30 Ocak 2024 Salı

Kate Brody "Rabbit Hole"

Kareler ve Sayfalar psikolojik gerilim kısmi özel turu, Amerikalı yazar Kate Brody'nin 18 Ocak 2024'te yayınlanan ilk romanı Rabbit Hole ile devam ediyor. İlk olarak NetGalley'de audiobook olarak dinlemeye başladığım kitabı kindle'dan okumaya geçerek teknolojinin tüm imkânları sayesinde okumuş oldum. 

Roman, anlatıcımız Teddy Angstrom'un babasının başlangıçta bana bir hayli şüpheli görünen "intiharı" ile başlıyor. 30lu yaşlarının başındaki Teddy ve annesinin yaşadıkları ilk acının bu olmadığını ise aileye dair geriye dönük her detayda göreceğimiz üzere anlıyoruz. Zira on yıl önce, Teddy'nin kardeşi Angie de ortadan kaybolmuştur. Travmatik bir olay olarak bu kayıp, Teddy'nin hayatının merkezinde olduğu gibi romanın da asıl meselesi. 

Angie'ye ne olduğunu anlamaya çalışması hikayesinin yanında süregiden ve ağırlığını finale doğru daha fazla hissettiren nokta ise Teddy'nin hayatında bu kaybın yarattığı yıkım, hayatını kaplayan bir travmanın etkileri. 

Öğretmenlik yapan Teddy, babasının ölümü ardından internette kardeşiyle ilgili aramalar yapınca Reddit'e adeta "düşüyor". Bundan sonrası, Teddy'nin internette Angie'ye dair bir şey bulma umuduyla takıntılı birine dönüşmesi halini alıyor. Bir yandan babasının hayatından bir yandan da Angie'nin hayatından insanlarla iletişime geçerek ya da karşılaşarak ya da istemsizce yollarının kesişmesi sonucunda Teddy'nin geçmişinden bu güne hayatını kaplayan yıkık ailesiyle yüzleşiyoruz. Ailenin başlangıcından beri ortada sağ olan hiçbir şey aslında yok.

Ancak kitapla ilgili yanlış bir strateji izlenmiş bence; bu romandaki psikolojik gerilim/polisiye unsurlarından ziyade öne çıkan bir dram var. Bu bir yas ve takıntı romanı; hatta mental health falan yazsalar daha doğru olurmuş gibi geldi. Bence. Biz Teddy'nin dramını okuyoruz; yalnızlığını, umutsuzluğunu, ortadan kaybolmasından önce Angie'nin Teddy üzerindeki etkisini, babasının içinde olduğu ruhsal durumun başlangıcından beri aileye etkisini, annesinin kısmen pasifliğiyle gelişmiş çarpık bir hayatı okuyoruz. Bu nedenle finali, aslında bir psikolojik gerilimden ziyade bir dramın çözümüne benziyordu.

Roman ortalarına dek gizem unsurlarını ortaya çok yavaş ve bazen bana göre gereksiz uzatmalarla sunuyor; sonrasında tempo biraz daha yükseliyor ancak metin sanki tür değiştiriyor; gerilimin biçimi değişiyor. Bunda Teddy'nin ruhsal durumunun değişmesi de etkili. 

Finale kadar merak ettiriyor mu, evet. Çözüme dair ipuçları veriyor mu? Hayır, zira okurken şüphelendiğim karakterler ya da aklıma gelen açıklamaların hiçbiri karşılık bulmadı çünkü dediğim gibi, bu romanın finali bir polisiyenin finalinden ziyade bir kadının hayata dönme gayesiyle ilgili.

Tavsiye ederim yine de.

26 Ocak 2024 Cuma

Bea Setton "Berlin"

Kareler ve Sayfalar literary-fiction, popüler hafif psikolojik gerilim içeren binge-reading kitaplar pek de özel olmayan turu devam ediyor. Bea Setton'dan Berlin ile. İlk kez okuduğum bir yazar, goodreads'teki yorumlara bakarak seçtiğim kitaplardan biriydi, pişman olmadım, hatta beğendim.

