24 Aralık 2023 Pazar

Ottessa Moshfegh "My Year of Rest and Relaxation"

Ottessa Moshfegh'in bu kitabını sanırım yayınlandığı zamandan beri okumak istiyordum ve her seferinde erteliyordum. Genelde soğuk diyar polisiyesi okuyunca kendimi daha iyi hissettiğim için olabilir; kitabın yayınlandığı 2018 yılından beri nedense doom metal tadında bir azap yaşıyor gibiyim, gibiyiz, genel, biz... 

Büyük bir cahillikle bu türü adlandıramayıp uzun cümlelerle tanımlamaya çalışıyorum, blog'da son zamanlarda yer verdiğim o türden bir roman yine. Goodreads'te bu kitabın tanıtım kısmındaki etiketlere bakarsak "mental health", "literary fiction", "contemporary" gibi etiketlere uyuyor; fakat bu literary fiction benim için hala sıkıntılı bir sınıflandırma. Bunu uzun uzun, boş zamanlarımda kendi kendime kafamın içinde tartışıyorum ve buraya yazmaya gerek yok, herkes evinde tartışsın.

Romana gelelim. Geçenlerde Ruth Madievsky'nin "All Night Pharmacy"sini okuyup burada da hakkında yazmıştım; eğer o roman bir şeyin olmamışıysa, olmuş hali My Year of Rest and Relaxation diyebilirim sanırım. Fakat şu mesele bu türden herhangi bir eser okurken aklınızda sürekli dönmeli sanki; literary fiction... ve fabrikasyon Amerikan x y z artık hangisindense eser, o gruba ait tüketim malı okuduğunuzu atlamadan okumanız lazım, beklentileriniz ona göre olmalı; bir virginia woolf beklerseniz mesela, ya da ne bileyim scarlett thomas gibi bir ustanın kaleminden bir şeyler beklerseniz, sadece kitabı fırlatıp duvara atarsınız. Ancak düşük beklentiyle okursanız, türün güzel örneklerinin ardındaki pazarlama başarısıyla elinizde sonlanan yolculuğu nedeniyle cinnet geçirmezsiniz.

Romanda anlatıcımız buz gibi bir aileden çıkma, iyi bir eğitim almış 20li yaşlarının başında, okulu yeni bitmiş, New York'ta rahat ve konforlu bir hayat süren ve kendisine bir yıllık bir "dinlenme uykusu" peşinde olan, muhtelif psikiyatrik bozukluklara sahip genç bir kadın. Ailesinden kalan mirastan gelen kazançla hayatta kalmak için para kazanma derdi olmadığı için, kendine gelmek için böylesine bir işe girişebilecek konfora sahip. Bulduğu ilgisiz bir psikiyatriste suistimal etmek için yazdırdığı psikiyatrik haplarla kendisini yarı komaya sokup bir yılın geçmesini bekliyor; dönüp dönüp gördüğümüz rutin ve hayat bu. Gerçekten, dediğimi anlatabiliyor muyum, bu literary fiction işinin sınırsızlığı ürkütücü bir boyutta...

Roman hakkında uzun uzun analizlere girenler ne sonuçla çıkıyor bilmiyorum; 300 sayfa kadar dünyadan elini ayağını çekmiş bir zengin kızının elindeki yegane derdin boyutuna bakarak derdin dönüştüğü şeye teslim olmasını okuyoruz. Bu kadar, bu romanı sadece okumak için okursanız, o arada da kötü ve zorlama bir metin olmasın arzunuz varsa okuyun.

Mesela böylesine bir dünyadan el çekmenin sayfalara yansıdığı, ne bileyim dostoyevski'nin beyaz geceler'de, kısacık bir eserde verdiği iç dünyanın derinliğini görme ihtimaliniz yok, bunlar niye yok mesela, literary fiction... Biz derinliği olan her şeyi yitirdik, elimizde de literary fiction olarak sadece bunlar var. İşte neden bunlar var, bu romandaki anlatıcının yazıp okuduğu ürettiği ve talep ettiği "şeyler" dünyasından mürekkep bir hayat yaşanıyor, o yüzden var.

Küreselleşmeden nefret ediyorum.

