3 Aralık 2023 Pazar

Halle Butler "The New Me"

Tam olarak Goodreads'in başarılı biçimde pazarlama amacıyla kullanılması sonucu okuduğum kitaplardan biri The New Me. Bunun farkında olarak okumaya başlayınca asla hayalkırıklığı yaşamıyorum; eğer beğenirsem okumaya karar verdiğime iyi yapmışım diyorum. Beklentileri düşük tutarak okunması gereken kitaplar listesi yapmaya karar verdim tam şu anda ayrıca.

Öncelikle yine kadın anlatıcımız; yine yalnız, arkadaşsız, ailesiyle arası yok gibi, işsiz güçsüzlüğünün içinde kalıcı olmayan işler içinde oradan oraya sekerek oldukça sevimsiz bir hayat yaşıyor. Sevimsizliğini anlatıcımızdan anlıyoruz bu arada, işsizliği ya da kalıcı bir işte duramamasının sevimsizliğiyle ilgisi doğrudan yok.

The New Me, 30 yaşındaki Millie'nin dibe vurmuş hayatının bir portresi; romandaki en büyük sıkıntı ise bunun roman olarak basılması. İlk yorumum da böyle olmuştu aslında kitap bitince; bunun öykü olması aklıma yatar, ancak romana çevrilmesi, roman olarak kabul edilmesi, basılması ve böylesine reklamı yapılarak üzerine bir de övgü dolu listelerde yer alması neyin başarısı bilmiyorum ama elimizdeki metnin değil, olamaz.

Kayıp kuşaklar üstüne kuşaklar eklenen dönemler başlayalı çok oldu. Millie de bunun günümüzden bir örneği; amaçsız, plansız, dağınık, özensiz, başarısız, tutunamamanın hakkını dibe vurarak hayli vermiş. Geçici olarak çalıştığı işte kalıcı olarak çalışmaya başlayacağına dair bir ihtimal olduğu yanılgısına kapılınca, hatta buna inanınca birden kendisine çeki-düzen vermeye girişiyor. Asla tutmayacak planlar ve umutlar, küçük adımlarla bir çöplüğü düzeltme girişimi vb derken roman bitiyor. Romanın başından sonuna dek 193 sayfada hiçbir hareket yok aslında, dalgalanma sayabileceğimiz şeylerden biri Millie'nin yeni kararlar almasına vesile olan bu kalıcı iş ihtimali, diğeri ise finalde bu ihtimalin gerçekliğiyle yani yokluğuyla yüzleşmesi.

Bu edebiyat türü nasıl bir açlığı tatmin ediyor bilmiyorum ancak daha ne kadar iyi pazarlanmış bol yıldızlı, çok görünür eserleri edebi ürünmüş gibi övmeye devam ederiz bilmiyorum. Bunları ayrı bir sınıfa koyalım bence. Mesela Dostoyevski'de bir saati anlatır bazen, aklınız o satırlardan kopamaz, derinlikte oradan oraya aklınıza ruhunuza bir şeyler çarpar, romanın içindeki bir durumdan hayatınıza bakarsınız, içiniz kararır; Çehov okursunuz, çocukluğunuzdan yaşlılığınıza aklınıza kazılı bir şey kalır. Bu seri üretim mevzusu, edebiyatı tüketimin en popüler ürünlerinden birine çevirmeseydi keşke.

Hiç yorum yok: