı yazardan bir roman okumaya karar vermiştim. Blog'da yazısı var; bu yazıdan birkaç yazı öncesi. Orada da söylemiştim, sanırım yazarın en iyi romanıyla yazarı tanımış oldum diye. Doğru tahmin ettiğimi görmek üzdü; zira The House Across The Lake de muhtemelen yazarın henüz iki kitabını okumuş olsam da en sevmediğim kitabı oldu galiba. Zirvede bırakıp, The Last One Left'ten başka romanını okumasa mıydım acaba...

Ancak romana çok hevesli başladım; klişe bir olay örgüsüyle başlayan romanda anlatıcımız 35 yaşındaki oyuncu Casey Flether, aylar önce eşinin de boğularak hayatını kaybettiği gölün kıyısındaki evlerinde tek başına alkole boğulmuş halde yas tutmaktadır. Bu tür bir klişe için zaten hazırlıklıydım; yalnız, depresif bir baş karakter gerekliydi zira o kadar boş zamanı olmalı ki, karşı komşularının evini gözetleyecek imkanı olsun. Romanın adından da anlaşılacağı üzere zaten bizi bekleyen şey bir klişe: "cinayeti gördüm" tarzı bir şey olacağı belli, penceredeki kadın gibi bir kurgu geleceği belli, içine biraz da haneiçi şiddet gireceği de belli. Tüm bunlar, okumaya başlamadan beklediğim ve rahatsızlık vermeyen ipuçlarıydı. 

Casey, gölün karşısındaki eve yeni taşınan komşularından, eski bir manken olan Katherine'i boğulmaktan kurtardığı gün, yas ve alkolle dolu günlerinde yeni bir dönem başlıyor. İki kadın arkadaş olmaya doğru giderken, bir gece Casey'nin evi resmen dikizlemekle meşgul olduğu bir anda tanık olduğu karı-koca kavgası ve şüpheli birkaç durum ardından Katherine kayboluyor. Casey de, bu kaybı oldukça şüpheli buluyor. Şüphelerini desteklemek için yazarın kurguya dahil ettiği detaylar çok itekleme, hatta gereksiz, yetersiz, klişelerin ötesine geçemediği gibi zorlanarak ipucu haline getirilmiş. Romanda Casey'yi Katherine'i araştırmaya götüren yol, popüler bir gerilim/gizem yazarı için hazlasıyla hafif kaçmış. En azından editörün müdahale ederek geliştirmek için yönlendirebilmesini beklerdim. Hem popüler, hem çok satan hem de çok okunan bir yazarın "nasılsa okunur" girdabına yakalanması sorunu romanda var; bu yüzden rahatsız etmeyeceğini bildiğim klişeleri içerdiğinden emin olarak başladığım roman, sıradanlıktan ve zoraki bir metin olmaktan kurtulamamış. 

Bir gerilim/gizem/polisiye romanı olarak başlayan The House Across The Lake, nasıl bir riski göze alarak yazar tarafından birden doğaüstü detaylarla hareketlendirilmeye çalışılmış bilmiyorum; romanda benim için en kötü yan buydu. Spoiler vermeden yazmaya gayret ediyorum ancak romanın ilk yarısı zaten klişeler ve zorlamalarla doluyken, ikinci kısmı yaşadığı tarz değişikliği nedeniyle kötü bir cin filmi etkisi yarattı bende. Sadece bitirmiş olmak için okudum. 

Elbette böyle kurguları da seven vardır; ancak süprizlere kapalı, klişeleri işlerken klişelerden kurtulamayan, finalde de oldukça sıkıcı bir sona bağlanan bir roman. Muhtemelen yazarın bundan daha beğenmeyeceğim romanı yoktur; o yüzden bir şans daha verip başka bir eserini yine okudum. Fakat bu kitabın şu an sinemaya da uyarlanmakta olduğunu okumak... Umarım bir polisten destek alarak olayları baştan, incelikle kurgularlar. Yoksa bu filmin yazarın hatrına izlenecek olması haricinde bir başarısı olacağını sanmıyorum.

17 Şubat 2024 Cumartesi

Minka Kent "Imaginary Strangers"

Kareler ve Sayfalar gerilim/gizem hatta polisiye romanlar kısmi özel turu devam ediyor: Bugünkü konuk 23 Temmuz 2024'te okurlarıyla buluşacak bir roman, ilk kez okuduğum bir yazar olan Minka Kent'in "Imaginary Strangers"ı.