21 Aralık 2023 Perşembe

Ragnar Jónasson "Winterkill"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu devam ediyor yine. Arnaldur Indridason'la beraber en sevdiğim İzlandalı polisiye yazarı olan Ragnar Jonasson'un Dark Iceland serisinin 6. kitabı olan Winterkill ile devam ediyor hem de. En sevdiğim yazarlar olunca, yedekte okumadığım bir kitapları da oluyor, zor günlerde sığınakta okuyarak hayatta kalma yolları gibi düşünün. Bu da onlardan biriydi; her zamanki gibi tam tadında, serinin tamamı kadar beğendiğim bir başka Ari Thor romanı oldu.

Ari Thor'un Siglufjordur günleri devam ediyor Winterkill'de. Başarısız evliliğinin bitmesinin ardından eski eşi ve oğlu İsveç'e taşınmış bir Ari Thor var karşımızda. Paskalya'da kendisini ziyarete gelecek eski eşi ve oğluyla ilgili planlar yapan Ari Thor, tüm planlarının ve belirli belirsiz umutlarının boşa çıkacağı bir Paskalya geçireceğinden habersiz, hayatına devam etmekte. 

19 yaşındaki genç bir kız, neden orada olduğu anlaşılamayan biçimde kendi evi olmayan bir evin balkonundan düşerek hayatını kaybettiğinde sakin, sessiz bir İzlanda kasabası olan Siglufjordur'da hayat da kendi ritminde devam etmektedir. Gencecik bir kızın hayatının baharında intihar etmesi, üstelik annesiyle yaşadığı hayatında ve okulda hiçbir sorunu olduğuna dair iz bulunamaması oldukça şüpheli görünür. Annesi ya da çok da yakın olmadığı fakat en yakın olduğu arkadaşı da şüpheli ölümünü kabullenemez; Ari Thor da bu denli beklenmedik bir ölümün yalnızca intihar olmadığını düşünmeye başlar. Araştırmaları, Dark Iceland serisindeki diğer romanda olduğu gibi bir yandan çetin İzlanda doğası kadar keskin ve karanlık, diğer yandan görünürdeki sükunetinden hiçbir koşulda taviz vermeyen bir atmosferde devam eder. En sevdiğim yanı, bu soğuk diyar polisiyesi tanımına uyan yanı Ragnar Jonasson'un romanlarındaki bu hava; bazen zayıflasa da aslında bu hava kaybolmuyor. Bir şekilde siz de soğuk, karanlık, hüzün sinmiş bir yerde buluyorsunuz kendinizi okurken.

Gereksiz tek bir karakter, olay, cümle yok. Ari Thor'un eski karısıyla ya da oğluyla ilişkisi hiçbir klişeye saplanmadan aktarılıyor; yazar asla polisiyenin soğuk diyar havasını bozacak bir üsluba kapılmıyor. Çok yalın ve başarılı bir polisiye yazarı olarak yine kendisi gibi yazmış.

Dediğim gibi üslup benim için önemli; kurgunun ya da hikayenin değerini yazarın üslubuyla birleştiremezsem beğenmiyor. Burada ne imkansız bir kurgu, ne akla hayale gelmeyecek bir polisiye olay ne de beklenmedik sonlarla oradan oraya savuran bir roman var. Okur da tahmin edebilir; okur da anlayabilir, süprizlerinin geleceğini hissedebilir. Finalde de beklenmedik, okurun ağzını açık bırakacak hiçbir şey yok. Ama Jonasson'un devam ettirdiği bir gelenek varsa, kendisinden başka yeni bir örneği de yok.

Bu nedenle denk gelirseniz seriyi atlamayın, tavsiyedir.

13 Aralık 2023 Çarşamba

Daisy Alpert Florin "My Last Innocent Year"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu olmayan turu devam ediyor. Turun şimdiki adı goodreads'te çok reklamı yapılan kitaplar turu gibi bir şey olabilir. "My Last Innocent Year" da sıklıkla öneriler arasında denk geldiğim, bu yazın hemen her listesinde bir şekilde karşıma çıkan romanlardan biriydi. Kesinlikle beklentisiz biçimde okumaya başladım. Sanırım bu "coming of age" denilen türün endüstri içinde çılgın bir payı var; seri üretimdeymiş gibi benzer karakterlerle benzer hikayeler dolu. Bu da onlardan biri, ancak ne akılda kalacak çarpıcı bir eser ne de okurken okuru tırmalayacak sivriltmeler, abartılar ya da pazarlama kolaylığı için ayarsızca sömürülmüş kimlikçilik kaygıları var. Tüm bunları dozunda kullanmış roman; bakın yok demiyorum, var. Sadece yazar başarılı biçimde, kontrollü olarak işlemiş işleyeceği biden-obama-harris'çiliği ya da lena dunham-variliği.

Olaylar 1998'de geçiyor; anlatıcımı Isabel Rosen. Bu türün standardı gereği sanırım yine anlatıcımız kadın, yine bir genç kadın, yine bir Amerikalı Yahudi kadın. Yahudi kimliği ve Amerika'daki orta sınıf Yahudiler'e dair hayatta kalma çabası içinde ömrün nasıl geçtiğine dair Rosen ailesi üzerinden bir okuma mümkün; dediğim gibi yazar romanda ne bir konuya ne diğer konuya çok yüklenmiş. Wilder Collage'daki son yılında Isabel'le tanışıyoruz; annesini kaybettikten sonra daima adıyla hitap ederek bahsettiği babasıyla birlikte yaşayan Isabel, babasının büyük özverileri sonucu oldukça pahalı bir okul olan Wilder'da okuyor, edebiyat alanında öğrenim görüyor. Klasik bir gençlik romanındaki tüm özellikleri sanırım kampüs hayatı içinde görüyoruz. Son yılı oldukça kötü başlıyor; başka bir Yahudi erkek öğrenciyle yaşadığı tecavüz mü değil mi kafasında karar veremediği iğrenç bir deneyimle aslında. Ancak ilişkilere ve erkeklere dair düşüncelerini daha da etkileyecek, yine sıkıntılı bir durumda kendisini buluyor: Aldığı derslerden birini veren hocasının evliliğindeki sorunlar yüzünden geçici bir süreliğine derslerini yürütecekleri eski şair R.H. Connelly ile de romanın adından da anlayacağınız üzere yasak bir ilişki yaşamaya başlıyor. Son yılı bir yandan hayatının geriye dönük analizi, bir yandan geleceğin planlanması ve nereye varacağı belli olmayan yasak bir ilişkiyle geçiyor. Bunların hepsini yazar tadında bırakarak anlattığı için de roman bir çırpıda sıkılmadan okunuyor.

Romana dair yazabileceğim şeyler bu kadar, şöyle kafam dağılsın, öylesine açılmış bir filmden tesadüfi hoşlanmanın tadı gibi bir roman okuyayım derseniz okuyun. 

6 Aralık 2023 Çarşamba

R. F. Kuang "Yellowface"

Goodreads'in ve bloggerların çılgınca övmesi sonucu, yine bir pazarlama ürünü olduğunu bilerek okumaya karar verdiğim, kararımdan da hiç pişman olmadığım bir roman oldu Yellowface. Okumayı düşünen varsa direkt okusun, yakında da Türkçe yayınlanır eminim.

Anlatıcımız June Hayward, pek de yakın olmadıkları okul arkadaşı ise çok ünlü bir yazar, çok satan, Netflix'te de bir romanının uyarlaması dizi olacak olan, NYT'nin en çok satanlar listesini alt üst etmiş genç yazar Athena Liu. Aralarında yakın bir dostluk yok. Hatta ikisi de ayrı uçlar ve yaşamlardalar. Buna rağmen, ikisi de birbirinden yalnız iki insan var karşımızda; biri başarılı bir yalnız diğeri başarısız bir yalnız. Bu nedenle okuldan kalmış tanışıklığın üzerine beraber zaman geçirmekten ibaret, oldukça da yüzeysel bir iletişim kurmuşlar. Athena'nın Netflix ile bir uyarlama için anlaşma imzalamasını kutladıkları gece de, June Athena'nın evine ilk kez gidiyor ve şanssızlığa bakın, Athena krep yerken June'un gözleri önünde ölüyor. Athena'nın evinden ayrılmadan June o gece, ambulans gelip Athena'yı götürdükten sonra, çantasına bir şey atıyor. Bu şey, Athena'nın yeni romanının bitmiş, daktiloda yazılmış, kimsenin daha önce haberdar olmadığı, konusuna dair bir şey bilmediği yeni romanı. İşte o romanı, artık şeytana uymak mı dersiniz yoksa çaresizlik mi ya da düpedüz vicdansızlık mı, June açıkça çalıyor. Ve romanı yayınlanmasının ardından, Athena'nın tahtına June Hayward geçiyor. 

