Karin Alvtegen adını İskandinav polisiye
yazarlarını merak edip araştırdığımda duymuştum. Henning Mankell, Jo Nesbo ve
Steig Larsson gibi sevdiğim üç isim haricinde kimler var merak etmiştim.
Yakın zamanda da kitabına denk gelince hemen
aldım; “İhanet”.
Kitabın arka kapak yazısında her ne kadar
polisiye – gerilim olarak belirtilse de bir kere alışık olduğunuz polisiye –
gerilim tanımından biraz uzaklaşmanız gerekecek. Zira, son zamanlarda okuduğum,
yine aynı topraklardan çıkma bir yazar olan Camilla Lackberg’in polisiye
anlayışından (örnek vermek için söylüyorum) uzak. Evet, İhanet’te bir polisiye
durum var zira ortada bir “suç”, aslında bir cinayet var. Gerilim var, çünkü
kitabı size hızla okutan şey o gerilimin bizzat kendisi. Okurken gerçekten o
gerilimi hissediyorsunuz. Bu gerilim, kitaba adını veren ihanetin nasıl
sonlanacağı ya da tarafların birbiri arasında yaratılan ve çok güzel biçimde
irdelenen psikolojik gerilim olarak sunulduğu gibi, bir suçun işlendiği sırada
doğan gerilim de var.
Yazar hakkında internette okuduğum bazı
yazılarda Henning Mankell ile inceden bir kıyas yapıldığı izlenimine kapıldım
ama açıkça belirteyim, hayır, bence alakaları yok. Ama bu diğerini iyi ya da
diğerini kötü yapmaz. Yalnızca bence tarzları çok farklı. Bunun altını
özellikle bir Henning Mankell hayranı olarak söylüyorum.
İhanet’in konusundan çok kısa bahsedeyim.
Henrik ve Eva on beş yıldır beraber olan, sekiz yıllık evli olan, altı yaşında
bir oğulları olan bir çifttir. Ancak kitabın başında gördüğümüz üzere Henrik,
Eva’yı çocuklarının öğretmeni Linda ile aldatmaktadır. Eva bunu öğrendiğinde
alt üst olur, daha doğrusu keşfettiğinde. Öyle bir çarpar ki bu gerçek onu,
karşısına çıkıp bağırığ çağırmaktansa tam bir “intikam” planı içine girer. (Sonunu
ise asla tahmin edemeyecektir yaptığı şeylerin). Zira bu ihanet, kocasını
aslına hiç tanımadığını göstermiştir ona. Güvendiği insanın aslında güvenilir
olmadığının ortaya çıkması.
Diğer yanda ise Jonas adlı, 26 yaşında,
komadaki sevgilisinin başucunda bekleyen, takıntılı bir genç var. İki yıl beş
aydır komadaki sevgilisinin uyanmasını bekleyen Jonas, geçmişinde büyük bir
ihanet hikayesi barındıran bir genç. Sanıyorum bu yüzden kendisine güvenli alan
oluşturmaya yönelik çabaları var, takıntılarının doğuşu ise yine geçmişindeki
bu acıya dayanıyor. Yazar burada mükemmel bir obsesif – kampülsif tablosu
çiziyor. Öyle ki Jonas’ın çektiği çileyi, kolunu ikinci kere kapıya değdirerek “ilkinin
izini silme” çabasında, sayılarında öyle bir görüyorsunuz ki, eğer benzer bir
durumla daha önce karşılaşmışsanız, yani yaşamışsanız, üzerinize çöken bir “ağırlığı”
hissetmemeniz mümkün değil.
Sadece kitabın girişinden bahsettim. Süprizleri
bozmak istemiyorum. Karşınıza öyle garip durumlar çıkacak ki, soğuk iklimin
soğuk insanlarının yeri gelecek kan donduran soğukkanlığının satırların arasına
dalıp siz bozmak isteyecekseniz.