Imaginary Strangers'ı geçen hafta okudum, anlatıcı karakter Camille Prescott, dışarıdan baktığımızda kendisine düşkün doktor bir eş ve iki çocuğuyla üst gelir grubunda yer alan, Amerikan rüyası olarak pazarlanan aile yapısının bir örneğini sunan, güzel, akıllı, ailesine düşkün bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Ancak tüm bu ışıltının altında yatan, Camille'e dair kimsenin bilmediği bir gerçek bir gerçek de var. Bu gerçek hem Camille'de vücut bulan kusursuz anne ve eş imajının yaratıcısı, hem de onu kaybetmemek için ortaya çıkmasını engellemek zorunda olduğu bir gerçek: Camille, bir sosyopat. Hayli yüksek işlevli, sosyopat olduğunun farkında ve uzun süre terapi görmüş bir sosyopat olarak Camille. Eğer hayatınızda bir sosyopat ile tanıştıysanız, sosyopatiyi doktor bir eşin bile fark etmediği bir durumda Camille'in kendisini gizlemekte ve her şeyi kusursuz, rayında tutmak için girdiği çabaya hayran kalırsınız. Oldukça ender olduğunu düşündüğüm bu durum, bir kurguda karşıma çıktığı için fazla sorgulamadım.

Camille'in neden sosyopat olduğuna dair bir fikir edinmem için romanın ilk sayfalarını okumam yeterliydi: Camille, annesini küvette boğmaya giriştikten sonra annesinin bir daha kendisiyle karşılaşırsa onu öldüreceği tehdidinin ardından 17 yaşında annesiyle yaşadıkları evden çekip gidiyor.

Camille bir sosyopat, ancak sosyopat olması doğuştan gelen bir sorundan ziyade, insan eliyle "inşa edilmiş". Anlatıcımız, ihmal edilmiş, bu nedenle istismar mağduru bir çocuk olarak büyümüş. Camille'in hayatını mahveden ise bizzat onu doğuran kişi olan annesi. Camille, daima yok sayılan, görünmezmiş gibi davranılan bir çocuk olarak temel insani ihtiyaçlarını bile gidermekten yoksun bırakılarak annesi tarafından daima şiddete uğramış. Tüm bunlara dair detaylar ise romandaki geri dönüşler aracılığıyla Camille'in terapisti ile olan görüşmelerine dair bölümlerde yer alıyor. Sosyopat tanımayanlar için tekrar edeyim, romanda da sıklıkla karaktere dair bir detay olarak yer alıyor zaten: Sevme kabiliyeti, empati, üzüntü gibi duygular maalesef sosyopatlarda yok. Peki Camille nasıl iyi bir anne ve eş oluyor derseniz; toplumsal normları analiz edip, keşfedip, tiyatro sahneler gibi amacına ulaşmak için üstlenmesi gereken rolleri çok iyi bir performansla ortaya koyarak. Ve koruma içgüsünü de oldukça zekice ve kontrollü biçimde kullanarak, ender görülecek bir tablo sunan Camille, çocukları ve ailesi için ölmek ve öldürmekten asla kaçınmayacak halde. Ama dediğim gibi, aslında Camille'de annelik duygusu yok, yalnızca koruyor, onlar uğruna çabalıyor ancak bu hissi güdüleyen, klasik bir anne ya da eş sevgisi değil. Çünkü hissedemez. 

Kendi yaşadığı hiçbir şeyin çocuklarının yaşamaması için uğraşan Camille, küçük kızının anaokulunda edindiği önce hayali bir arkadaşla kurduğu aileye yönelen bir tehlikeyi seziyor. Ardından, hayatını mahveden en büyük suçluya dair anılarında yer alan detaylar, kızının okulda edindiği bir başka "gri saçlı arkadaşı" aracılığıyla Camille'e ulaşmaya başlıyor. Bu noktadan sonra, tehlikeyi bulup imha etmeye yönelmiş güdümlü bir füze olarak Camille var karşımızda; birkaç haftaya yayılan roman, Camille'in bu gizemli arkadaş ve ardındaki sırra dair arayışları, hatta takıntıya dönüşecek iz sürmesini okuyoruz.

Imaginary Strangers her ne kadar "sosyopat bir anne" ile öne çıkıyor olsa da aslında karşımızda hiçbir şeyin ne tam siyah ne de tam beyaz olabileceğine dair bir tablo ile sonlanıyor. Bir yanda kötü bir anne olmamak için her şeyi yapmaya hazır, sosyopat bir Camille, diğer tarafta korkunç bir anne olarak Camille'in annesi Lucinda bir "olgu" olarak roman boyunca bizimle. Ancak kitabın finalinde, anne olmanın bir başka yanını, Camille'in hissedemediği yanını da görüyoruz. Camille ve ailesine yönelik tehdit, bir annenin sevgisiyle mi yoksa nefretiyle mi şekillenmiş?

Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim, umarım dilimize de kazandırılır. 

10 Şubat 2024 Cumartesi

Riley Sager "The Only One Left"

Kareler ve Sayfalar pskiolojik gerilim, gerilim, polisiye türleriyle yer yer temas eden kitaplar kısmen özel turu devam ediyor. İlk kez okuduğum bir yazar olan, çok popüler bir "mystery", "thriller" yazarı olan Riley Sager'in yine 2023 yılında çok adı duyulan romanıyla. The Only One Left. 