Olaylar bununla birlikte çılgınca hızlanıyor romanda; bir yandan sanırım güncel olarak örneğin goodreads'te çok övülen romanların nasıl övdürüldüğü, sistemin reklam ve pazarlama ayaklarının nasıl işlediğini, nelerin çok satacağını ve hangi ödülleri alacağını aslında önceden karar veren bir mekanizma ve ilişkiler ağı olduğunu yazar o açıkça anlatıyor. Bu anlatı ise June'un süreçte yaşadıkları üzerinden, anlatıcımızın doğrudan dahil olduğu ve etkilendiği durumlar üzerinden ilerliyor.

Bir yanda June'un daima "yakalanacağım, her şey ortaya çıkacak ve bitecek, rezil olacağım, bir daha asla hiçbir kitabımı kimse basmayacak" gerilimi devam ederken diğer yandan ünlü bir yazara dönüşmesini görüyoruz. Fakat süreç ilerledikçe anksiyetesi artmaya başlıyor; üstelik tüm şöhret ve paraya rağmen June'un tamamen bir çukura gömülür gibi yalnızlığa nasıl hapsolduğunu görüyoruz. 

Ama roman ilerledikçe bir şey çözülmeye başlıyor; gerçek hırsızın Athena olup olmadığını sorusunu okurun kafasına yerleştirmeye başlayan bölümlerle Athena'ya da yakından bakıyoruz. Anlatıcımız yine June, ancak Athena'nın gösterişli başarısının içinde neden yalnız olduğunu anlamaya çalışırken, kafamızda sorular dönmeye başlıyor. Bir yazar, ne kadar hırsızdır? Bir yazar, ne zaman hırsız olur? Yazarlar neyi çalar?

Yazarın taraflılığı ve tarafsızlığını anlatıcı karakter üzerinden dengelemesi çok hoşuma gitti; bir yandan mikro-kimlikçiliğin varlığını gösterip bunun birden fazla yüzüyle hem anlatıcı üzerinden hem de anlatıcının karşılaştığı olaylar içindeki karakterler üzerinden gösteriyor. Zira kitap kapağından da anlamanız mümkün, Amerika'da Çinli olmak. 

Etnik kimlik kanalını bulup buradan yürüyen Amerikan popüler kültür endüstrisinin içinden bir ürün olarak Yellowface, bu sistemin bir eleştirisini de yapıyor. Kimlikçilik oyununun pazarlama başarısı, June'un romanı yayınlarken adında yapılan küçük değişiklik gibi gösterilerle sürüyor. 

Çok beğendim, goodreads'te oy bile verdim yılın en iyi kurgusundaki adaylığına. Çünkü yazarın kaleminden anladığımız kadarıyla bu işler, birinciler, listeler önceden belli. Dolayısıyla hiçbir anlamı olmayacak bir oy vermekten çekinmedim.

3 Aralık 2023 Pazar

Halle Butler "The New Me"

Tam olarak Goodreads'in başarılı biçimde pazarlama amacıyla kullanılması sonucu okuduğum kitaplardan biri The New Me. Bunun farkında olarak okumaya başlayınca asla hayalkırıklığı yaşamıyorum; eğer beğenirsem okumaya karar verdiğime iyi yapmışım diyorum. Beklentileri düşük tutarak okunması gereken kitaplar listesi yapmaya karar verdim tam şu anda ayrıca.

Öncelikle yine kadın anlatıcımız; yine yalnız, arkadaşsız, ailesiyle arası yok gibi, işsiz güçsüzlüğünün içinde kalıcı olmayan işler içinde oradan oraya sekerek oldukça sevimsiz bir hayat yaşıyor. Sevimsizliğini anlatıcımızdan anlıyoruz bu arada, işsizliği ya da kalıcı bir işte duramamasının sevimsizliğiyle ilgisi doğrudan yok.

