"Bugün önümüzdeki mesele şudur: Halihazırdaki dünya düzeninin son sapkın haklılaştırılması olan Avrupa evrenselciliğinin ötesine nasıl geçebiliriz?"
Wallerstein
William Blum, "Killing Hope: US Military & CIA Interventions Since World War II" adlı kitabının bir bölümünde Amerikan dış politikasının Amerikan karşıtı terör gruplarının yaratılması ve yayılmasını içeren stratejilerinden kısaca bahsetmektedir. Batı'ya karşı konumlandırılan Doğu'da yaratılan düşmanın çıktığı laboratuvar olarak Amerika'yı işaret etmektedir.
Amerika'nın 11 Eylül sonrasında "terörizme karşı savaş" adı altında giriştiği işgallerin, evrensel değerleri koruma ve yayma amaçlarının altına saklaması gibi evrenselcilik iddialarını"Avrupa evrenselciliği" olarak tanımlayan Wallerstein, sapkınlaşmış bir evrenselcilik derken bundan bahsetmekte. Bu evrenselcilik, demokrasi götürmek için giriştiği işgalin kısa vadedeki katliam ve zulmünü uzun vadede "evrensel bir kazanımın bedeli" gibi göstermeye çalışan emperyalist, haince bir stratejinin gerçek evrensel değerlerin yok edilmesi ardından içine tıkıldığı yeni kılıfla Batı'nın ya da Atlantik'in sunuş şeklinden başka bir şey değil.
Benim "demokrasi", "insan hakları", "barış", "özgürlük", "bilmem ne kazanacak", "eşitlik", "eşit bir şeyler" gibi Soros kelime haznesinden fırlamış yeni "evrensel değerler" ifadeleri görünce girdiğim buhran, Wallerstein'ın "Gücün Retoriği - Avrupa Evrenselciliği" adlı kitabının konusu aslında.
Wallerstein, Batı'nın sömürge, işgal politikalarında, açıkça katliamlarında aslında bunun her daim görüldüğünü, ilk bölümde Amerika'ya ilk kez ayak basan İspanyollar'ın Amerika'daki yerlilere karşı giriştikleri savaşın "evrensel" zemine oturtulmaya çalışılmasında öne sürülen argümanlarla şu an karşımıza çıkan Batı'nın işgal politikalarındaki evrensel değerler iddialarının aynı noktalardaki kesişimleri üzerinden örnekliyor. Modern dünyadan giden İspanyollar'ın medeni olmayan Amerika'daki yerlilere medeniyet götürdüklerini iddia etmeleri gibi müdahalelerini haklılaştırma sebeplerini, ilerleyen yüzyıllarda da öne sürülen, bir müdahaleyi (işgali) haklılaştırıcı nedenlerle dört noktada buluşturuyor: "onlar barbar", "evrensel değerleri yok sayan uygulamalara sahipler", "aralarında kalan masumları korumak gerekiyor, "evrensel değerlerin burada da yayılması gerekiyor". Bu dört gerekçe, İspanyollar'ın ritülleri sırasında çocuk kurban ediyor olmaları ya da Hristiyan olmamaları sebebiyle Amerika'daki yerli halk arasında katliam yapmalarını, onları köleleştirmelerini, madenlerde çalıştırmalarını, zamanla etnik temizliğe gidecek yolun ilk adımlarını atmalarını, onları alıp satmalarını, topraklarına el koymalarını.... haklı göstermek için öne sürdükleri gerekçeler. İşgalin gerekçeleri.
Cadı avının "evrensel değerler beşiği" Batı'da olduğundan ya da herhangi bir toplumda herhangi bir sapmadan zaten bahsedilebileceğinden ya da kültürel farkların farklı uygulamalarla uç ritüellerde kendisini gösterebileceğinden habersiz miydi peki İspanyollar? Irak'a giren Amerika'nın evrensel değerleri götürmesi yolundaki adımlarıyla üstteki gerekçeleri yan yana koyunca İspanyollara dair verdiğiniz cevap Wallerstein'ın da bizim de derdimizi özetliyor zaten. Batı'nın evrenselciliğinin dışında kalındığı an, evrensel değerleri size sizi yok ederek sunmak Batı'nın tüm dünyaya en büyük lütfudur herhalde. Keşke kiliseyle olan yakın temaslar bir noktada ölümcül günahları benimsetme işlevi görseydi ve bu kibir bir nebze törpülenseydi, 500 yıl öncesiyle aynı işgal dürtüsü aynı emperyalist açlık dünyanın kana bulanmadık tek bir karışı bile bırakmamaya yemin etmişçesine açlık çekmezdi belki.
Wallerstein, Batı'nın kendisini konumlandırdığı merkezi konumun, Şarkiyatçılıkta da kendisini gösterdiğine değiniyor. Şarkiyatçılığa karşı konumlanma noktasının da yine Batıcılık, daha doğrusu yine Avrupa merkezli bakışı destekleyecek bir konum olduğunu vurgulayarak, burada evrenselcilik iddialarıyla etnik merkezciliğin aslında tikelciliğe çıkmaktan başka bir şey olmadığını söylüyor. Yani ikili her konumlamada merkez bu örnekte Avrupa diyelim; merkezi Avrupa'dan çekip ona karşı durduğunuzda yine etnik merkezci bir konum alıp yine evrenselcilik iddiasına ona göre kurgularsanız yine tikelciliğe düşersiniz ki en başta "Batıcılık tikelciliktir bu yüzden evrenselcilik iddiası yanlıştır"ı savunduğunuz için bunu söylüyorsanız, bu çelişkidir - buna geliyor. Bu yüzden, tikel ve evrensel arasında yine bir bağ kurulması zorunluğu var, konumlandırmayı "ya biri ya biri" diye düşünmekten ziyade birbirine bağlamak üzerine kurmak ancak bu tikelci evrenselcilikle mücadele etme yöntemidir ve bilimsel evrenselcilik için bir yoldur, Wallerstein da sonunda buna bağlıyor. Zira evrensel olan nedir, bu nasıl tanımlanır, bunların da bir ihtiyaç olduğunu zaten ifade ediyor; yani her "evrensel değer" ifadesine karşı konumlanmanın ötesinde buradaki tanımın bilimsel olup olmadığına değiniyor. Elbet burada değerden arınmışlık sorunu karşımıza çıkar. Ki Wallerstein da değiniyor. Bunun aslında mümkün olup olmadığı tartışmasına giriyor hatta bilimde değerden arınmışlık denilince akla gelen ilk ismin bu konuya dair giriştiği çabayı "şizofrenik" buluyor; Max Weber. Weber değerden arınmış bilimi şart koyuyor ancak Wallerstein'a göre bu mümkün değil; tam da bu noktada bilim insanları ya da aydınlar için bu "evrensel olan nedir"in tanımlanması konusunda nasıl bir yol olabileceğinin anlatıyor kısaca. Akademinin gittikçe uzmanlaşmasının ve bilimsel bir taraflaşmanın bu konudaki rolüne de bir bölüm ayırmış ayrıca.
Wallerstein umutsuz kapatmamış metni; gittikçe zayıflayan bir güç karşısında çıkış yolu aradığını düşünebilirsiniz okurken. Bir şeyi tanıdıkça onun açıklarını bulmak mümkün olur; Wallerstein'ın da anlatmaya çalıştığı bir bakıma bu.