En baştan belirtmem gerekli; sanırım Sager'ın en iyi romanıyla yazarla tanışmış oldum. Amerikalı yazarın, tam da 1980'lerde geçen, kendilerine has bir korku temasıyla izleyenlere polisiyenin kendi diyarlarından en iyi örneklerini vermiş filmlerine ve romanlarına benzer tatta yazdığı bir roman The Only One Left. Kitap kapağının yaptığı çağrışım da öyle, yaşı benim gibi YAŞLI olanlar hatırlayacaktır; o dönemden bahsediyorum. Keza romandaki hikayenin üslubu ve kurgusu da aslında eski tatta bir olay. Ancak çok iyi işlenerek klişelerin bile ne kadar iyi kullanılabileceğinin de örneği olmuş roman.

Romanda anlatıcımız Kit, hastabakıcı olarak çalışan ancak bir hastasının ölümündeki ihmal yüzünden altı aylığına mesleğinden uzaklaştırılan genç bir kadın. Annesinin ölümü üzerine babasıyla yaşadığı evde oldukça bunalmış durumda olan Kit, kendisine önerilen ilk işe evet diyerek işe geri dönüşünün adeta bir cezayı andırmasına rağmen Maine'deki en kötü itibarlı evlerden birinde işe başlar. Bu evin kötü itibarı, evde işlenen üç cinayetten kaynaklanmaktadır. Anne, baba ve bir kızlarının öldürüldüğü evde, sağ kalan diğer kız ise cinayetle suçlanmasına karşılık onun katil olduğuna dair hiçbir ley ispatlanamamıştır. Ancak sağ kalan kız, Lenora Hope, hayatına yatağa mahkum halde devam etmekte, yalnıza sol elini kullanarak basit iletişimlerde bulunabilmektedir. Konuşması, hareket etmesi ise artık mümkün değildir. Bu nedenle Kit, istemeyerek de olsa bir katilin bakıcısı olmuştur. İçten içe, kendisi gibi "katil" gözüyle bakılan bir kadınla ortak bir kaderi paylaştığı düşüncesi, romanda Kit'in suçluluk duygusu ve yalnızlıkla bir benzerini bulup onu anlama imkanına kavuştuğunda geçeceğini düşündüğü bir hisle, bir umutla sarılı.

Romanın tamamının neredeyse tek mekanda geçtiği bu evin adı ise, romanla muhteşem bir uyum içinde olan Hope's End'dir. Bir yandan umut bir yandan da karamsarlıkla çevrili bu evin sahipleri ve evle neredeyse temas eden herkesin hayatındaki umutlar ve bu umutların nereye kadar nasıl hayatta kaldığına, nasıl sonlandığına ya da yok edildiğine dair aydınlanmayı ise romandaki geri dönüşlerle anlatılan hikayeyle okuyoruz. Bu hikayenin yazarı ise yatağa mahkum Lenora. Elini zorlukla kullanan Lenora'nın bir daktilo aracılığıyla asla aydınlatılamayan, aslında katili asla bulunamayan cinayetlerin işlendiği o gece aslında ne olduğunu itiraf etme çabasıyla Lenora, bir yandan Kit'in merakını gidermeye bir yandan da süregelen bir dramı aydınlatmaya girişiyor.

Romanda birçok klişe olay, yerinde kullanılarak sürükleyici ve usta işi ters köşelerle dolu bir kurguya dönüştürülmüş. Yazarın bundan daha iyi bir kitabı var mı bilmiyorum, ancak bu romandan sonra tüm kitaplarını okumaya karar verdim. 

Kesinlikle gerilim, korku, polisiye unsurlarına karşı bir düşkünlüğünüz varsa atlamayın The Only One Left'i.

9 Şubat 2024 Cuma

Alice Feeney "I Know Who You Are"

Kareler ve Sayfalar psikolojik gerilim & polisiye çok satanlar, çok okunanlar, çok konuşulanlar, çok göz önünde olanlar turu devam ediyor. Yine tanıdık bir isim var; Alice Feeney. Bu yaz çılgın gibi her gün bir kitap bitirdiğim dönemde okuduğum, binge-reading denilen faaliyet için de oldukça uygun kitapların yazarı olan isimlerden biri kendisi. Tutturduğu anlatım tarzı, olay kurguları ile 500 sayfalık bir kitap da yazsa yalnızca bir gün içinde bile bitirebileceğiniz bir tarzın neferi. O yüzden genelde dediğim gibi, bir Wallander serisi romanı ya da iyice abartarak söylersem Ecinniler beklemeyen herkesi tatmin edebilecek bir ürün örneği I Know Who You Are.

Kimsenin nereden tanıdığını net çıkaramadığı ancak gözünün sürekli bir yerden ısırdığı, adından ziyade tahmini rolünün geçtiği eserin anımsandığı oyuncu tipi vardır ya, işte anlatıcımız Aimee Sinclair de öyle bir "az ünlü" oyuncu. Biraz daha fazla adından söz ettirebileceği bir filmin çekimlerinin son günlerinde de ise romanımız başlıyor; Aimee, setten döndüğü bir gün aslında kocasının evde olmadığını fark ediyor. 

