29 Aralık 2019 Pazar

2019'da Ne Okudum?

Sosyoloji okudum - nasıl espiri. Gülelim. 

Geçen yıl (2018) goodreads'teki Year in Books'u eklemiştim, bu yıl da ekleyeyim dedim 2019 olanını. 32 sayfalık çocuk kitabı okuyup kaydetmek, işte bunu atlasam kendime okur demezdim yazıklar olsun derdim. Evet okudum, hatta o gün 2 kitap okudum böyle. Ve beğendim^_^
Artık haftada bir kitap diye hedef koyuyorum, okulun yoğunluğu, yeterliliğe hazırlanmak derken eskisi gibi yılda 120 kitaba ulaşma imkanım yok, o yüzden hayalkırıklığı yaşamayayım kendi kendime diye 52 yazıyorum. 56 olmuş bu yıl da, iyi. Bence iyi yani. 
Okulla tezle alakalı çoğu okumayı eklemiyorum, bir bölüm okuyup bıraktığım şeyleri de tamamlamaya çalışmıyorum çünkü yetişmiyor hiçbir şey yetişmiyor evet hoş geldin 2020. 





28 Aralık 2019 Cumartesi

2019'da En Çok Övdüklerim

2019 mu bitiyor başka bir yıl mı emin olamayıp kontrol ettiğime göre şimdi yazıya başlayabilirim. 

2019'da okuduğum kitaplar içinde beğendiklerimi yazayım dedim; blog'u sürekli takip eden varsa listede ne olacağını az çok biliyordur ama onları da şaşırtmak için en beğendiğim deterjanı da eklemeye karar verdim.

Okuduğum kitaplar içinde en beğendiklerim dediğim de aslında okuduklarım arasında kurgu olanlar içinde en beğendiklerim. Ha yok biz ille de başka şeyler hakkında da yazı istiyoruz derseniz, yorum bırakın. Elbette kimse istemiyor neden istesinler... Niye istemiyor kimse cidden? İsteyen de ödevi için istiyor. Neden... Neyse. Kendi kendime tivitırda geçirdiğim post polisiye yazılarına karşı ilgisizlik stres bozukluğu yüzünden blog'da uzun süre sadece polisiye, hatta Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu kapsamında sadece soğuk diyar polisiyesi tanıtımlarına yer vereceğimi söylemiştim, hatırlayan var mı, yoksa da blog'a bakın gidişattan netleştirin. 

2019'da en çok övdüklerime geçmeneden belirteyim 2019 devasa bir Ragnar Jonasson'dur. Hemen her gün övüyorum kendisini. Yazılar blog'da, dahası da gelecek kitabım gelirse diye umuyorum. 2020'de de ilk yazıyı Ragnar Jonasson kitabına mı yazsam acaba... 2019'da ya Camilla Ceder'di ya da Ragnar Jonasson'du öyle hatırlıyorum. (yanlış hatırlamışım, Mari 

Cümle başına en az 4 Ragnar Jonasson düştüğü için artık listeme geçeyim. Sıralama özellikle en çok - en az istikametinde değil. Ama Ragnar Jonasson en başta çünkü en çok onun romanlarını beğendim evet...

  • Ragnar Jonasson "Snowblind" : Okuduğum ilk kitabı ve Dark Iceland serisinin en sevdiğim kitabı şu ana dek.
  • Ragnar Jonasson "The Darkness" : Hidden Iceland serisinin ilk kitabı ve ağlamadan bitmedi.
  • Camilla Grebe "İhanet": Vay ben ne okudum... Vay sen ne yazdın....
  • China Mieville "Last Days of New Paris": En sevdiğim yazarlardan biri; China Mieville. Hatta Dr. China Mieville. Bu kitap hakkında yazmaya çalıştım ama olmadı, ben yeterli değilim sanırım yazmak için.
  • Scarlett Thomas "Going Out": Yeni kitabı da çıktı, onu da alayım onu da yazayım. Hanfendinin eski kitaplarından okumadığım bir romandı, yaşayan en iyi kurgu yazarlarından biri kesinlikle Scarlett Thomas, çok büyük laf ama öyle, çünkü öyle düşünüyorum.
  • Soner Polat "Türkiye İçin Jeopolitik Rota": Saygıyla anıyorum, güncel birçok olay neden bu şekildedir sorunuza çoğu cevabı bulacağınız bir kitap.
  • Fahrettin Ege "Dünya Savaşı Makinesi": Bu kurgu değil ama okumasını isterim blog'daki takipçilerin.
  • Alexander Dugin "The Fourth Political Theory": Kitap hem baskı olarak var, hem kindle'da mobi olarak var, hem de telefonumda pdf olarak var bilmem daha nasıl anlatsam.
Liste bu kadar. 
  • En övdüğüm deterjan ise Frosch'un aloe veralı çamaşır deterjanı (vegan)...
  • Galiba beğendiğim tek dizi de Deadwind. Poirot'yu yazmaya gerek var mı bilmiyorum; fırsat oldukça dönüp dönüp izliyorum. Düzen ve metot Hastings, düzen ve metot... 
  • En övdüğüm fondöten de E.L.F.'in light ivory'si  (vegan&cruelty free)...