The New Me, 30 yaşındaki Millie'nin dibe vurmuş hayatının bir portresi; romandaki en büyük sıkıntı ise bunun roman olarak basılması. İlk yorumum da böyle olmuştu aslında kitap bitince; bunun öykü olması aklıma yatar, ancak romana çevrilmesi, roman olarak kabul edilmesi, basılması ve böylesine reklamı yapılarak üzerine bir de övgü dolu listelerde yer alması neyin başarısı bilmiyorum ama elimizdeki metnin değil, olamaz.

Kayıp kuşaklar üstüne kuşaklar eklenen dönemler başlayalı çok oldu. Millie de bunun günümüzden bir örneği; amaçsız, plansız, dağınık, özensiz, başarısız, tutunamamanın hakkını dibe vurarak hayli vermiş. Geçici olarak çalıştığı işte kalıcı olarak çalışmaya başlayacağına dair bir ihtimal olduğu yanılgısına kapılınca, hatta buna inanınca birden kendisine çeki-düzen vermeye girişiyor. Asla tutmayacak planlar ve umutlar, küçük adımlarla bir çöplüğü düzeltme girişimi vb derken roman bitiyor. Romanın başından sonuna dek 193 sayfada hiçbir hareket yok aslında, dalgalanma sayabileceğimiz şeylerden biri Millie'nin yeni kararlar almasına vesile olan bu kalıcı iş ihtimali, diğeri ise finalde bu ihtimalin gerçekliğiyle yani yokluğuyla yüzleşmesi.

Bu edebiyat türü nasıl bir açlığı tatmin ediyor bilmiyorum ancak daha ne kadar iyi pazarlanmış bol yıldızlı, çok görünür eserleri edebi ürünmüş gibi övmeye devam ederiz bilmiyorum. Bunları ayrı bir sınıfa koyalım bence. Mesela Dostoyevski'de bir saati anlatır bazen, aklınız o satırlardan kopamaz, derinlikte oradan oraya aklınıza ruhunuza bir şeyler çarpar, romanın içindeki bir durumdan hayatınıza bakarsınız, içiniz kararır; Çehov okursunuz, çocukluğunuzdan yaşlılığınıza aklınıza kazılı bir şey kalır. Bu seri üretim mevzusu, edebiyatı tüketimin en popüler ürünlerinden birine çevirmeseydi keşke.

2 Aralık 2023 Cumartesi

Ruth Madievsky "All-Night Pharmacy"

Bu romanın ne polisiye ile ne de psikolojik gerilimle doğrudan bir ilgisi var aslında; ancak polisiye unsurlarını da gerilim unsurlarını da, "psikiloji"yi de aslında içeriyor. Böyle sıralayınca dolu dolu bir romanmış gibi gelmesin, baştan söylemek isterim. Tamamen pazarlama başarısı nedeniyle, bunun da farkında olarak seçip okuduğum romanlardan biriydi.

Anlatıcımızın adını asla bilmiyoruz ancak ablası Debbie ile Los Angeles gece hayatının aktığı bir gece kulübünde daima takıldıklarını biliyoruz. Mekanın adı da ironik biçimde "Salvation". Uyuşturucu ve tek gecelik ilişkilerle örülü bir ağın içinde amaçsızca takılıyorlar, ortada başka bir mevzu yok. Mevzu yaratmak için yazarın giriştiği şeylerden biri, iki kardeşin kavga ettiği bir gecenin ardından Debbie'nin ortadan kaybolması. İkincisi ise gerçek bir Netflix tadında kara propagandanın çok yüzeysel halinde işleyen Rusya'dan göçmüş bir ailenin torunları olarak Yahudi kimliklerinin öne çıkarılması.

Gerçekten doğduğumdan beri savaşla örülü çevrem ve yazarla da yaşlarımız yakın; Irak'ı, Afganistan'ı, Bosna'yı, Suriye'yi geçip de kıytırık bir "Putin çok kötü"ye sığınması o kadar ucuz geliyor ki, okurken Biden-Obama-Harris-Clinton çetesinin mi teşvikleriyle yazılıyor bunlar diye yine düşündüm.