Anlatıcı karakterimiz Daphne, Fransa'da doğmuş, sonrasında Oxford'da okumak için İngiltere'ye yerleşmiş ve anladığımız kadarıyla lisansüstü başvuruları reddedilmiş genç bir kadın. Ailesinin hala okuduğunu sandığı, hatta felsefe alanında lisansüstü öğrenim gördüğünü düşündüğü Daphne, ailesine "felsefe çalışmalarında hayli yardımcı olacağını düşündüğü" için Almanya'da Almanca öğrenmeye gitmek istediğini söyleyerek Berlin'e gelmiş. Söylediği tek yalanın bu olmadığını sayfalar geçtikçe anlamak mümkün; neredeyse kendisi hakkında söylediği her cümle bir yerden bir yalana bağlanıyor. Kesinlikle hastalıklı bir yalancılığın ardındaki bozuk psikolojiyi yazar sade biçimde çok güzel vermiş. Bir önceki yazıda da bahsettiğim gibi, Avrupa'nın içinde olduğu dekadansın ve nihilizmin bir örneği de Daphne adlı anlatıcımız. Kronik yalancılığı imkan verdiği kadar tanıyabildiğimiz anlatıcımız, amaçsızlık ve konfor batmasıyla karışık bir ruh halinde. Ailesinden gelen maddi destekle çürümesine devam etmek için kaçtığı bir yer olarak da kendisi gibi kaçaklarla dolu Berlin. Ve kendisi gibi, dekadansın haleti ruhiyesi gibi tekinsiz bir Berlin.

Kiraladığı dairenin önce camında bir çatlak, ardından da daireye yönelik bir saldırı olduğunda anlatıcımız gerçekten dehşete düşüyor; kime ne yaptığını bilmiyor, neden hedef alındığını bilmiyor, dil okulundan insanlarla kurduğu yalancı ve yüzeysel iletişim hariç Berlin'de geçirdiği zamanda edindiği takıntılı bir eski sevgiliden başka neredeyse kimsesi bile yok.

Daphne'nin zihnindeki çöküşü karşımıza Berlin'de geçen bir psikolojik gerilime çevirmekte yazar bence başarılı olmuş. Bergman filmlerindeki bir gerilimin benzerine ya da en sevdiğim filmlerden biri olan Victoria'daki Berlin'e benzer bir tekinsizlik romanı sarıyor. Bir yanda yine bedensel yıkımla ruhsal yıkımını örtmeye çalışan genç bir kadın var; bir yanda da Avrupa'nın karakterler üzerinden yüzümüze vuran buhranı.

Çok beğendim, yani neden çok beğendim; bu kadar yalın biçimde aslında hiçbir özelliği olmayan bir insanın kaçışı ve çöküşünü, gizemli bir şekle sokarak gerilimin hakkını vermek zor olsa gerek. Yazar bunu başarmış bana göre.

25 Ocak 2024 Perşembe

Megan Nolan "Acts of Desperation"

Kareler ve Sayfalar, literary-fiction, novel, goodreads'te sürekli karşılaşılan popüler kitaplar, pek de özel olmayan turu okumayanın tutuklandığı bir kitapla devam ediyor: Acts of Desperation. Megan Nolan'ın yeni kitabı çıktı (Ordinary Human Failings) ama yazarı ben daha yeni okudum; büyük bir kayıp olarak görmediğim gibi, bir kazanç beklentim de olmadan okuduğumdan ortada sorun yok.