20 Aralık 2019 Cuma

Alein Kentigerna "Sırlar Uçurumu"

Alein Kentigerna'dan okuduğum ilk kitap mıdır değil midir bilemem, yazar takma isim kullanarak yazıyormuş eserlerini. Önce anagram olabilir diye düşünüp biraz bulmaya çalıştım ama körelmişim yıllar içine=/ Yazar Türk diye düşündüm, eserin orijinal adı yazmadığı halde çevirmen bilgisi var. Bu durumda yazarın kim olabileceği ihtimaline bir isim eklemiş oldum kafamdan; Alper Atılgan. Bir ihtimal dediğim gibi, her okuyanın aklına belki başka bir ihtimal gelecektir üslubunu benzettiği başka bir Türk yazarımız gelecektir belki. Bilemem. 

Alein Kentigerna adıyla yayınlanan roman sayısı altı bildiğim kadarıyla. Birbirlerinden bağımsız romanlarmış. Ben Sırlar Uçurumu ile başladım, diğerlerini de okuyacağım galiba. 

Sırlar Uçurumu, 1800'lerin ortasında geçiyor. Geriye dönüşler de var, ancak 1800'lerin ortası gibi başlıyor ve oradan da devam ediyor. 

Blanc de Venue malikanesinde, Fransa'da, bir ailenin etrafını saran ve çözülmesi çok uzun zaman alacak gibi duran sis perdesine odaklanıyor roman; sis neden var sorusuna da cevap vermek üzere yola çıkıyor. Tüm bunları tetikleyen ise romanın başında haberdar olduğumuz lanetli bir durum var malikanede, o da sırların içinde büyük bir yeri kaplayan uçurum. Uçurumun dibinde yıllar önce cansız bedeni bulunan hane halkından biri var. Bir intihar olarak okur haberdar oluyor bundan. Ailenin romana dahil edilen tüm zamanlar içinde karşımıza çıkan, çıkacak olan bireyleri etrafında da bir gizemli durum hakim; benzer biçimde romandaki diğer karakterlerde de bir "bunda bi şey var" durumu mevcut. Bunlar da okurken size sürekli merak edecek bir şey, düğüm noktasının açılmasına kadar geçen her sayfada sadece sonucu beklemek yerine karakterlerin kendilerine has hikayeye dahil edilmiş unsurlarla merakla okuyacak birçok neden sunuyor. Sürekli bir hareket, bir konuya dair merak ya ekleniyor ya da cevap buluyor, kesinlikle bir günde bitirebilirsiniz, çünkü merak ediyorsunuz.

Okurken Brönte kardeşleri, Wilkie Collins'i, Dickens'ı anımsadım. Blog'da elimden geldiğince değindim ancak daha dar sık yer vereyim artık, olur olmaz her yere dahil ederek de yapabilirim bunu; özellikle wuthering heights aklıma sık sık geldi kitabı okurken. Bunu olumsuz anlamda söylemiyor, wuthering heights'ı çok seven, hemen her yıl tekrar tekrar okuyan biri olarak yarattığı hisle çoğu zaman benzettiğim için söyledim. Bahsettiğim dönemdeki edebi eserleri hatırlarsınız; o eserlerden çok detay kitaba dahil edilmiş. Sülün avları. Sadece sülün avlarını yazacağım kitapta gerçi bir kere bahsediliyor ama bilen bilir kont kocam edgar ve sülün avları kendi kendime kimsenin umursamadığı espiri anlayışımın bir parçasıdır. Bilen bilir dediğim de 1 ya da 2 insan.