Bazen çoğu şeyin yüzeye çıkması ve açık açık
konuşulması ihtiyacı okuyucuya hissettirilirken, olan bitenin hala “karşılıklı
olarak bilmezlikten gelme” şeklinde kalmasıyla okuyucu üzerinde yaratılan
gerilim ayrıca takdire şayan. Sonunda her şeyin bir havai fişek gibi
patlayacağından emin halde okumaya devam ederken, neredeyse her bir bölümde
yeni bir şey ortaya çıkararak da sıkıcılıktan uzak, insanı gerçekten
meraklandıran ve evet, geren bir tablo yaratıyor.
İnsanın kendi hayatı etrafında güvenli bir
sınır çizmek ve içinde yaşamak istemesinin doğallığı, bir ihtiyaç oluşu ve tüm
bunların aniden yıkılması, aslında çürük olduğunu farketmesi durumunda içine
düşeceği umutsuzluk, sinir, gerginlik ve mutsuzluk İhanet’in içinde.
Bilinen gerçeği kendi saklayıp, intikam planlarını uygulamaya koyan bir kadının gerçeği ne zaman haykıracağı beklentisinin yarattığı -yine- gerilim.
Kitapta, olan biteni tek bir kişinin gözünden görmüyor okuyucu ayrıca. Olan bitenin farklı tarafları n iç sesleri eşliğinde işlendiği farkı bölümler de var, kırılm noktalarında özellikle. Bu da her iki taraf arasındaki (ki bu iki taraf aslında kitap boyunca Eva ve Henrik'ten farklı olarak, ayrıca hikayede bulunan diğer karakter Jonas'ın da gözünden kendi yaşadıkları veriliyor) uçurumlar bu iç seslerin yansımalarında daha da anlaşılıyor. Ortaya çıkan portreler o kadar etkileyici ki; biten ve iki tarafın da birbirini neredeyse tanımaz hale gelmiş bir evliliğin iki taraflı gözlemi, ya da hasta sevgilisi başında takıntılarıyla yaşayan bir adamın, geçmişinin ağır yükünün doğurduğu tüm sonuçların delice halleri.
Bilinen gerçeği kendi saklayıp, intikam planlarını uygulamaya koyan bir kadının gerçeği ne zaman haykıracağı beklentisinin yarattığı -yine- gerilim.
Kitapta, olan biteni tek bir kişinin gözünden görmüyor okuyucu ayrıca. Olan bitenin farklı tarafları n iç sesleri eşliğinde işlendiği farkı bölümler de var, kırılm noktalarında özellikle. Bu da her iki taraf arasındaki (ki bu iki taraf aslında kitap boyunca Eva ve Henrik'ten farklı olarak, ayrıca hikayede bulunan diğer karakter Jonas'ın da gözünden kendi yaşadıkları veriliyor) uçurumlar bu iç seslerin yansımalarında daha da anlaşılıyor. Ortaya çıkan portreler o kadar etkileyici ki; biten ve iki tarafın da birbirini neredeyse tanımaz hale gelmiş bir evliliğin iki taraflı gözlemi, ya da hasta sevgilisi başında takıntılarıyla yaşayan bir adamın, geçmişinin ağır yükünün doğurduğu tüm sonuçların delice halleri.
Güzel bir polisiye – gerilim, ama alışık
olmadığınız tarzda ve evet, biraz soğuklukta. Yine de bu okurken satırdan
satıra koşarken kalbinizin hızla çarpmayacağı anlamına gelmiyor. İnsanların
muhafaza edebildikleri sükunetleri ve sinsice planları sizi sürekli o kalbi
hızla atar vaziyette tutmaya devam ediyor çünkü.
2 yorum:
1 günden kısa bir sürede okudum. psikolojik gerilim o kadar yüksek ki, kitabı elinden bırakamıyor insan. 10 üzerinden 9 veririm, 1 puanı da finalden kırıyorum :) sonunun biraz daha farklı olmasını umut etmiştim :(
@Sibel: Ben de beğenmiştim, beğenmenize sevindim.
Yorum Gönder