Burada yine literary-fiction üzerine cinnet geçirmeyeceğim, ilk paragraf bunun önüne geçtiğim zihinsel durumumu, okuma kararımı etkileyen süreci aktarıyor bence. Bu türü, beklentisiz okuyorum. Bir günlüğüne bir yere gitme amacı olmadan otobüste ya da trende kulaklığa müzik takıp son istasyona kadar gidip geri dönmek gibi. İnince migren olmamak tek beklenti. İşte bu kitap da, beklentisizliğin bulunduğu migren olmamak yeterli seviyesindeki amaca uygun, sonunda migren olmadım.

Anlatıcımız olan kadın karakterin Dublin'de Ciaran adlı gençle tanışması ve ilk görüşte aşık olmasıyla başlayan, insanın anlatıcıyı tutup "kızım sen napıyorusun" diyerek sallama isteğiyle dolduran roman, adını tam anlamıyla hak eden bir roman. Anlatıcının içinde bulunduğu durum, dünyayı sarmalamış çöküş ve çürümenin bir göstergesi. Elbette fazlasıyla bireysel bir metin okuduğumuz hissi bizi terk etmiyor ancak küresel bir çürümenin anlatıcı ve yaşadığı ilişki üzerinden okunabilen yönü sanki tüm metin. Zihinsel olarak tükenmiş, ruhsal anlamda sorunlu, gelecek, geçmiş ve şimdiki zaman arasında bir bağ kurma ve kendini koruyabilme gaye ve gücünden arınmış bir "yığının" yansıması bizim anlatıcımız da. Böyle baktığımızda acts of desperation'ı yalnızca anlatıcının Ciaran'la karşılaşmasıyla gelişen yıkım üzerinden daha yüksek bir irtifadan bakarak da okuyabiliriz; karşımızda, ülkemizde ya da dünyanın muhtemel köşelerinde karşılaşacağımız belirli bir yaş grubu ve yaşam biçimi tipi var.

Bu tip, romanda yer aldığı haliyle, hastalıklı ruhsal durumun Ciaran adlı gençle ilişkisi üzerinden daha da tetiklenerek kötü bir hal almasıyla anlatıcının aşkı yaşamasının kendine yönelik şiddet için bir araca dönüşmesi şeklinde yaşayan bir tip. Kendini tüketerek var olmanın yok olmaya alternatif sanıldığı dekadans portresi. 

Kesinlikle umutsuz, karanlık, hastalıklı ve insanı okurken bile rahatsız eden bir metin; bunu kitabı kötülemek için değil, aksine yazarın bu çöküşü oldukça yalın biçimde anlatma kabiliyetini tanımlamak için yazıyorum. 

21 Ocak 2024 Pazar

Matt Wesolowski "Changeling"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu, tam olarak soğuk diyar olmasa da hava sıcaklığının kuzeye gidildikçe düşmesine bağlı, havası daha soğuk olan, kışları daha sert, bahaları ve yazları da daha yağışlı geçen bir yerden devam ediyor: Konuğumuz Birleşik Krallık'tan Matt Wesolowski ve Six Stories adlı serisinin üçüncü kitabı Changeling.

İlk kez okuduğum bir yazar ve seri; serinin birinci kitabından değil de üçüncü kitabından başlamış oldum. Geçen hafta sonu çok acilen bir günde okunacak bir polisiye lazım bana ve soğuk diyarlı olması lazım diye evde dolanırken okumaya başladım. Bir günde de bitecek bir romandı, ancak iki günde bitti. 

Podcast formatında yazılmış bir roman; nasıl mı? Anlatıcımız Scott King, çözülmemiş vakalar ya da genel olarak işlenmiş suçlarla ilgili vaka odaklı bir podcast serisi sunmakta olan bir araştırmacı-gazeteci. Six Stories ismi de podcast'te altı farklı açı ve kişiden yorumlarla, röportajlarla incelemekte olduğu konuyu ele almasından geliyor. Haliyle Changeling'te de araştırdığı kayıp vakasına dair altı kişiden altı farklı görüş ve nihayetinde King'in olaya dair vardığı sonuç yer alıyor. 

