13 Mayıs 2020 Çarşamba

2020 Yazında Ne Okuyacağını Bilemeyenler İçin Öneriler

En az Kareler ve Sayfalar kadar güzel bir başlık attım, konuyu orada özetledim. Yanlış özetledim. Bu liste benim de henüz okumadığım kitaplardan oluşuyor. Yani önerdiğim bir kitabı bakarsınız okurum, ben de beğenmem. Sorumluluk almıyorum neden alayım.

2020 yazında okuyacak daha çok zaman olacak çoğu kişi için, olmazsa  da yapacak bir şey yok. Dikkatim dağılınca biraz merak ettiğim, bunu okurum diye ayırdığım ama okumadığım kitaplara bakarken dikkatim yine dağıldı ve başka kitaplara ve onlardan da başka kitaplara atlarken uzun bir liste oluştu. Genellikle polisiye, gerilim türündeki kitaplar oldu. Soğuk diyar polisiyesi de var içlerinde ama sadece onlardan ibaret değil, soğuk olmayan diyarlardan da kitaplar var.

A.J. Finn "The Woman In The Window": Çok satanlardan, ben de merak ettim. Merak etmemin başka bir sebebi yok. Yeni komşularında görmemesi gereken bir olaya tanıklık eden bir kadın baş karaktermiş. Alfred Hitchcock bu furyayı başlattı suçlu ben değilim.

Cass Green "The Woman Next Door": Merak ettiğim ikinci kitap da bir kadın içeriyor. Kadınların kapıda bacada olduğu kitapları merak ediyorum demek ki. Uzun süredir birbirine komşu olan iki kadının bir gün bir diğerinden yardım istemesi ve bunun aslında bir hata olduğunu fark etmesi de kısaca konusunu oluşturuyor kitabın.

Sophie Draper "The Stranger In Our Home": Bu kitap henüz satışa çıkmadı, yakında çıkacak sanırım. Geçmişiyle yüzleşen/tanışan bir kadının hikayesi sanırım. Hala bir erkek yazarın kitabını önermediğimi fark ettim hemen müdahale ediyorum.

Ragnar Jonasson "The Mist": Sürekli Ragnar Jonasson'dan bahsetmek istiyorum sürekli. Dimma'nın devamı olan kitap bu da, Hulda ile devam edecek hikaye. Haziran 2020'de çıkacak sanırım. Euro düşsün, erken sipariş fiyatına baktım da az önce. Moraller bozuk.

Ruth Ware "The Lying Game": Utanç içindeyim bu kitabı yarım bıraktım ve bu yaz tamamlarım diye düşünüyorum. O arada kitap Türkçe'ye çevrilmiş. Ruth Ware'in daha önce iki kitabını okudum, ikisi hakkında da blog'da yazı var, kitapları Türkçe de mevcut sanırım bakarsınız. Konusu şöyle; okul arkadaşları geçmişlerinden hortlayan bir şey sonucu bir araya, gençliklerinin geçtikleri küçük kasabaya geliyor ve bu geçmişte yaşanan nedir, biz de sürekli geri dönüşlerle onu öğrenmeye çalışıyoruz. Ayrıca olaylar şimdiki zamanımızda da devam ediyor. Devamını okuyunca öğreneceğimi umuyorum....

Ruth Ware: "In a Dark, Dark Wood": Bu kitap Kapkaranlık Ormanda adıyla Türkçe'ye de çevrilmiş. Konusunu bilmiyorum, bende vardı okumadım duruyor hala. Sırf Ruth Ware yazdım bi üstte diye hatırladım. 

Lucy Foley "The Hunting Party": Çok duydum bu kitabı okuyayım artık. 

Tana French "Benzerlik": Tanıtım yazısı ilgimi çekti diye listeye girdi. 

Helene Tursten "The Torso": Inspector Huss serisinin üçüncü kitabı bu, ben birinciyi okumadım ama bunu daha çok merak ettim. Bende bu yok birinci var bir de. Çok doğru seçim.

Yrsa Sigurdardottir: Ya Tora Gudmunsdottir serisinin ikinci kitabı olan My Soul To Take'ı okurum ya da diğer serisinin (Children's House) ilk kitabını. 

Julie Buntin "Marlena": Bu kitabı beğendiğim için yarıda bırakmıştım bunu da tamamlarım diye umuyorum.


Ve daha bir yığın süreli yayın taranacak, günlük demeçler takip edilecek, ayrıca okumalar yapılacak, geriye dönük araştırmaya başlanacak. 

12 Mayıs 2020 Salı

Sally Rooney "Normal People"

Soğuk diyar polisiyesi olmayan bir kitapla biraz uzun bir aradan sonra yeni bir yazıyla blog'da yaşam belirtisi. Çok da okumadığım bir türden bir kitap olan Sally Rooney'nin Normal People'ıyla dönmüş oldum.