Yalnızca kocasının kaybolduğunu değil, kocasının pek fotoğraf çektirmeyi sevmeyen bir adam olmasına karşılık birkaç fotoğraflarından birinin de kaybolduğunu fark ediyor. Geride yalnızca telefonu, cüzdanı ve pasaportu kalan bu adam nerededir, neden gitmiştir, işin en kötüsü de Aimee'nin zaman zaman yaşadığı fügler nedeniyle yeniden hafızasında bir boşluk mu oluşmuştur acaba? Ve acaba, o boşluk, kocasının ortadan kaybolmasıyla doğrudan ilgili bir şey sonucu oluşan travma sonrası bir vicdan azabıyla mı tetiklenmiştir?

Aimee'nin hayatındaki tek sorunun bu olmadığını ise geriye dönüşlerle okura aktarılan bölümlerle hikayenin sonuna dek izliyoruz; romanın sonunda tüm açıklamalar geçmişten başlayıp günümüze gelen ve günümüzde devam etmekte olan olaylarla kesiştiğinde ise biz finali okuyor oluyoruz, her şey aydınlanmış oluyor. Aimee'nin, aslında evden kaçıp kaybolan bir kız olduğunu ve neredeyse kimsesiz olduğunu da böylece görüyoruz. Peki bu kızın başına ne geldi?

Roman, Feeney'nin alışılageldik güvenli alanı içinde bir yazar olarak hareket ettiği bir başka romanı aslında; yine bir kadın karakter, anlatıcı, karakterlerin geçmişi gizemli, ortada net olan neredeyse hiçbir şey olmadığını fark ettiğimiz bir zirve noktasından sonra yavaş yavaş çözülmeye ve tanınmaya başlanan karakterler. Yer yer zorlama olduğu belli bir kurgu. Ancak çok hızlı okunan ve kendisini sonuna dek merak ettirmeyi başararak binge-reading için ideal bir eser olma özelliğini de koruyan bir roman.

Finali ise oldukça eleştiri almış, ki bu eleştirilere ben de katılıyorum. Okurken bile rahatsız olacağınız birden fazla sahnenin yer aldığı romanın finali, gerçekten midenizi ağzına getirecek bir sona sahip.

30 Ocak 2024 Salı

Kate Brody "Rabbit Hole"

Kareler ve Sayfalar psikolojik gerilim kısmi özel turu, Amerikalı yazar Kate Brody'nin 18 Ocak 2024'te yayınlanan ilk romanı Rabbit Hole ile devam ediyor. İlk olarak NetGalley'de audiobook olarak dinlemeye başladığım kitabı kindle'dan okumaya geçerek teknolojinin tüm imkânları sayesinde okumuş oldum. 

Roman, anlatıcımız Teddy Angstrom'un babasının başlangıçta bana bir hayli şüpheli görünen "intiharı" ile başlıyor. 30lu yaşlarının başındaki Teddy ve annesinin yaşadıkları ilk acının bu olmadığını ise aileye dair geriye dönük her detayda göreceğimiz üzere anlıyoruz. Zira on yıl önce, Teddy'nin kardeşi Angie de ortadan kaybolmuştur. Travmatik bir olay olarak bu kayıp, Teddy'nin hayatının merkezinde olduğu gibi romanın da asıl meselesi. 

Angie'ye ne olduğunu anlamaya çalışması hikayesinin yanında süregiden ve ağırlığını finale doğru daha fazla hissettiren nokta ise Teddy'nin hayatında bu kaybın yarattığı yıkım, hayatını kaplayan bir travmanın etkileri. 

Öğretmenlik yapan Teddy, babasının ölümü ardından internette kardeşiyle ilgili aramalar yapınca Reddit'e adeta "düşüyor". Bundan sonrası, Teddy'nin internette Angie'ye dair bir şey bulma umuduyla takıntılı birine dönüşmesi halini alıyor. Bir yandan babasının hayatından bir yandan da Angie'nin hayatından insanlarla iletişime geçerek ya da karşılaşarak ya da istemsizce yollarının kesişmesi sonucunda Teddy'nin geçmişinden bu güne hayatını kaplayan yıkık ailesiyle yüzleşiyoruz. Ailenin başlangıcından beri ortada sağ olan hiçbir şey aslında yok.

Ancak kitapla ilgili yanlış bir strateji izlenmiş bence; bu romandaki psikolojik gerilim/polisiye unsurlarından ziyade öne çıkan bir dram var. Bu bir yas ve takıntı romanı; hatta mental health falan yazsalar daha doğru olurmuş gibi geldi. Bence. Biz Teddy'nin dramını okuyoruz; yalnızlığını, umutsuzluğunu, ortadan kaybolmasından önce Angie'nin Teddy üzerindeki etkisini, babasının içinde olduğu ruhsal durumun başlangıcından beri aileye etkisini, annesinin kısmen pasifliğiyle gelişmiş çarpık bir hayatı okuyoruz. Bu nedenle finali, aslında bir psikolojik gerilimden ziyade bir dramın çözümüne benziyordu.

Roman ortalarına dek gizem unsurlarını ortaya çok yavaş ve bazen bana göre gereksiz uzatmalarla sunuyor; sonrasında tempo biraz daha yükseliyor ancak metin sanki tür değiştiriyor; gerilimin biçimi değişiyor. Bunda Teddy'nin ruhsal durumunun değişmesi de etkili. 