Changeling'deki konu ise, King'e ulaşan bir mektupla birlikte 1988 Noel'inden bir gece önce babasıyla eve dönmekte olan Alfie Marsden'in kaybolması vakasının King tarafından yeniden araştırılmaya başlanması. Kaybolduğu dönemde 7 yaşında olan Alfie, babasıyla birlikte annesiyle yaşadığı evden ayrılmış, babasının evine doğru yol almaktadır. Wentshire ormanından geçerken arabasından gelen sesler sonucu kenara çeken baba, arabada uyumakta olan oğlunun birden kaybolduğunu fark eder. Ancak yapılan hiçbir arama sonuç vermez, yıllardır anlatılagelen masallarla oldukça ürkütücü hikayelerle donatılan Wentshire ormanında, Alfie kaybolur ve olaydan neredeyse 30 yıl sonra Scott Kinh, konuyu aydınlatabileceğinin umulduğu bir mektupla geçmişi sorguladığı yeni bir podcast serisinde kaybı araştırmaya başlar. Biz de Alfie'ye ne olduğunu öğrenmeye çalışırken King'in görüştüğü kişilerle olayın derinliklerine inmeye başlıyoruz.

Medyada anlatılanın, çizilen resmin ötesindeki korkutucu bir şeyle yüzleşmeye de böyle başlıyoruz; olayın taraflarına dair bilgiler ortaya çıktıkça, Alfie'nin içinde olduğu yaşamın sıradışılığının zehriyle yüzleşiyoruz. Bir yandan da belirmeye başlayan sosyopat portresiyle karşılaşıyoruz; manipülasyon yeteneği ve bir canavarın doğuşunu okuyoruz. 

Sürükleyici, sonundaki sürprizi okura tahmin imkanı vererek ilerleyen bir polisiye. Beğendim.

Maud Ventura "My Husband"

Kareler ve Sayfalar literary-fiction turu devam ediyor: Maud Ventura'nın insanı aşktan soğutacak, evlilikten kaçıracak romanı "My Husband".

My Husband'da anlatıcımızın adını bilmiyoruz; kocasının da adını bilmiyoruz, çocuklarının da adını bilmiyoruz. 40 yaşında, bakımlı ve alımlı olduğunu anladığımız kadın anlatıcımız kocasına sapıkça aşık. Aslında aşık olduğu şey aşk olgusu, zira ilerleyen zamanlarda gördüğümüz üzere önceki ilişkilerinde de benzer şeyleri yaşamılş. Ancak takıntılı kadın anlatıcımız, bu sefer içindeki anormalliği ilişkilerinin başından beri kocasından saklayarak ilerlemeyi seçmiş. Bir de böyle denerse, ilişkisinin kendi durumu yüzünden bitmeyeceğine kanaat getirmiş. Muhtemelen kendince doğru bir taktik uygulayarak, iki çocuklu, Fransa'da bir banliyöde geniş imkanlar içinde yaşadığı bir evlilikte yıllarını doldurmuş.

Sapık anlatıcımız, romanın aslında bir aşk romanı olmadığını da yüzümüze sürekli vuruyor, ilk bölümlerden itibaren böyle. En büyük korkusu kocasını kaybetmek olan anlatıcımıza kocasının "konuşmamız gerek" demesiyle başlayan bir gün, romanın da başlangıcı. Anlatıcımız, kocasının kendisini terk edeceği gerilimiyle doluyor. Biz de, bu cümleden tam bir hafta önceye giderek, finalde yeniden bu cümlede buluşup devamını duyacağımız güne geri dönüyoruz. Böylece sapık anlatıcımızın bir haftasını yaşarken, onu da yakından tanıma fırsatı buluyoruz.

Gerçek bir psikolojik gerilim içinde kendisi. Haftanın günlerinin belirli renkler ve duygu durumlarına göre düzenlendiği zihninde, aldığı her nefesin, attığı her adamın "kocasına olan aşkı" ve "onu kaybetme korkusuyla" gerçekleştirildiği ve tüm bu organizasyonun kendisi dışında herkesin bilgisinden saklandığı günleri, anlatıcımızın iç dünyasını görüyoruz.