Fikir ve sanat eserleri kanunu madde 34, ek fıkra 3 uyarınca eser sahibinin izni olmadan kullanılması yasaktır. 
Lütfen yazılarımın tamamını ya da bir bölümünü kullanmayınız; 

16 Aralık 2019 Pazartesi

Mons Kallentoft "Summertime Killing"

İsveçli yazar Mons Kallentoft'u ilk kez okudum, ünlü Malin Fors serisine de başlamış oldum. Ama baştan ikinci kitap ile başlamış oldum. Olsun. Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu için başlamak bitirmenin yarısıdır (seriyi bitirmiş kadar oldum mu, hayır. peki başlanan ve biten ne, bilinmiyor; işte mystery işte crime işte fiction).

Malin Fors dedektif hanımefendi bayan kadın bireyin adı. Malin Fors serisinde toplam 11 kitap bulunuyor; 2007 ve 2017 yılları arasında yazılmış. Summertime Killing seriye 2008'de dahil olan ikinci kitap (demiştim).

Summertime Killing, adı üzerinde, summertime. Kareler ve Sayfalar soğuk diyar (polisiyesi) özel turunda şu ana kadar okuduğum en az "soğuk" eser. Bildiğiniz düz, soğuk havadan bahsediyorum; iskandinav polisiyesi bağlamından çıkartıp düşünün bunu. Linköping'da yazın ortasında, her sayfada karakterlerin sıcaktan ölmek üzere olduğu bir durumda geçiyor roman. O kadar sıcak ki, en son okurken böyle sıcak öf pöf diye rahatsız olduğum bir eseri hatırladım, onda da sanki sürekli her yer yapış yapışmış gibiydi; Jo Nesbo'nun Hong-Kong'da olduğu (sekizinci kitap olması lazım, kontrol edersiniz) roman geldi aklıma. 

Bu arada kitaba geçmeden buradan Linköping'nın ünlü ismi Tobias Forge'a, son albümleriyle beni kahreden Ghost'a, Repugnant'a ve Magna Carta Cartel'e saygılarımı yolluyorum. 

Summertime Killing'e geçeyim artık: bir parkta genç bir kız, kimin ihbar ettiği belli olmayan bir şekilde bulunuyor. Saldırıya uğramış ancak yaşadığı hiçbir şeyi hatırlamıyor. Ancak saldırgandan kalan küçük bir iz var; o da "mavi bir plastik parçası"na dair iz. 

Ardından bir genç kız daha bulunuyor şehirde; aynı ipucu onun bedeninde de var. 

Saldırıya uğrayan kızın da hayatını kaybeden kızın da vücudunda nasıl açıldığı netleştirilemeyen yaralar var; bu yaralar detaylı biçimde, özenle temizlenmiş. Öte yandan temizlik kısmı bu esrarlı durumda önemli bir detay; her iki kızın da adeta dezenfekte edilmiş. Ev temizlik malzemeleri vb, öyle. 

Neden, neye göre seçilen kurbanlar, kim yapıyor; onun cevabını da Malin Fors ve meslektaşları araştırıyor. Bunaltıcı bir yaz, cehenneme dönüyor Malin Fors ve aslında tüm Linköping sakinleri için.

Malin Fors'u Jo Nesbo'nun Harry Hole'sine benzetmişler, kitabın kapağında da öyle bir detay vardı. Aslında katılmıyorum. İkisinin karakterleri kıyaslayınca çok da bir ortak noktası yok bence. Fors tekila içmeyi seviyor ama Hole gibi alkolik değil. İkisinin de hayatı sevdikleri insandan uzak olmakla dolu sorunlarla geçiyor evet ama Fors daha sakin ve normal bir süreç geçirmiş/geçirmekte olan bir karakter; Hole ise iniş çıkışlar havaya fırlamalar ve yere çakılmalar ile yaşar bu süreçleri, bilen bilir. Karakterlerin kurguya göre hareket ettiği malum ancak Hole ile çözülen olayların yapısı ile Fors'un bu kitap üzerinden gördüğüm dedektifliği kıyaslanamaz bence. Kötü mü, hayır. Sadece Harry Hole daha "dedektif". Mesela bu romanda Fors karşınıza aktif biçimde bir ipucunun peşinde giden ya da inanılmaz bağlantılar ya da ihtimaller düşünen bir karakter olarak çıkmıyor. Polis işine okurun dahil olmasını severim, çokça belirtiyorum bunu ancak Summertime Killing'te de okur somut kanıtlar üzerinden giden bir ekip dışında pek bir şeye dahil olmuyor. Zaten olay örgüsü karmaşık ve okuru zorlayacak, aklı da zorlayacak bir yapıda değil. Eldeki ipuçları ötesine okur kendi kendine bu yüzden geçemiyor; geçtiği yer ise Fors ve ekibiyle beraber geçtiği an oluyor en fazla. Buna karşılık, saldırılar/cinayetler için gerekçe en baştan beri okura hissettirilen ile uyumlu. Bir dramın burada yattığını görmek için çok zaman beklemek gerekmiyor. 