Finale kadar merak ettiriyor mu, evet. Çözüme dair ipuçları veriyor mu? Hayır, zira okurken şüphelendiğim karakterler ya da aklıma gelen açıklamaların hiçbiri karşılık bulmadı çünkü dediğim gibi, bu romanın finali bir polisiyenin finalinden ziyade bir kadının hayata dönme gayesiyle ilgili.

Tavsiye ederim yine de.

26 Ocak 2024 Cuma

Bea Setton "Berlin"

Kareler ve Sayfalar literary-fiction, popüler hafif psikolojik gerilim içeren binge-reading kitaplar pek de özel olmayan turu devam ediyor. Bea Setton'dan Berlin ile. İlk kez okuduğum bir yazar, goodreads'teki yorumlara bakarak seçtiğim kitaplardan biriydi, pişman olmadım, hatta beğendim.

Anlatıcı karakterimiz Daphne, Fransa'da doğmuş, sonrasında Oxford'da okumak için İngiltere'ye yerleşmiş ve anladığımız kadarıyla lisansüstü başvuruları reddedilmiş genç bir kadın. Ailesinin hala okuduğunu sandığı, hatta felsefe alanında lisansüstü öğrenim gördüğünü düşündüğü Daphne, ailesine "felsefe çalışmalarında hayli yardımcı olacağını düşündüğü" için Almanya'da Almanca öğrenmeye gitmek istediğini söyleyerek Berlin'e gelmiş. Söylediği tek yalanın bu olmadığını sayfalar geçtikçe anlamak mümkün; neredeyse kendisi hakkında söylediği her cümle bir yerden bir yalana bağlanıyor. Kesinlikle hastalıklı bir yalancılığın ardındaki bozuk psikolojiyi yazar sade biçimde çok güzel vermiş. Bir önceki yazıda da bahsettiğim gibi, Avrupa'nın içinde olduğu dekadansın ve nihilizmin bir örneği de Daphne adlı anlatıcımız. Kronik yalancılığı imkan verdiği kadar tanıyabildiğimiz anlatıcımız, amaçsızlık ve konfor batmasıyla karışık bir ruh halinde. Ailesinden gelen maddi destekle çürümesine devam etmek için kaçtığı bir yer olarak da kendisi gibi kaçaklarla dolu Berlin. Ve kendisi gibi, dekadansın haleti ruhiyesi gibi tekinsiz bir Berlin.

Kiraladığı dairenin önce camında bir çatlak, ardından da daireye yönelik bir saldırı olduğunda anlatıcımız gerçekten dehşete düşüyor; kime ne yaptığını bilmiyor, neden hedef alındığını bilmiyor, dil okulundan insanlarla kurduğu yalancı ve yüzeysel iletişim hariç Berlin'de geçirdiği zamanda edindiği takıntılı bir eski sevgiliden başka neredeyse kimsesi bile yok.

Daphne'nin zihnindeki çöküşü karşımıza Berlin'de geçen bir psikolojik gerilime çevirmekte yazar bence başarılı olmuş. Bergman filmlerindeki bir gerilimin benzerine ya da en sevdiğim filmlerden biri olan Victoria'daki Berlin'e benzer bir tekinsizlik romanı sarıyor. Bir yanda yine bedensel yıkımla ruhsal yıkımını örtmeye çalışan genç bir kadın var; bir yanda da Avrupa'nın karakterler üzerinden yüzümüze vuran buhranı.

Çok beğendim, yani neden çok beğendim; bu kadar yalın biçimde aslında hiçbir özelliği olmayan bir insanın kaçışı ve çöküşünü, gizemli bir şekle sokarak gerilimin hakkını vermek zor olsa gerek. Yazar bunu başarmış bana göre.

25 Ocak 2024 Perşembe

Megan Nolan "Acts of Desperation"

Kareler ve Sayfalar, literary-fiction, novel, goodreads'te sürekli karşılaşılan popüler kitaplar, pek de özel olmayan turu okumayanın tutuklandığı bir kitapla devam ediyor: Acts of Desperation. Megan Nolan'ın yeni kitabı çıktı (Ordinary Human Failings) ama yazarı ben daha yeni okudum; büyük bir kayıp olarak görmediğim gibi, bir kazanç beklentim de olmadan okuduğumdan ortada sorun yok.

Burada yine literary-fiction üzerine cinnet geçirmeyeceğim, ilk paragraf bunun önüne geçtiğim zihinsel durumumu, okuma kararımı etkileyen süreci aktarıyor bence. Bu türü, beklentisiz okuyorum. Bir günlüğüne bir yere gitme amacı olmadan otobüste ya da trende kulaklığa müzik takıp son istasyona kadar gidip geri dönmek gibi. İnince migren olmamak tek beklenti. İşte bu kitap da, beklentisizliğin bulunduğu migren olmamak yeterli seviyesindeki amaca uygun, sonunda migren olmadım.