Tamamen çlgınca, insanı başına gelmesinden korkutacak kadar saplantılı bir "aşka aşık olma" arzusunun yıkımını da görüyoruz.

Finalde muhteşem bir ters köşe var, oldukça beğendim, bir günde okunacak, okurken kendisine çekecek bir roman.

9 Ocak 2024 Salı

Lucy Foley "The Hunting Party"

Lucy Foley, başladığım ve bitirdiğim zaman arasında içinde bulunduğumuz yılın değiştiği "The Hunting Party" ile ikinci kez Kareler ve Sayfalar'da konuk. 

Kareler ve Sayfalar popüler gerilim kitapları özel olmayan turu Ağustos 2023'ün aksine zayıfladı şu aralar, çünkü çılgın gibi o türden neredeyse her gün bir kitap okuyunca sonrasında duraklama dönemine girdim, çerez yemek gibi, bırakmak gerektiğini fark edip bırakamamak, bırakınca da uzun bir süre el sürmemek. Bu arada çerez sevmem. Boş iş.

The Huntig Party, Noel tatilerinin son günlerinde yeni yılı karşılamak üzere İskoçya'nın ücra bir köşesinde terk edilmiş, sonraları restore edilerek turistik amaçlı kullanıma açılmış, biraz da üst gelir grubuna hitap eden "butik bir otel"e giden arkadaş grubunun başına gelenleri, yani içlerinden birinin öldürülmesini anlatıyor. Ancak, Foley'nin okuduğum ilk kitabında olduğu gibi, bu kitapta da aynı kalıp uygulanmış. Öldürülenin kim olduğu kitabın sonuna dek bilmiyoruz. (Gerçi yazılma sıralarına göre bu kitap, "You Are Invited"dan önce sanırım. Bu kitap hakkındaki yazıya da blog'da ulaşabilirsiniz; ne demek istediğimi anlarsınız.)

Arkadaş grubunun her biri anlatıcı konumda, her biri ayrı bölümlerde olayların iki gün öncesinden itibaren anlatmaya başlıyor. Zaman bazen ileri de gidiyor, mesela bazen cinayet işlendikten sonrayı okuyoruz, bazen bir gün önceyi, bazen iki gün önceyi. Her bölüm başında zaman belirtildiği için sıkıntı yok. 

Üniversiteden beri birbirilerini bir şekilde tanıyıp ilişki kurmuş oldukları için beraber takılan bu arkadaş grubu, içten içe birbirinden pek de hoşlanmayan insanları da kapsıyor. Sakladıkları sırlar, birbirlerinin arkalarından çevirdikleri işler, kendi iç dünyalarındaki ürkütücü detaylarla zaman ilerledikçe karşılaşmaya başlıyoruz. Kitapta iki karakter ise bu grubun dışında, biri otelin idaresi ile ilgilenen karakter, diğeri ise yine otelin işleriyle ilgilenen ve oldukça gizemli biçimde ücra bir köşede adeta saklanmakta olan eski bir asker karakter. Yalnızca bu karakter anlatıcı rolünde karşımıza çıkmıyor, onu hep dışardan izliyoruz.

Yazarın sürekli uyguladığı bir kalıpla yeniden karşılaşmış gibi olduğumu hissettiğim an nedense kitaptan sıkıldım, en başta, günde belki beş on sayfa okuyarak ilerledim, bir ara hiç okumadım, kitabın kalan kısmını ise dün bitirdim. Böyle yani, ne beklediğimi az çok kestirmeye başlamıştım, ancak romanda yazarın baştan beri arada sırada hatırlattığı küçük detayları göz önüne almayı geçen zaman içinde unuttuğum için katili bulamadım, ters köşe yaptığı yerde ben de şaşırdım. Yani tüm bunlara rağmen iyiydi, ancak tamamen beklenmedik değildi, fazla kompleks de değildi. Zaten kitabın yarısına kadar o kadar fazlalık var ki, sanki sayfa dolsun diye yazılmış. Beni başta soğutan özelliklerinden biri buydu kitabın.