Yazdıklarım Harry Hole ve Malin Fors, dolayısıyla Kallentoft ve Nesbo kıyaslaması gibi durmasın; burada Fors'u anlatırken Hole ve ona benzetilmesi üzerinden gittim. Beğendiğim bir romandı hatta. Asla durup bir şey olsun diye beklemiyorsunuz; hareket sürekli devam ediyor. Ha bu hareket benim okuru dedektife çevirmeli dediğim türden hareketler olmuyor pek. 

Seriden bir kitap daha okur muyum, okurum, daha fazlasını da okurum. Hatta birinci kitabı önce okusam ikinci kitapla Summertime Killing'in özeli dışında bir bağlantı/akış olduğunu anlarmışım sanırım.
Fikir ve sanat eserleri kanunu madde 34, ek fıkra 3 uyarınca eser sahibinin izni olmadan kullanılması yasaktır. 
Lütfen yazılarımın tamamını ya da bir bölümünü kullanmayınız; 

14 Kasım 2019 Perşembe

Ian Rankin "Saklambaç"

Ian Rankin'den Saklambaç'ı da Düğümler ve Haçlar'ın peşine okumuştum; yani birinci ve ikinci kitabını sırasıyla okudum Dedektif John Rebus serisinin. Düğümler ve Haçlar için yazdığım yazıya bakarsanız, ilk kitabın giriş kitabı gibi olduğunu, Rebus'un geçmişini neden tanımamız gerektiğini, Rebus hakkında fikir sahibi olmak için geçmişini neden bilmemiz gerektiğini ilk kitapta işlemiş bence yazar. Hatta o yüzden işin "polisiye kısmı" kurguda biraz geri planda; "işin polisliğine" çok odaklanamıyorduk.

Saklambaç'ta durum öyle değil. Rebus, Düğümler ve Haçlar'da görmeyi beklediğim, Rebus sürece ne zaman dahil olacak, ne zaman böylece biz de olayın içinde olabileceğiz sorularına cevap verebilen bir roman.

Edinburgh'da uyuşturucu bağımlısı bir genç, harabelikten biraz öte bir evde ölü bulunur. Cesedin bulunduğu yer kadar bulunduğu konum da ilginçtir. Ölümü sanki bir ritüele ait gibi görünür. 

Öte yanda Rebus, şehrin önde gelen işadamları ile bir araya gelir. Sebebi ise, emniyetin de dahil olduğu uyuşturucu karşıtı kampanyaya başlanacak olmasıdır. 

Şehirdeki mekansal ayrışma, şehrin karından pay kapmaya çalışanlar; diğer taraftan neden ve nasıl öldüğü belli olmayan genç bir uyuşturucu bağımlısının ölümünde her geçen gün daha da şüphe çekici detaylar bulan Rebus. Eğer bir cinayet varsa ortada, bu kimin işine yarayacaktır? Şehirde kimin gücü, nelere yetmektedir? 

Tüm bunların peşinde giden Rebus'la birlikte şehrin suç batağına dalıyoruz; aşırı paranın nereye harcanacağı da bir sorundur. Tatminsizlik ve paranın varlığının sonunda varacağı yer çöplüktür. Paranın her kapıyı açabiliyor olması her kapının güzel, iyi ve doğru ile birleştiği anlamına gelmiyor; işte bu kitapta da böyle bir yolculuğa ufaktan çıkıyorsunuz.