Anlatıcımız olan kadın karakterin Dublin'de Ciaran adlı gençle tanışması ve ilk görüşte aşık olmasıyla başlayan, insanın anlatıcıyı tutup "kızım sen napıyorusun" diyerek sallama isteğiyle dolduran roman, adını tam anlamıyla hak eden bir roman. Anlatıcının içinde bulunduğu durum, dünyayı sarmalamış çöküş ve çürümenin bir göstergesi. Elbette fazlasıyla bireysel bir metin okuduğumuz hissi bizi terk etmiyor ancak küresel bir çürümenin anlatıcı ve yaşadığı ilişki üzerinden okunabilen yönü sanki tüm metin. Zihinsel olarak tükenmiş, ruhsal anlamda sorunlu, gelecek, geçmiş ve şimdiki zaman arasında bir bağ kurma ve kendini koruyabilme gaye ve gücünden arınmış bir "yığının" yansıması bizim anlatıcımız da. Böyle baktığımızda acts of desperation'ı yalnızca anlatıcının Ciaran'la karşılaşmasıyla gelişen yıkım üzerinden daha yüksek bir irtifadan bakarak da okuyabiliriz; karşımızda, ülkemizde ya da dünyanın muhtemel köşelerinde karşılaşacağımız belirli bir yaş grubu ve yaşam biçimi tipi var.

Bu tip, romanda yer aldığı haliyle, hastalıklı ruhsal durumun Ciaran adlı gençle ilişkisi üzerinden daha da tetiklenerek kötü bir hal almasıyla anlatıcının aşkı yaşamasının kendine yönelik şiddet için bir araca dönüşmesi şeklinde yaşayan bir tip. Kendini tüketerek var olmanın yok olmaya alternatif sanıldığı dekadans portresi. 

Kesinlikle umutsuz, karanlık, hastalıklı ve insanı okurken bile rahatsız eden bir metin; bunu kitabı kötülemek için değil, aksine yazarın bu çöküşü oldukça yalın biçimde anlatma kabiliyetini tanımlamak için yazıyorum. 

21 Ocak 2024 Pazar

Matt Wesolowski "Changeling"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu, tam olarak soğuk diyar olmasa da hava sıcaklığının kuzeye gidildikçe düşmesine bağlı, havası daha soğuk olan, kışları daha sert, bahaları ve yazları da daha yağışlı geçen bir yerden devam ediyor: Konuğumuz Birleşik Krallık'tan Matt Wesolowski ve Six Stories adlı serisinin üçüncü kitabı Changeling.

İlk kez okuduğum bir yazar ve seri; serinin birinci kitabından değil de üçüncü kitabından başlamış oldum. Geçen hafta sonu çok acilen bir günde okunacak bir polisiye lazım bana ve soğuk diyarlı olması lazım diye evde dolanırken okumaya başladım. Bir günde de bitecek bir romandı, ancak iki günde bitti. 

Podcast formatında yazılmış bir roman; nasıl mı? Anlatıcımız Scott King, çözülmemiş vakalar ya da genel olarak işlenmiş suçlarla ilgili vaka odaklı bir podcast serisi sunmakta olan bir araştırmacı-gazeteci. Six Stories ismi de podcast'te altı farklı açı ve kişiden yorumlarla, röportajlarla incelemekte olduğu konuyu ele almasından geliyor. Haliyle Changeling'te de araştırdığı kayıp vakasına dair altı kişiden altı farklı görüş ve nihayetinde King'in olaya dair vardığı sonuç yer alıyor. 

Changeling'deki konu ise, King'e ulaşan bir mektupla birlikte 1988 Noel'inden bir gece önce babasıyla eve dönmekte olan Alfie Marsden'in kaybolması vakasının King tarafından yeniden araştırılmaya başlanması. Kaybolduğu dönemde 7 yaşında olan Alfie, babasıyla birlikte annesiyle yaşadığı evden ayrılmış, babasının evine doğru yol almaktadır. Wentshire ormanından geçerken arabasından gelen sesler sonucu kenara çeken baba, arabada uyumakta olan oğlunun birden kaybolduğunu fark eder. Ancak yapılan hiçbir arama sonuç vermez, yıllardır anlatılagelen masallarla oldukça ürkütücü hikayelerle donatılan Wentshire ormanında, Alfie kaybolur ve olaydan neredeyse 30 yıl sonra Scott Kinh, konuyu aydınlatabileceğinin umulduğu bir mektupla geçmişi sorguladığı yeni bir podcast serisinde kaybı araştırmaya başlar. Biz de Alfie'ye ne olduğunu öğrenmeye çalışırken King'in görüştüğü kişilerle olayın derinliklerine inmeye başlıyoruz.

Medyada anlatılanın, çizilen resmin ötesindeki korkutucu bir şeyle yüzleşmeye de böyle başlıyoruz; olayın taraflarına dair bilgiler ortaya çıktıkça, Alfie'nin içinde olduğu yaşamın sıradışılığının zehriyle yüzleşiyoruz. Bir yandan da belirmeye başlayan sosyopat portresiyle karşılaşıyoruz; manipülasyon yeteneği ve bir canavarın doğuşunu okuyoruz. 

Sürükleyici, sonundaki sürprizi okura tahmin imkanı vererek ilerleyen bir polisiye. Beğendim.

Maud Ventura "My Husband"

Kareler ve Sayfalar literary-fiction turu devam ediyor: Maud Ventura'nın insanı aşktan soğutacak, evlilikten kaçıracak romanı "My Husband".

My Husband'da anlatıcımızın adını bilmiyoruz; kocasının da adını bilmiyoruz, çocuklarının da adını bilmiyoruz. 40 yaşında, bakımlı ve alımlı olduğunu anladığımız kadın anlatıcımız kocasına sapıkça aşık. Aslında aşık olduğu şey aşk olgusu, zira ilerleyen zamanlarda gördüğümüz üzere önceki ilişkilerinde de benzer şeyleri yaşamılş. Ancak takıntılı kadın anlatıcımız, bu sefer içindeki anormalliği ilişkilerinin başından beri kocasından saklayarak ilerlemeyi seçmiş. Bir de böyle denerse, ilişkisinin kendi durumu yüzünden bitmeyeceğine kanaat getirmiş. Muhtemelen kendince doğru bir taktik uygulayarak, iki çocuklu, Fransa'da bir banliyöde geniş imkanlar içinde yaşadığı bir evlilikte yıllarını doldurmuş.

Sapık anlatıcımız, romanın aslında bir aşk romanı olmadığını da yüzümüze sürekli vuruyor, ilk bölümlerden itibaren böyle. En büyük korkusu kocasını kaybetmek olan anlatıcımıza kocasının "konuşmamız gerek" demesiyle başlayan bir gün, romanın da başlangıcı. Anlatıcımız, kocasının kendisini terk edeceği gerilimiyle doluyor. Biz de, bu cümleden tam bir hafta önceye giderek, finalde yeniden bu cümlede buluşup devamını duyacağımız güne geri dönüyoruz. Böylece sapık anlatıcımızın bir haftasını yaşarken, onu da yakından tanıma fırsatı buluyoruz.

Gerçek bir psikolojik gerilim içinde kendisi. Haftanın günlerinin belirli renkler ve duygu durumlarına göre düzenlendiği zihninde, aldığı her nefesin, attığı her adamın "kocasına olan aşkı" ve "onu kaybetme korkusuyla" gerçekleştirildiği ve tüm bu organizasyonun kendisi dışında herkesin bilgisinden saklandığı günleri, anlatıcımızın iç dünyasını görüyoruz.

Tamamen çlgınca, insanı başına gelmesinden korkutacak kadar saplantılı bir "aşka aşık olma" arzusunun yıkımını da görüyoruz.

Finalde muhteşem bir ters köşe var, oldukça beğendim, bir günde okunacak, okurken kendisine çekecek bir roman.

9 Ocak 2024 Salı

Lucy Foley "The Hunting Party"

Lucy Foley, başladığım ve bitirdiğim zaman arasında içinde bulunduğumuz yılın değiştiği "The Hunting Party" ile ikinci kez Kareler ve Sayfalar'da konuk. 

Kareler ve Sayfalar popüler gerilim kitapları özel olmayan turu Ağustos 2023'ün aksine zayıfladı şu aralar, çünkü çılgın gibi o türden neredeyse her gün bir kitap okuyunca sonrasında duraklama dönemine girdim, çerez yemek gibi, bırakmak gerektiğini fark edip bırakamamak, bırakınca da uzun bir süre el sürmemek. Bu arada çerez sevmem. Boş iş.

The Huntig Party, Noel tatilerinin son günlerinde yeni yılı karşılamak üzere İskoçya'nın ücra bir köşesinde terk edilmiş, sonraları restore edilerek turistik amaçlı kullanıma açılmış, biraz da üst gelir grubuna hitap eden "butik bir otel"e giden arkadaş grubunun başına gelenleri, yani içlerinden birinin öldürülmesini anlatıyor. Ancak, Foley'nin okuduğum ilk kitabında olduğu gibi, bu kitapta da aynı kalıp uygulanmış. Öldürülenin kim olduğu kitabın sonuna dek bilmiyoruz. (Gerçi yazılma sıralarına göre bu kitap, "You Are Invited"dan önce sanırım. Bu kitap hakkındaki yazıya da blog'da ulaşabilirsiniz; ne demek istediğimi anlarsınız.)

Arkadaş grubunun her biri anlatıcı konumda, her biri ayrı bölümlerde olayların iki gün öncesinden itibaren anlatmaya başlıyor. Zaman bazen ileri de gidiyor, mesela bazen cinayet işlendikten sonrayı okuyoruz, bazen bir gün önceyi, bazen iki gün önceyi. Her bölüm başında zaman belirtildiği için sıkıntı yok. 