Benzer karakterler, benzer gelir grubundan benzer yaşam tarzından ve benzer meselelerle örülmüş hayatlara sahip karakterler diğer romanlarında da var mı bilmiyorum, muhtemelen vardır ve merak ettiğim için bir tane daha okurum, neden olmasın. Zaman geçsin diye okunacak türün hakkını biz de böyle verebiliriz. Tolstoy okumayı beklemeden okunacağından, verim alınacak bir yazar.

4 Ocak 2024 Perşembe

Andrew James Greig "The Girl in the Loch"

Kareler ve Sayfalar'da 2024'ün ilk konuğu doğrudan bir soğuk diyar polisiyesi olmasa da, pek de sıcak olmayan bol yağışlı diyar polisiyesi diyebilirim. Andrew James Grieg'den "The Girl in the Loch", yazarın Private Investigator Tearlach Paterson serisinin 26 Ocak 2024'te yayınlanacak olan ilk romanı. Yazarı ilk kez okudum, bundan sonra da okurum diyerek romana dair düşüncelerimi paylaşmaya başlayayım.

Glasgow'dan uzakta, sessiz sakin bir kasabada Lily Masterson adlı üç yaşındaki kız, bahçelerinde oynadığı sırada annesinin birkaç dakika kendisini yalnız bırakması sonucu kaybolmuştur. Küçük kıza dair hiçbir ize rastlanmayan araştırmalar sonucunda Lily'nin ölü ya da sağ olduğuna dair hiçbir bilgiye de ulaşılmamıştır. Kaçırıldı mı, kaçırdıysa kim kaçırdı? Öldü ise cesedi nerede? Yaşıyorsa, kiminle ve neden? Tüm bu sorular, Lily'nin mafya diyebileceğimiz babası Tony Masterson için bir bilinmez olarak, içini kemirmeye devam etmektedir. Olaydan yıllar sonra Masterson'un "Lisbeth Salander"ı diyebileceğimiz çalışanı Dee, olay gününden kısa süre sonra kaybolan Lily'nin bakıcısının öldürüldüğü bir videonun izini bulur. Bilinmezlerin sayısı birden artmaya başlar, olan bitene dair hiçbir açıklamaya ulaşamayan Masterson, yeniden kızının bulunması sürecine eğilir. Bu nedenle yolu, özel dedektif Tearlach Paterson ile kesişir; Tony, kızına dair ne bulabilirse bulmasını talep ettiği Paterson'a her tür araştırma için de izin verir. Bunun arından Paterson, olayların gerçekleştiği kasabaya hareket eder. 

Dee ve Paterson'un kısmi ortaklığıyla iz sürülmeye başlanır; o sırada Lily'nin kaybolduğu yerdeki gölde bir ceset bulunur; ceset kimdir, neden oradadır? Yoksa, kayıp kıza dair bir ize sonunda ulaşılmış mıdır? Araştırmalar derinleştikçe karmaşık bir ilişkiler ağı ve üstü örtülmeye çalışılan kaotik bir yapıya doğru uzanmaya başlıyor hikaye.

Yazar hiç sıkmadan, bunaltmadan, karakterler üzerinden gereksiz yan hikayelere girmeden güzel bir polisiye yazmış. Karakterlerle bağ kurmanıza imkan verecek kadar yakınlaştırıyor, ancak detaylarla ya da klişelerle boğmaya yaklaşmıyor. Hızlı okunan, merak ettiren, sonunda şoke etmese de birkaç güzel ters köşe yapabilen bir polisiye. Tavsiye ederim.