Araştırma sürecine okur dahil olabiliyor; ilk kitaptaki gibi olaya dair bir açıklama, bir ihtimal için kitabın sonuna dek beklemek gerekmiyor. İpuçları arada bir okurun da karşısına çıkıyor, finalde neyle karşılaşacağı okur için büyük bir süpriz olmuyor. Sona adım adım gidiyoruz; küçük kafa karıştıracak numaralar da var. Çok fazla tuzak yok, ama okuması keyifli bir polisiye.

Bir de Rebus'un yüzü kaçıncı kitapta gülüyor merak ettim, üzülüyorum ben bu adama artık.

Fikir ve sanat eserleri kanunu madde 34, ek fıkra 3 uyarınca eser sahibinin izni olmadan kullanılması yasaktır. 
Lütfen yazılarımın tamamını ya da bir bölümünü kullanmayınız; 

10 Kasım 2019 Pazar

Ian Rankin "Düğümler ve Haçlar"

Bu sefer soğuk diyar polisiyesi değil ama sıcak bir yerde de değiliz; bir öneri üzerine okuyup tanıştığım bir seri ile yine kuzeydeyiz ama.

İskoç yazar Ian Rankin'in Dedektif Rebus serisi 1987' ve 2018 arası yayınlanan 22 roman ve Rebus'un hikayelerinden oluşan 3 kitap, yani toplam 25 kitaplık bir seriymiş.

Yazar İskoçya'nın Batısın'da bulunan eski adıyla Fife Krallığı olan, şimdi de galiba dümdüz Fife adında olan yerde doğmuş; Rebus da oralı...

Düğümler ve Haçlar'da kaçırıldıktan sonra cinayetin işlendiği yer olmayan bir yerde cansız bedenleri bulunan kız çocuklarını kimin öldürdüğünü aydınlatmaya çalışan Rebus ve çalışma arkadaşlarının hem göreve koyulmasıyla hem de ekibi biraz tanımaya başlamamızla açılıyor. İlk roman olduğu için mi bilemiyorum, gerek Rebus, gerek karakterler bence fazlaca tanıtılıyor. Hatta romanın polisiye kısmından Rebus'u ve hayatını tanımaya büyük yer var. Bu tanıma boşa gidiyor mu, hayır. Bir, sonraki romanlar için. İki, romanda Rebus'un da başında gizemli bir durum var ama nedense uzun süre ne kendisi ne de kimseye bahsetmediği için kimse üzerinde durmuyor. Polisliğinden şüphe ettim yahu; kendisine cinayetlerin başladığı ilk gün ve her bir sonraki cinayetin olduğu günde aslında bir imzasız mektup geliyor. Bu mektuplarda ya bir düğüm, ya da bir haç oluyor. İşte düğümler ve haçlar... Ancak, uzun süre bu konu da gündemden uzak kalıyor. Soruşturmanın hemen çoğu ayağında da biz uzaktayız; sahada neler olup bitiyor, neden Rebus çok uzağında böyle diye kendimi yedim bitirdim. Buraya da yansıttım evet. Ancak sonlara doğru bu durum kırılıyor mu - evet, mecburen.

Rebus nasıl biri? Yalnız; boşanmış, ergen kızıyla gittikçe büyüyen bir uçurum var, bir türlü hiçbir ilişkide dikiş tutturamamış gibi, hayatının bir döneminin izi hayatının geri kalanının tamamını kaplamış, ani sinir krizleri, ağlama krizleri gibi ataklar yaşıyor, kitap okumayı seviyor ama galiba zamanla sadece "alıp okunacaklar" yığını için gösterdiği odaklanma çabası kadar okumaya odaklanamıyor. Zemindeki kitap yığınları bunu çağrıştırdı. (Adeta gördüm).

Başkarakteri tanıma kısmı ve hayatındaki travmanın etkisine dair bilgilendirme ilk romanı niye kaplıyor ve ilk romanda neden okur "polis işlerine" bu kadar uzak, herhalde serinin tamamında kiminle yanyana olacağını okur bilsin diye. Geçmişi sıkça karşımıza çıkan Rebus karakterini tanımak ve anlamak için geçmişini bilmek de önemli; kendisi doğrudan polis olmamış. Eski bir asker.

