Hazır Hermann Hesse okumayı daha bir sever hale
gelmişken, Demian’la devam edeyim okumaya dedim. Bu yıl içinde okumadığım Hesse
kalmasın kararını da destekler bir hareketti, güzel de oldu.
Demian’da kafam bir nebze allak bullak oldu. Şimdi
okuyup bitirdikten ve bir kaç gün kitap üzerine düşündükten sonar kafamda bir
çok yeni fikir ve “acaba?” belirdi. Spoiler vermemek istiyorum ama bu sefer
çabalarım bir yerde kalakalacak sanırım. İsterseniz kitabı okumayanlar yazıyı
okumaya devam etmesin. Zaten çabuk bitirebileceğiniz, fazla uzun olmayan bir
kitap. Yerinizde olsam alıp, okur ve sonar da bu yazıya bir göz atardım. Belki
aynı soru işaretleri sizde de oluşmuş olur.
Devam edelim Demian’a.
Emil Sinclair, kitabın anlatıcı ve başkahramanı.
Kendisiyle tanıştığımızda henüz on ya da on bir yaşında bir çocuk. Hayatı
tanımaya, aydınlamaya başlamasına az bir süre var üstelik. Huzur ve güven dolu
bir ailede, Hermann Hesse’nin kendi hayatıyla paralellikler taşıyacak şekilde,
dinin önemli bir yer kapladığı bir ailenin, dinle huzur ve güven sınırları daha
da belirginleştirilmiş bir aile içinde yaşıyayan bir çocuk Sinclair. Kötü ve kötüye
dair her şeyin de evin sınırları dışında kaldığının farkında olmasına rağmen,
aslında bu ince sınırların, hatta o sınırların ardındaki dünyanın, kötünün,
kendisine bir nebze çekici geldiğinin de farkında.
Ancak işlerin dönüm noktası, kötüyle yüzleşmesinde
kendisine derin bir ızdırap yaratıyor. Arkadaşları arasında, “mahallenin kötü
çocuğu”nun gözünde havalı bir imaj çizmeye çalıştığı bir anda, kafasından
uydurduğı ve fakat üzerine yemin etmek gibi bir hataya düştüğü anı, uydurma anı
yüzünden ilk kez gerçek hayatın kötülüğüyle yüzleşiyor. Ve Demian, Max Demian
da bu dönemde hayatına giriyor.
Buraya kadar her şey bir çocuğun hayatı anlama,
arkadaş edinme, iyi kötü ve doğru yanlış arasındaki sınırları öğrenme çabası ya
da deneme-yanılması olarak görülebilir ancak Demian ile başlayan süreç
kesinlike bunun dışında bir hikaye getiriyor gözümüzün önüne.
Annesi ile beraber “farklı” bir düşünce sistemi ya
da din ya da öğreti ya da felsefe, ne derseniz diyin, ona ait olan Demian,
Sinclair’in hayatına şimşek gibi dalıyor, onda gördüğü “nişan” ile Sinclair’in
de kendileri gibi olduğunu, bir şekilde seçilmiş olduğunu söylüyor.
Habil ve Kabil hikayesindeki göremediği tarafın
Demian’ın açıklaması ile başka bir şekle bürünmesi, aslında hikayenin kırılma
noktalarından birini mükemmel bir biçimde temsil ediyor diyebiliriz. Işte
bilinen ve alışılan gerçekten uzaklaşması böyle başlıyor Sinclair’in.
Okul, takibinde lise, sonrasında üniversite eğitimi
sırasında Sinclair’in çocukluktan ergenliğe, yetişkinliğe adım atışlarındaki
sancılı tüm süreçlerde bir “idea” olarak Demian, hatta Demian’la bütünleşmiş
bir Sinclair, yeri geldiğinde bir kadın siması Sinclair’in hayatında “farklı
boyutta” bir yer kaplıyor. Koruyucusu, desteği, sevgilisi, arkadaşı, çizdiği
bir resimde vücut bulan bu ifade, bu surat oluyor. Kitapta özellikle bi imajın
yaratılma süreci, ihtiyacının doğuşu süreci oldukça etkileyici. Sinclair’in
içindeki yangını siz de hissediyor, birinci ağızdan anlatımın etkisiyle daha da
gömülüyorsunuz onun bunaltısına.
