Gertrud, okuduğum en akıcı Hermann Hesse
romanı oldu diyebilirim. Ya da ben zamanla yazarın tarzına alıştım ve gittikçe
daha fazla sever oldum. Her ikisi de olabilir. Sonucu değiştirmiyor nasılsa.
1910 yılında ilk basımı yapılan Gertrud’da,
gençliğinin en deli dolu zamanında, bir konservatuar öğrencisi iken hoşlandığı
Libby adlı kızın önerisi üzerine, onu kırmamak adına giriştiği, kızakla bir
tepeden kaymak gibi tehlikeli bir işin ardından bacağı kırılan ve hayatının
geri kalanını topal olarak geçiren sanatçı Kuhn’un öyküsünü okuyoruz.
Her ne kadar Kuhn’un öyküsü desem de, aslında
öyküde hayatlarına yakındna baktığımız tek kimse anlatıcı Kuhn değil.
Etrafındaki arkadaşları, ki sayıları çok az, ailesi ya da eski bir öğretmeni de
hikayenin içinde kendilerine yer buluyor.
Kırılan bir bacak ve takiben gelen
“kötürümlüğün” ardından belki bir aydınlanmaya doğru giden Kuhn, kendisini bir
besteci olarak bulacağının ilk işaretlerini de bu istirahat dönemi içinde
veriyor. Zira aklına, kalbine ya da kulaklarına, nasul tarif etmek isterseniz,
gelen bir melodiyi çalmanın ya da onu notalara dökmenin hazzını böylelikle
yaşamaya başlıyor. Bu sırada belirtmek istediğim bir detay ise Kuhn’un bir
kemancı olarak pek parlak olmayışı; yalnızca iyi keman çalabilen bir kemancı, kariyerinde
keman çaldığı dönemlerde de topluluk – orkestra içinde ikinci kemancı olarak
kendine yer buluyor.
Sıklıkla kötürüm oluşu yüzünden insanlarla
arasına bir mesafe koymuş olduğunu fark ediyoruz, kadınların onu sevmekten çok
acımasını göreceğinden neredeyse emin olduğundan kadınlardan, kadınları
sevmekten uzak kalıyor. Hayatına giren, opera sanatçısı Mouth’un aksine,
kendisinin yanında kadınları göremiyoruz.
Halet-i ruhiye olarak kendisinden pek farklı
insanlarla içine girdiği diyaloglarda Kuhn’un fikirlerini, kendi kafası içinde
daha çok tartıp savunduğundan ya da çözümlediğinden olsa gerek, fikirlerini
netçe görebiliyoruz. Örneğin, Hermann Hesse’nin Doğu ve Doğu kültürüne olan
ilgisinin satırlara yansıdığı, Karma öğretisi ile ilgilenen eski hocasının
kendisine verdiği kitaba yaklaşımında görebileceğimiz gibi.
Kuhn’un içinde “ne yaşamak ne de ölmek
istediğine” dair bir duygu kitabın bir noktasından sonra, Gertrude karakterinin
hayatındaki bir kırılma noktasından sonra tavan yapıyor. Hikayenin gidişatından
bahsedip tadını kaçırmak istemediğimden olabildiğince az detayla anlatmaya
çalışıyorum. Neyse, ne diyordum. Hayatındaki bu kırılma noktasından ve
bulunduğu boşluk durumdan ise kendini kurtaranın babasının ölümü olması ise
ilginç bir tezat oluşturuyor. Evet, belki bu tam anlamıyla bir kurtarma
sayılmaz ama okuduğunuzda farkedeceksiniz ki bir hayatın kaybı başka bir
hayatın önce sondan dönmesine, sonra da bir nebze iyileşmesine neden
olabiliyor.
Gençliğin ve yaşlılığın sıkça sorgulandığı
kitapta, yaşlılaların gözünden gençlik ya da sözde en iyi dönemlerini yaşayan
gençlerin gözünden de yaşlılığa dair yorumlara denk geliyorsunuz. Öyle ki
gençlerin ve Kuhn’un yaşlı annesinin beraber oturduğu bir anda, Mouth’un
“yüzünden mutluluk bulunan tek insanın Kuhn’un annesi” olduğunu söylemesi size
dosdoğru bir ifade olarak geliyor; kitapta yaşı geçkin olanların haricinde acı
içinde olmayan insan yok gibi.
Bu acı içinde olma ve kendisini kimsenin
anlamadığı düşüncesi içinde olma halinin kitapta tanımlanması ve çözümünün
sunulması ise başkalarına ilgi göstermek, onları sevmek olarak anlatılıyor ki,
bir not olarak eklemek istedim. Kendinden uzaklaşmanın yolu başkalarına
yakınlaşmak, gibi anladım. Elbette bu ne kadar başarıya götürüyor Kuhn’u ya da
ne kadar başarısızlığa düşüyor, bunu kitapta okumanızda fayda var.
Karşımıza Gertrud’da bir müzik insanı olarak
çıkan Kuhn ile satıra dökülmüş kelimeler arasında gördüğümüz Hermann Hesse,
hemen her kitabında olduğu gibi yine bir sanatçının gözünden bir hikaye
anlatıyor aslında. Kitap boyunca yazılmaya başlanması sürecinden tutun da
hazırlık sürecine kadar takip edilebilen bir operanın hikayesini de Gertrud’da
olan bitene paralel olarak görüşümüz bundan olsa gerek. Ve bu da benim gözümde
Hesse’yi, karşıma bazen ressam bazen de müzisyen olarak, ama sürekli bir
sanatçı olarak çıkışından dolayı eşssiz bir yere koyuyor sanırım. Kırılan kalplerin,
vazgeçilen hayallerin, tükenen hayatların ve sonlanan gençliklerin hikayesi,
sürekli etrafta dönen bir müziğin içinde, müziğe yansıyan tüm acıyla beraber
sizi kuşatıyor. Böyle yazdığım için çok depresif bir kitap diye düşünüp uzak
kalmayın ama, ya da bu size daha çekici gelebilir, bilmiyorum. Yine de söylemek
istediğim şey tüm kederin içinde huzuru okuyabilmiş olmamdı. Evet, bazı
satırlarda üzüntü sizin de içinize işliyor ancak belki de müziğin verdiği
huzurdur, işte o huzurun da içinize sindiğini farkediyorsunuz.
4 yorum:
Ne güzel bir analiz, kaleminize saglık. Hesse'yi ve satırlarının derinliğini yeniden anımsadım. Şu günlerde yeniden okumalı, umudun kırık ışığını bulmak için eserlerinde. İnsanın zaafları, kayıpları ve naifliğiyle insan olabildiği gerçeğiyle yüzleşmek için... @aslisakli
Çok teşekkürler, beğenmenize sevindim. Katılıyorum size, insan olabilmenin içinde barındırdığı tüm duyguları yeri geldiğinde en uç şekilde sunarak bir yerde acının da mutluluğun da, huzurun da huzursuzluğun da "kıymetini" çok güzel anlatıyor bence. Öylesine bir parçası ki bunlar insanın... onun kaleminden okumanın etkisinden olsa gerek.
hesse bayılıyorum. narzis ve goldmund en sevdiğim kitabı..
Onu henüz okumadım, merak ediyorum ama baya.
Yorum Gönder