Cinayetler konusunda bir çözüme gidilmesi romanda çok uzun sürüyor. Okura herhangi bir ipucu yok. Çok uyanık bir okur varsa bir tane olabilir ancak ufaktan sezdirilen bir olaya dair bir ipucu olmanın ötesine geçmiyor bu da. Okur yapılan polis işinden neredeyse uzak, ben daha çok orada olup çözmeye çalışanlardan biri kadar sürekli eline bilgi geçen ya da bilgiye ulaşan biri gibi okuma şansı verildiğinde polisiye romanları daha çok seviyorum - kendi tercihim. Neredeyse kafanıza cümle cümle kim, neden, nasıl indirilmeden de olayı anlamıyorsunuz.

Bu romanın ardından ikinci romanı Saklambaç'ı okudum; kesinlikle birinci ve ikinci kitap arasında bu "mesafe" noktasında fark var diyebilirim. Hatta özellikle peşine okudum ki, Rankin sürekli okuru böyle uzak mı tutuyor diye. Onun yazısı da bir sonraki yazı olsun.

Fikir ve sanat eserleri kanunu madde 34, ek fıkra 3 uyarınca eser sahibinin izni olmadan kullanılması yasaktır. 
Lütfen yazılarımın tamamını ya da bir bölümünü kullanmayınız; 

30 Ekim 2019 Çarşamba

Soğuk Diyar Polisiyesi: Yazar ve Seri Önerileri

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi özel turu devam ederken, hayatımın şu anına dek okuyup beğendiğim soğuk diyar polisiyelerini dikkate alarak en sevdiğim serilerden kısa bir liste yapayım istedim. 

Kolay okunsun diye şöyle bir şablon oluşturum, bakalım beğenecek misiniz. 

Ne okusam diye düşünenlere fikir olur mu acaba, bence olur..

Henning Mankell "Kurt Wallander" Serisi: 1948-2015 yılları arasında yaşamış olan İsveçli yazar Henning Mankell, Agatha Christie'den sonra en sevdiğim polisiye yazarıdır - blog'u okuyan ya da beni tanıyan varsa fark etmiştir.
Nerede geçiyor: İsveç'in Ystad şehrinde geçiyor.
Başkarakter: Kurt Wallander. Okurken daha yakın hissettiğim çok az karakter olmuştur. Seri      boyunca sadece cinayetlere değil, Wallander'ın hayatına, umutlarına, her pazartesi uygulayacağına söz verip bir türlü sadık kalamadığı sağlıklı beslenme planlarına da tanıklık ediyorsunuz.
Kaç kitaptan oluşuyor: Seride toplam 10 kitap var. Faceless Killer, Dogs of Riga, The White Lioness, The Man Who Smiled, Sidetracked, The Fifth Woman, One Step Behind, Firewall, The Troubled Man. Ayrıca, The Pyramid: And Other Kurt Wallander Mysteries adlı kısa hikayelerden oluşan, Wallander'ın ilk dönemlerini anlatan bir derleme ve An Event In Autumn adlı kısa bir roman da var. 
Uyarlamalar: Ystad'da İngilizce konuşulması sinirinizi bozmazsa ve kitaplardaki çoğu detayın yokluğuna katlanabilirseniz BBC'nin Kenneth Branagh'lı Wallander serisi (2009-2016), 1995 İsveç yapımı, 3 bölümlük bir mini dizi halinde yayınlanan Faceless Killer, 2005-2013 yılları arasında Wallander adıyla yayınlanan  3 sezonluk İsveç yapımı tv serisi.