Bu kitap çıktığından hatta yavaş yavaş fazla popüler olmaya başladığında kitabı ben de edinmiştim, conversations with friends'le beraber ikisini uzun zamandır okumamıştım, öylece duruyorlardı. Hem kolay okusun çerez gibi olsun hem de çok çerez olmasın niye okuyorum zamanıma yazık dedirtmesin türünde düşündüğüm kitaplar arasında kaderine terk edilmişti açıkçası. Adeta bir karaktersiz gibi, kendi başına karar verme gücünden yoksun bir insan gibi kitabı okumak için çok sevdiğim yazarlardan biri olan ve kendisini ne kadar sevdiğimi her fırsatta her yerde göze soktuğum Ragnar Jonasson'un yazarı övmesini bekledim sanırım. İzlanda'nın ve yakın zamanda daha da fark edeceğiniz üzere dünyanın yaşayan en iyi polisiye yazarlardan biri olan Jonasson, Instagram'daki bir hikayesinde conversations with friends'i övdü, aynı günün akşamı da ben normal people'ı okumaya başladım. Bu uzun girişten sonra romana geçiyorum.

Marianne ve Connell ana karakterler; bu ikilinin liseden başlayan ve üniversiteye uzanan ilişkilerine tanık oluyoruz. İlişki dediğimde sevgililik ilişkisinden ibaret bir şey gelmesin aklınıza hatta o bile gelmesin; iletişim, etkileşim, ilişki vb. o anlamda düşünün. Ve bu iki genç arasındaki ilişki oldukça yorucu, inişli çıkışlı, gerilimli, sinir bozuculuğa sık sık ulaşan tavırlar içeren, bazen karakterlerin bazı yönlerini fazla sivriltmekten yazarın bence sıktığı türde bir ilişki. Bu roman şimdi sanırım diziye uyarlanmış, kesinlikle çılgınlar gibi bu dizi izlenecektir ve kitabı daha da çok satacaktır. Asla kötü bir roman demiyorum, üstelik sevmediğim bir tür olmasına rağmen sonuna kadar okudum. Ancak; kitabın bir doruk noktası var; oraya kadar bu iki insan arasındaki ilişkinin gidişatı okuru, kendi adıma konuşayım doğrudan, beni sıkmadı, hatta yüksek tempolu olduğu için dikkatimi de çekti. Yani kitabı hadi kapatayım artık okumaya gerek yok demedim. Şimdi ne olacak, bu işin sonu nereye varacak, bakalım ikili şu konuda şunu yapınca ne olacak derken okunabiliyor rahatlıkla. Çünkü bu doruk noktasına kadar, ki bence kitabın ortası, yazar dikkat çeken yönlerin, karakterlerin kendilerini kendileri yapan özelliklerini sivriltip, hatta abartıp neredeyse gerçekdışılığa evriltecek bir adım atmıyor. Bu garanticilik olmamış, aksine kitabın ilk yarısını bence kitabı okutan şey yapmış. Ama ikinci bölüm, bu abartı kişilik özelliklerinin sürekli biraz daha abartılarak ilerlemesi ve bunu ilginçmiş gibi sunmanın yanlışına düşülmüş. O noktada da ikilinin yaptığı her şey boğucu, sıkıcı, tekrara düşen ama bu tekrarı kurtarmak için daha da sivriltilen hareketlerden oluşuyor. 

Çok satan, çok sevilen bir roman ama ne diyebilirim. Bir de şimdi dizi olduğunda karakterlerin kıyafetiydi, saçıydı, ses tonuydu derken iyice hedef kitleyle özdeşleşsinler ve daha da çok kitabı da tıpkı karakterlerin bir hırkası ya da ceketini tüketir gibi gidip alsınlar diye fırsat çıkacak. Tam bir çerez değil bu kitap, ama sanırım çerez hatta dümdüz eşyalaşsın diye üzerine daha da oynanarak yazık edilecek daha da. 

Normal people'daki karakterlerin kendi meseleleri, ikili arasındaki ilişkiyle görünür kılınan doğruları, yanlışları, kendilerini kendi yapan noktalar ise abartılarak sürükleyici olsun diye üzerine yüklenildiğinde yazık edilen noktalardan bu arada. Mesela lisedeki ilişkinin biçimi, üniversitede girdikleri durumlar ve her birinin hayat boyu üzerlerine yapışmış olan tüm özellikler bence ciddi sorunlara da dikkat çekebilecek güçte. Harcanmadığı takdirde.

İkili arasındaki ilişki ise tam günümüz kültürü içindeki gençlere ulaşabilecek yapıda, bu da ilk kısmın başarısı ya da ikinci kısmın başarısızlığını kimseye umursatmadan, eserin bence mevcut başarısını da yok ederek onu tam bir normal people içeriğine hapseden şey olmuş.

Okumak isteyen bence kesinlikle okusun, bir günde bitirirsiniz. Beğenirsiniz de. Zaten kötü bir roman değil, sadece yazık edildiği noktalarıyla şeyleşmesi kötü olmuş.

Fikir ve sanat eserleri kanunu madde 34, ek fıkra 3 uyarınca eser sahibinin izni olmadan kullanılması yasaktır. 
Lütfen yazılarımın tamamını ya da bir bölümünü kullanmayınız.