Biliyorsunuz,
seçimlere çok az bir zaman kaldı. Aday listeleri belirlendikten sonra
memnuniyetsizlikler ya da hoşnutluklar doğdu. Elbette benim de bir siyasi
görüşüm, oy vereceğim bir parti var fakat (herhangi bir partiyi ima etmiyorum) aday
listelerinde "kadın aday" sayısı verme durumu, sanki erkekler
"lütfetmiş de kadınların siyaset yapmalarına olanak vermiş" gibi
sunulmuyor mu?
Listeler açıklanırken ya da hazırlanırken sürekli erkek egemen
siyasetin içinde kadınlara "yüzde bilmem kaç kadın" kontenjanı açmakla
iş biter mi sizce? Seçme ve seçilme, eşit olarak tüm vatandaşlarımıza verilen
bir hak ancak kadın ve erkeğin seçilme hakkının pratikteki durumu hakkında
düşünmeden geçemiyorum.
Toplumsal cinsiyet rollerinin bireyler üzerine
yüklediği, kamusal hariç özel alanda özellikle kendisini gösteren, açıkça ifade
etmek gerekirse hanedeki iş yükünün kadın üzerinde daha fazla toplandığını vs.
düşünürsek; işten çıkar çıkmaz koştura koştura eve gelip de okuldan gelen çocuğuna,
işten gelen kocasına yemek hazırlamak için çırpınan kadın hangi ara ne yapsın?
gibi... Aslında şu yazdığım, çoğunluğun aşina olduğu tablonun bile daha insani
kalabileceği ne çileler çekiyor insanlar....
Siyaset ve
toplumsal cinsiyet teorisi profesörü olan Anne Phillips "Demokrasinin
Cinsiyeti" adlı kitabında her bir kurum ve topluluğuna sinmiş bulunan
ataerkil düzenin siyaset içinde kadınları nasıl görmezden geldiğini, bu duruma
karşı kadın çalışmalarının getirdiği eleştiriler ve öneriler eşliğinde irdeliyor.
Feminizm ve
demokrasinin çatışan noktalarıyla beraber aynı çizgiye en çok yaklaştıkları farklı
noktaları açıklayarak açılışını yaptığı metinde Phillips, politikanın ana
sorununu her iki cinsiyeti de eşit olarak gözetmeden, erkek egemen ve erkek
temelli bir biçimde oluşturmuş olması olarak açıklıyor ve sorunun çözümü için
birinci adımı, "toplumsal cinsiyetin kör bir nokta olarak kalmadığı"
yeni bir politika tanımı yapma gerekliliğini sunuyor. Bunu, politikaya sayıca
daha fazla kadın dahil etmenin ötesinde bir adım olarak düşünmek burada
önceliğimiz olmalı, ki yazar da buna değiniyor, zira en başta benim de
belirttiğim gibi kadın sorunlarını erkekler - erkek odaklı politika çözemez
belki ancak bunu yalnızca kadınlardan ibaret bir oluşumla da çözülemeyeceği
muhakkak. Bir bilinç, farkındalık, gereklilik, sorumluluk... Her nasıl
tanımlarsanız tanımlayın siyaseti erkek egemenliğinden ve kadını görmezden
gelen bir halden çıkarmak için toplumun her kesimi el ele vermelidir.
Kadının özel
alana ait, erkeğin kamusal alana ait olarak görünmesi, toplumsal cinsiyete
dayalı mekansal ayrışmanın sorunun kökeninde yatan en etkili sebeplerden biri
olduğu vurgusunu yazar kitaptaki her bölümde yapıyor.
Yazarın
demokrasinin sorunları olarak tanımladığı noktalarda öne çıkan durumlardan biri
de kadınların demokrasi içinde pasif kalmaya mahkum edilmesi ve bunun asında
kamusal ve özel ayrımından da beslenen, kadın ve erkeği mekansal olarak ayıran
ve buna da farklı yükümlülükler getiren -yine- ataerkil bakış açısı olarak
karşımıza çıkıyor.
Farklı
demokrasi modellerini kadın sorunları ile beraber ele alan yazar, liberal demokrasinin
kamusal - özel ayrımına (politik olan ve toplumsal olan) dikkat çekiyor. Kitapta
yazarın, farklı feministlerce tekrar tekrar vurgulandığı üzere liberalizmle
ilgili ortaya koyduğu sorunlardan biri de liberalizmin erilliğinin her yana
sinmiş olması. Katılımcı demokrasinin öne çıkan noktasının ise demokrasiye
devlette verilen/devlete yüklenilen öneminin, toplumsal hayatın tamamında
olması gerektiği vurgusu üzerinde topluyor.
Kadınların
temsil haklarını kazanımları yolunda, kadın çalışmalarının belirmeye başladığı
ilk dönemlerden başlayarak sürecin genelini, siyasi sistemler içindeki
durumları ile beraber incelemeye devam eden yazar, farklı coğrafyalardaki kadın
hareketlerinin başarılarına da sayısal veriler ile kitapta yer veriyor.
Şaşırmayacağımız bir bilgi olarak İskandinav ülkelerinde kadınların temsil
oranının yüksekliği dikkat çekiyor.
Demokratik
eşitliği artırmak için yapılan girişimleri, bilinç yükseltmeden kadın
toplantılarına, siyasi partiler içinde kadınların yer almalarına, toplumsal
hayatın (kamusal ve özel ayrımına özellikle dikkat çekerek, bu soruna ısrarla
değinerek) yeniden düzenlenmesi gereken hususlarına dek Anne Phillips,
demokrasinin cinsiyetini göstererek, düşünmeye davet ediyor.