Çocukluktan çıkıp hayatına cinsellik girdikçe, Sinclair'in düşünceleri ve ruh halinin doğal olarak değişimi kitapta oldukça sancılı bir süreç olarak geçiyor.
Daha fazla detaya girmeyim.
Bir insanın aydınlanma süreci, ancak kendi sınırları
içinde güven ve huzur yaratan inancından uzaklaşarak yaklaştığı bambaşka bir dünyanın,
yer yer paranoyanın, yeri geldiğinde arayışın olduğu bir dünyanın içine
girişini anlatıyor.
Bundan sonraki satırlar bolca spoiler içerir,
dikkat.
* * * *
Lise öğrencisi iken tanıştığı din adamı ile olan
ilişkisi, Demian, Demian’ın gerçekliği ve Bayan Eva, kitap bittiğinde bana
Demian’ın hasta ruhunun yarattığı karakterlermiş gibi geldi. Yani Demian baştan
beri, sanırım doğru tabir şizofreni olacak, bir şizofreni hastasıymış gibi
geldi.
Kendi çocukluğundaki sıkıntının, patlak verdiği o
yalan hikaye sonrasında girdiği berbat durumdan kurtuluşu, ruhundaki bunaltının
azaltılması Demian’ın ortaya çıkışı ile geliyordu ki bu da Demian’ın hayali bir
karakter, kurtarıcı olarak Sinclair’in zihninde yaratılan bir imaj olduğu
fikrimi daha da güçlendirdi açıkçası.
Bir kurtuluş, içindeki boşluğun yerini alacak güçlü
bir dayanak olarak olarak Demian’ı yaratması ile, hatta yeri geldiğinde Demian
ya da Bayan Eva haricinde başka birini de yaratarak bir şekilde hayatta kalmaya
çalıştı bence. Üstelik, en kötü anlarında sürekli karşısında ihtiyacı olan
kurtarıcıyı da bulmaya başarması da bunu kanıtlar nitelikte.
Kitabın yazıldığı dönemi düşünürsek, sıklıkla
vurgulandığı ve Bayan Eva, Demian ve Sinclair’in sıklıkla konuşmalarına konu
olan “bir savaş” da sanırım dönem içinde Avrupa’daki sıkıntısının patlama
noktasına ne denli yakın oluşunu Hermann Hesse’nin de görmesiyle ilgili. Tıpkı
kitabın sonunda olduğu gibi, 1940’ların ortasında Almanya’nın başı çektiği
dönemin geleceği, yarattığı buhranla beraber kitaba, kitapta da büyümeye
çalışan bir insanın hayatına bu şekilde girmiş oluyordu. Uzakl kalması imkansız
olan toplumsal durumun, şizofreni ile mücadele eden (ki aslında asla bir
rahatsızlık adı geçmediği gibi, öyle bir farkındalık da olmadığı için kitapta,
buna ne derece mücadele diyebilirim, ondan da emin değilim, aslında) bir gencin
üzerindeki etkileri, daha da ilerleyen bir durumla sonlanıyor.
Eklemek istediğim küçük bir not ise, kitapta J. S. Bach ve Dietrich Bextehude gibi sevdiğim (hatta neredeyse taptığım!) iki isme sıkça, özel anlarda denk gelmemdi.
Hermann Hesse’yi okumak için galiba uzun zaman
beklememin bir sebebi varmış, son iki yıldır bir iki ayda bir Hesse okuyarak,
doğru bir zamanla yaptığımdan emin oldum. Galiba okumak için beklemem, doğru
zamanı beklememmiş. O yüzden olsa gerek, yazarın da kitabın da mükemmel
olduğunu düşünüyorum. Bu da sadece benim değil, dünyanın görüşü olsa gerek.
Açıkça.