Jo Nesbo "Harry Hole" Serisi: Norveçli yazar (ve müzisyen) (ve ekonomist) Jo Nesbo'yla da Mankell ile tanıştığım dönem tanışmıştım. İlk okuduğum kitabını da tesadüfen almıştım; iki yazarın kitabını da aynı yerden almıştım hatta, bundan yıllar önce, yaşımı yazarken ilk yazdığım rakam şimdikinden 2 sayı küçüktü... Alkol sorunu olan, bir türlü dengeyi tutturamayan, sürekli yüreğimizi ağzımıza getiren Hole, Holi diye okunuyor, Hol diye değil. En önemli bilgi bu. 
Nerede geçiyor: Çoğunlukla Norveç, Oslo'da. Ama dünyanın birkaç farklı ucuna da Harry Hole sayesinde gitmişliğiniz oluyor.
Başkarakter: Harry Hole. Büyük aşkı ile arasındaki gerilim bazen insanı gerçekten geriyor. Gerçek aşkı polislik mi, Rakel mi, alkol mü - beni de yaşlandırdı.
Kaç kitaptan oluşuyor: İlk kitap 1997'de çıkan The Bat. Seride şu an 12 kitap var. 12. kitap The Knife geçtiğimiz yaz (2019) yayınlandı.
Uyarlamalar: 2017'deki The Snowman uyarlamasını biliyor olabilirsiniz; ben hiç beğenmemiştim. Nedense macburen izledim. Harry Hole asla orada resmedilen biri değil; bu üzüntümü ya blog'da ya da kapattığım twitter hesaplarımdan birinde abartılar ekleyerek anlattığımdan eminim. Yeri gelmişken Jo Nesbo'dan, ancak Harry Hole serisinden olmayan bir uyarlama söyleyim size; 2011 yapımı Hodejegerne. Çıktığı yıl izlemiştim sanırım. Muhteşemdir. Başka bildiğim uyarlama yok. Bilginiz varsa paylaşabilirsiniz.

Ragnar Jonasson "Dark Iceland" Serisi: Her hafta mutlaka Ragnar Jonasson övüyorum. Asla çekinmiyorum, bu listede iki adet Ragnar Jonasson serisi övülecek. Dark Iceland serisi, İzlandalı yazar Jonasson'un bence şu an dünya genelinde bir kasırga yaratan serisi. Tam olarak böyle. Soğuk diyar polisiyesi camiası içinde yarattığı etki bu.
Nerede geçiyor: İzlanda'da, Siglufjördur'da geçiyor. Yazar, mekanı tüm detaylarıyla aktarmıyor ama her bir roman sizi mekanın içinde yaşatıyor.
Başkarakter: Ari Thor Arason. Din eğitimini bırakıp polisliğe geçiyor ve ilk görev yeri Siglufjördur. Wallander ya da Harry Hole'ye benzemiyor. Yine de çok sevdim. İlk görev yerine gidişiyle beraber hayatında yaşadığı tüm alt üst oluşlar, birkaç kitap içinde kendisinde okur olarak görebileceğiniz değişim çok canlı. Nedense başına acaba saçma sapan ne gelecek diye de bekliyorum bir yandan, oysa serkeş bir hayatı da yok pek.
Kaç kitaptan oluşuyor: İlk kitap Snowblind 2009 tarihinde yayınlanmış; seri hala devam ediyor. Şu an için beş kitap var. İlk üç kitaba blog'da yer verdim, okumak isterseniz.
Uyarlamalar: Sanırım yok. Olacağından nedense eminim. Şu an vardır ve haberim yoktur ya da.

Sara Blaedel "Louise Rick" Serisi: Tesadüfen tanışıp bir haftada sanırım üç kitabını okumuş olduğum bir yazar&seri. Tamamını da okurum diye düşünüyorum.
Nerede geçiyor: Danimarka, Kopenhag. Bu arada Kopenhag yazamıyor ve okuyamıyorum Türkçe, arama motorundan aldım... Özür dilerim. Devam edelim.
Başkarakter: Louise Rick. Suç içerebilir diye düşünülen kayıp vakalarına bakan birimde çalışıyor kendisi. Karakterin geçmişinde de, serideki bazı romanlarda karşılaştığınızda göreceğiniz üzere bu "kayıp" durumu asla eksik olmuyor. Yazar hem her romanda yeni bir gizemi çözüyor, hem de Louise Rick'in hayatındaki gizemler biraz daha aydınlanmaya başlıyor. Bu açıdan, seride de bir süreklilik var.
Kaç kitaptan oluşuyor: İlk kitabı The Midnight Witness 2004'te yayınlanan seride şu an 9 kitap bulunuyor. Ancak sekiz buçuğuncu bir hikaye de var romanda. Bir de az önce gördüm, yeni kitap geliyormuş. Etti 10.
Uyarlamalar: Tv ya da sinema uyarlaması yok diye biliyorum.