Üniversiteden beri birbirilerini bir şekilde tanıyıp ilişki kurmuş oldukları için beraber takılan bu arkadaş grubu, içten içe birbirinden pek de hoşlanmayan insanları da kapsıyor. Sakladıkları sırlar, birbirlerinin arkalarından çevirdikleri işler, kendi iç dünyalarındaki ürkütücü detaylarla zaman ilerledikçe karşılaşmaya başlıyoruz. Kitapta iki karakter ise bu grubun dışında, biri otelin idaresi ile ilgilenen karakter, diğeri ise yine otelin işleriyle ilgilenen ve oldukça gizemli biçimde ücra bir köşede adeta saklanmakta olan eski bir asker karakter. Yalnızca bu karakter anlatıcı rolünde karşımıza çıkmıyor, onu hep dışardan izliyoruz.

Yazarın sürekli uyguladığı bir kalıpla yeniden karşılaşmış gibi olduğumu hissettiğim an nedense kitaptan sıkıldım, en başta, günde belki beş on sayfa okuyarak ilerledim, bir ara hiç okumadım, kitabın kalan kısmını ise dün bitirdim. Böyle yani, ne beklediğimi az çok kestirmeye başlamıştım, ancak romanda yazarın baştan beri arada sırada hatırlattığı küçük detayları göz önüne almayı geçen zaman içinde unuttuğum için katili bulamadım, ters köşe yaptığı yerde ben de şaşırdım. Yani tüm bunlara rağmen iyiydi, ancak tamamen beklenmedik değildi, fazla kompleks de değildi. Zaten kitabın yarısına kadar o kadar fazlalık var ki, sanki sayfa dolsun diye yazılmış. Beni başta soğutan özelliklerinden biri buydu kitabın.

Benzer karakterler, benzer gelir grubundan benzer yaşam tarzından ve benzer meselelerle örülmüş hayatlara sahip karakterler diğer romanlarında da var mı bilmiyorum, muhtemelen vardır ve merak ettiğim için bir tane daha okurum, neden olmasın. Zaman geçsin diye okunacak türün hakkını biz de böyle verebiliriz. Tolstoy okumayı beklemeden okunacağından, verim alınacak bir yazar.

4 Ocak 2024 Perşembe

Andrew James Greig "The Girl in the Loch"

Kareler ve Sayfalar'da 2024'ün ilk konuğu doğrudan bir soğuk diyar polisiyesi olmasa da, pek de sıcak olmayan bol yağışlı diyar polisiyesi diyebilirim. Andrew James Grieg'den "The Girl in the Loch", yazarın Private Investigator Tearlach Paterson serisinin 26 Ocak 2024'te yayınlanacak olan ilk romanı. Yazarı ilk kez okudum, bundan sonra da okurum diyerek romana dair düşüncelerimi paylaşmaya başlayayım.

Glasgow'dan uzakta, sessiz sakin bir kasabada Lily Masterson adlı üç yaşındaki kız, bahçelerinde oynadığı sırada annesinin birkaç dakika kendisini yalnız bırakması sonucu kaybolmuştur. Küçük kıza dair hiçbir ize rastlanmayan araştırmalar sonucunda Lily'nin ölü ya da sağ olduğuna dair hiçbir bilgiye de ulaşılmamıştır. Kaçırıldı mı, kaçırdıysa kim kaçırdı? Öldü ise cesedi nerede? Yaşıyorsa, kiminle ve neden? Tüm bu sorular, Lily'nin mafya diyebileceğimiz babası Tony Masterson için bir bilinmez olarak, içini kemirmeye devam etmektedir. Olaydan yıllar sonra Masterson'un "Lisbeth Salander"ı diyebileceğimiz çalışanı Dee, olay gününden kısa süre sonra kaybolan Lily'nin bakıcısının öldürüldüğü bir videonun izini bulur. Bilinmezlerin sayısı birden artmaya başlar, olan bitene dair hiçbir açıklamaya ulaşamayan Masterson, yeniden kızının bulunması sürecine eğilir. Bu nedenle yolu, özel dedektif Tearlach Paterson ile kesişir; Tony, kızına dair ne bulabilirse bulmasını talep ettiği Paterson'a her tür araştırma için de izin verir. Bunun arından Paterson, olayların gerçekleştiği kasabaya hareket eder. 

Dee ve Paterson'un kısmi ortaklığıyla iz sürülmeye başlanır; o sırada Lily'nin kaybolduğu yerdeki gölde bir ceset bulunur; ceset kimdir, neden oradadır? Yoksa, kayıp kıza dair bir ize sonunda ulaşılmış mıdır? Araştırmalar derinleştikçe karmaşık bir ilişkiler ağı ve üstü örtülmeye çalışılan kaotik bir yapıya doğru uzanmaya başlıyor hikaye.

Yazar hiç sıkmadan, bunaltmadan, karakterler üzerinden gereksiz yan hikayelere girmeden güzel bir polisiye yazmış. Karakterlerle bağ kurmanıza imkan verecek kadar yakınlaştırıyor, ancak detaylarla ya da klişelerle boğmaya yaklaşmıyor. Hızlı okunan, merak ettiren, sonunda şoke etmese de birkaç güzel ters köşe yapabilen bir polisiye. Tavsiye ederim.