Debbie nereye gitti, öldü mü kaldı mı derken bu arada anlatıcımızın aslında Debbie'yi öldürmüş olma ihtimalinin de bazen aklına geldiğini görüyoruz; zira sürekli çerez gibi ilaç kötüye kullanımı var; sayfa başında üç beş kırmızı reçeteli diye bildiğimiz ilaçlardan ya da yeşil reçetelilerden içiyor karakter. Kafasının sürekli ilaç dolu olması ve hafızasına da bazen güvenmediğini sezmemiz, bir süre sonra anlatıcımızda bir suçluluğun anksiyetesini de yaratıyor. Bu açılardan devam edip beşinci sınıf Clintoncılığa girişmeseymiş roman aslında daha derli toplu dururmuş. 

Koca romanda dünyada hiçbir şey olmuyormuş gibi dram yarattıkları husus, Rusya'dan çıkmış birkaç haberi okumaları. Gerçekten, bayağı taraflılığın basitliğiyle her yüzleşmemde ağzımı burnumu buruşturuyorum. Ancak, bu romandan bu kısımları atsak bu roman basılır mıydı ya da soruyu düzgün sorayım; basılsa bile bu kadar iyi pazarlanır mıydı, bu soru da aslında cevapsız. Obama-Biden çetesi kimlikçilik sosu dökülmeden küresel anlamda bir şeyin ne kadar pazarlanma kabiliyeti ya da imkanı vardır sorusunu birçok kültür ürünü için şu an sorabiliriz aslında.

Alice Feeney "Good Bad Girl"

Yazısını eklemeyi unuttuğum çabuk okunan psikolojik gerilim özel turuna devam etsin bakalım Kareler ve Sayfalar...

Blog'da daha önce birkaç kitabına yer verdiğim Alice Feeney var sırada yine, bu roman Türkçe'ye çevrilmiş sanırım, başlamadan onu belirteyim. İlgilisi varsa bakabilir.

Good Bad Girl, Alice Feeney'nin kendi kurgu kalıplarının içinde, bu "çabuk okunan psikolojik gerilim" seri üretim sistemi dahilinde kurguladığı bir roman yine. Örneğin yine kadın anlatıcılar, kadınlar etrafında dönen olaylar, kadınlar arasındaki olaylar ve kadınlar dışına taşan olaylar. Feeney'de kurgu, kendi içine doğru detaylanıp kompleks bir hale gelene kadar sıkıştırılıyor bazen. Good Bad Girl de bunun bir örneği olmuş. Karakter arasında kurduğu bağdan olayların akışına, kesişmelere ve süprizlere dek kurduğu bağ, bölümler ilerledikçe birbirine geçecek bir örgüye dönüşüyor. Bazen Feeney'de bana zorlama gelen kısım da bu oluyor açıkçası. Hemen her romanında bunu hissettim ancak zirve kesinlikle Good Bad Girl'de.

Romandaki olay ise şu; yıllar önceki bir anneler gününde bir anne alışveriş yaparken çocuğu, neredeyse gözlerini çevirdiği bir anda çalınıyor. Annenin çocuğundan kaynaklanan gerilimin akabinde çocuğun dikkatsizliği nedeniyle kaybolması, çocuğunun asla bulunamamasıyla birleşince adını bilmediğimiz annenin hayatına bir dramın yayıldığını anlıyoruz.

Romanın başlangıcında olan bu olayın ardından zaman hızla geçiyor ve bir başka bölümle günümüze dönüyoruz; bir yaşlı bakımevinde olan şüpheli olaylar nedeniyle tetikte olan yaşlı bir kadın, bakımevinde çalışan ve hemen her konuda yalan söyleyen genç bir kadın karakter, bakımevinde bir cinayetin işlendiği gün bakımevinden kaçan bir kadın konuk ve cinayeti çözmek için gelen bir kadın dedektif. Romanın neredeyse başlarında cinayetimiz, kaçağımız, yalancımız, olaylarla henüz yolu kesişmemiş, bir hapishanenin kütüphanesinde çalışan ve bir planını uygulamakta olduğunu fark ettiğimiz bir garip davranışları olan bir kadınımız oluyor. Tüm bunlar, kesişmelerin artmasıyla bir anda ya birbirlerini aramaya başlıyor ya da birbirlerinden kaçmaya. Karakterlerin hepsi bu kadar değil ancak öne çıkanları şöyle bir yazayım dedim.

