Ancak romana çok hevesli başladım; klişe bir olay örgüsüyle başlayan romanda anlatıcımız 35 yaşındaki oyuncu Casey Flether, aylar önce eşinin de boğularak hayatını kaybettiği gölün kıyısındaki evlerinde tek başına alkole boğulmuş halde yas tutmaktadır. Bu tür bir klişe için zaten hazırlıklıydım; yalnız, depresif bir baş karakter gerekliydi zira o kadar boş zamanı olmalı ki, karşı komşularının evini gözetleyecek imkanı olsun. Romanın adından da anlaşılacağı üzere zaten bizi bekleyen şey bir klişe: "cinayeti gördüm" tarzı bir şey olacağı belli, penceredeki kadın gibi bir kurgu geleceği belli, içine biraz da haneiçi şiddet gireceği de belli. Tüm bunlar, okumaya başlamadan beklediğim ve rahatsızlık vermeyen ipuçlarıydı.
Casey, gölün karşısındaki eve yeni taşınan komşularından, eski bir manken olan Katherine'i boğulmaktan kurtardığı gün, yas ve alkolle dolu günlerinde yeni bir dönem başlıyor. İki kadın arkadaş olmaya doğru giderken, bir gece Casey'nin evi resmen dikizlemekle meşgul olduğu bir anda tanık olduğu karı-koca kavgası ve şüpheli birkaç durum ardından Katherine kayboluyor. Casey de, bu kaybı oldukça şüpheli buluyor. Şüphelerini desteklemek için yazarın kurguya dahil ettiği detaylar çok itekleme, hatta gereksiz, yetersiz, klişelerin ötesine geçemediği gibi zorlanarak ipucu haline getirilmiş. Romanda Casey'yi Katherine'i araştırmaya götüren yol, popüler bir gerilim/gizem yazarı için hazlasıyla hafif kaçmış. En azından editörün müdahale ederek geliştirmek için yönlendirebilmesini beklerdim. Hem popüler, hem çok satan hem de çok okunan bir yazarın "nasılsa okunur" girdabına yakalanması sorunu romanda var; bu yüzden rahatsız etmeyeceğini bildiğim klişeleri içerdiğinden emin olarak başladığım roman, sıradanlıktan ve zoraki bir metin olmaktan kurtulamamış.
Bir gerilim/gizem/polisiye romanı olarak başlayan The House Across The Lake, nasıl bir riski göze alarak yazar tarafından birden doğaüstü detaylarla hareketlendirilmeye çalışılmış bilmiyorum; romanda benim için en kötü yan buydu. Spoiler vermeden yazmaya gayret ediyorum ancak romanın ilk yarısı zaten klişeler ve zorlamalarla doluyken, ikinci kısmı yaşadığı tarz değişikliği nedeniyle kötü bir cin filmi etkisi yarattı bende. Sadece bitirmiş olmak için okudum.
Elbette böyle kurguları da seven vardır; ancak süprizlere kapalı, klişeleri işlerken klişelerden kurtulamayan, finalde de oldukça sıkıcı bir sona bağlanan bir roman. Muhtemelen yazarın bundan daha beğenmeyeceğim romanı yoktur; o yüzden bir şans daha verip başka bir eserini yine okudum. Fakat bu kitabın şu an sinemaya da uyarlanmakta olduğunu okumak... Umarım bir polisten destek alarak olayları baştan, incelikle kurgularlar. Yoksa bu filmin yazarın hatrına izlenecek olması haricinde bir başarısı olacağını sanmıyorum.