Feeney'nin en zorlama romanı fakat kötü değil; kayıp bebek kim, annesi kim, bu insanlar da kim ve birbirleriyle yolları her kesiştiğinde nasıl bir ilişki içinde oluyorlar, romanın sonuna kadar net bir tablo belirene kadar merakta kalmanız mümkün. 

Lisa Jewell "Then She Was Gone"

Kareler ve Sayfalar psikolojik gerilimin çok satanları adlı çok da özel olmayan listesi vardı bu yaz, hatırladınız mı? Ağustos ayının tamamında neredeyse günde bir kitap bitirecek şekilde okuduğum bir türdü. Cidden bir günde bitirmemeniz için hiçbir sebep olmuyor, üstelik sayfa sayısından da bağımsız. Böyle bir sektör ve seri üretim ürünleri kendileri yani, ben rahatsız değilim durumdan. Seveni çok sanırım. Sevmese de okuyanı da bol galiba; tam "mola" verdirecek türen eserler.

Lisa Jewell da bu türün en önde gelen isimlerinden, daha önce blog'da bir kitabına da yer verdim diye hatırlıyorum: "None of This is True" hakkındaki yazıyı blog'da bulabilirsiniz. Kesinlikle çabucak okunan, okurda gizemin çözülmesine dair istediği uyanık tutan romanlar yazıyor şu iki romanına bakarak bunu söyleyebilirim şimdilik.

"Then She Was Gone"ın da yazısını yazdım diye hatırlıyordum; yazmamışım. Kısaca da olsa yazayım. Anlatıcımız Luarel; kızı Ellie, yıllar önce aniden ortadan kayboluyor. Biz bu kaybın nerede ve nasıl gerçekleştiğini aslında kitabın başında birkaç bölümle anlıyoruz ancak haliyle ailesinin durumdan haberi yok. Bu kısım bana oldukça saçma gelmişti bu arada, yani kızın bulunamaması kısmı gerçekten zorlama olmuş, baştan söylemek isterim. Ortalama bir Arka Sokaklar bölümünden hallice, darılmayalım lütfen...

Ellie'nin kaybının üzerinden yıllar geçiyor, Laurel'in bir kızı daha var ancak Ellie'nin ortadan kaybolması ardından ailesi dağılıyor, eski eşi yeni bir hayat kuruyor, diğer kızı da öyle. None of This is True'daki aile formunu anımsamamak mümkün değil. Neyse devam edeyim; Laurel oldukça yalnız bir hayat sürüyor, yaşı ellilerine geldiğinde bir gün tesadüfen bir kafede biriyle tanışıyor. Floyd. Bunlar sevgili oluyor. Kızıyla yaşayan Floyd, sonunda Laurel ve kızını tanıştırıyor. Ve hikaye burada garipleşiyor; Poppy, Floyd'un kızı, Ellie'nin aynısı, sanki küçük bir kopyası. 

Roman, Laurel'in ortadan kaybolmasına rağmen aslında öldüğüne asla inanmadığı kızının başına gelenleri çözmekteki çabasını hararetlendiren bir tetikleyici olarak Poppy'yi karşımıza çıkarıyor. 

Sürükleyici bir roman, ama bu tarzın belirli bir formu ve neredeyse sayfa sayılarına kadar hesaplanmış bir düzeni var anladığım kadarıyla. Kalıplara karakter isimleri ve olayları değiştirip koymakla ilerliyor sanki biraz da.

Kafam dağılsın, okurken romandan başka bir şeyi düşünmeye fırsat kalmasın diyorsanız tavsiye ederim. Bu tür kurgular sanırım Netflix dizilerine uyarlanmaya da uygun olduklarından seri üretimde, o yüzden birçok örneğinin içinden bunu seçerseniz pişman etmez.