Yrsa Sigurdardottir "Thora Gudmundsdottir" Serisi: İzlandalı yazar Yrsa Sigurdardottir'in Thora Gudmundsdottir serisi. Yazarı okurken sıkılmazsınız; mesela Mankell'in polisiye kurgusuna karşılık Yrsa Sigurdardottir size macera yönü daha ağır basan romanlar sunuyor olabilir. Polisiye, gizem, suç kısmından bir şey eksiltmez bu.
Nerede geçiyor: Reykjavik. Soğuk diyar demiştim.
Başkarakter: Thora, kendisi boşanmış bir avukat. Sık sık ailesinden sorunlara, günlük hayatından denk gelebilirsiniz.
Kaç kitaptan oluşuyor: 2005 ve 2011 arasında yayınlanmış 6 kitaptan oluşuyor.
Uyarlamalar: Bildiğim bir uyarlaması yok.

Kjell Ericksson "Ann Lindell" Serisi: İsveçli yazar Kjell Ericksson'a da yer vermek istedim. İsveç'in çok ünlü polisiye yazarlarından. Seride toplumsal sorunlara bol bol değinildiği kanısındayım; bir refah devleti görünümü olan bir ülkeden çıkan kurgu bir eserin yer verdiği konuların gerçekçilik payı olmadığını düşünmüyorum.
Nerede geçiyor: Yazarın da doğum yeri olan İsveç, Uppsala'da geçiyor.
Başkarakter: Ann Lindell. Okurken seveceğinizi düşündüğüm bir karakter, sizinle arasında kurgu oluşunun mesafesi girmiyor. Hayatındaki iniş ve çıkışları, polislik aşkıyla beraber takip ediyorsunuz.
Kaç kitaptan oluşuyor: 1999 ve 2009 arasında yayınlanmış toplam 10 kitaptan oluşuyor.
Uyarlamalar: Yine bilmiyorum.

Hakan Nesser "Dedektif Van Veeteren" Serisi: İsveçli yazar Hakan Nesser'in ünlü serisi. Dedektifin adına bakıp olaylar Hollanda'da geçiyor sanmıştım.
Nerede geçiyor: Güzel soru. Açıklamasını internette okuyana kadar ben de anlamamıştım; kurgu bir yerde geçiyor. Bahsettiğim gibi olaylar Hollanda'da geçmiyor, karşınıza çıkan İsveççe ya da Norveççe ya da Almanca gibi isim ya da yer isimleri de tamamen kurgu. Avrupa'nın kuzey batısında ya da orta-batısında bir yerlerdeyiz sanırım.
Başkarakter: Dedektif Van Veeteren. Okurken aşırı yakınlık kuramadım ama sevmiştim. Tüm kitapları okumadım ancak sonraki romanlarda kendisi bir antika dükkanı sahibi olarak serideki görevine devam ediyormuş.
Kaç kitaptan oluşuyor: 1993'te yayınlanan ilk roman The Mind's Eye. Son roman, yan, 10. roman da 2003'te yayınlanmış.
Uyarlamalar: Yok.

Maj Sjöwall & Per Wahlöö "Martin Beck" Serisi: Çok eski ve ünlü bir seri olduğu için eklemek istedim.Soğuk diyar polisiyesinin o "soğuk diyar polisiyesi" kısmından ziyade iyi polisiye için.
Nerede geçiyor: İsveç, Stockholm.
Başkarakter: Martin Beck. Nerede o eskilerin dedektifleri....
Kaç kitaptan oluşuyor: 1965'te yayınlanan ilk kitap Roseanna. 1975'te ise seri 10. kitabıyla bitmiş.
Uyarlamalar: İsveç yapımı "Beck" serisi var. Bir de BBC'nin yaptığı Beck serisi var diye biliyorum. Bunların haricinde İsveç'te 90'ların başında TV için uyarlamalar yapılmış.

*Kitap isimlerinin İngilizcelerini yazdım.

Fikir ve sanat eserleri kanunu madde 34, ek fıkra 3 uyarınca eser sahibinin izni olmadan kullanılması yasaktır. 
Lütfen yazılarımın tamamını ya da bir bölümünü kullanmayınız; 

17 Ekim 2019 Perşembe

Åke Edwardson "Death Angels"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu, İsveç'te yine. Benden başka kimse de yok ama olsun, Bellis Bellarum Coldwine Lanskrim Malmö.

İsveçli yazar Åke Edwardson'un Dedektif Winter serisi 12 kitaptan oluşuyor, ilk kitabı da Death Angels. Kitap, Türkçe'ye Pegasus Yayınları'ndan Ölüm Melekleri ismi ile çevrilmiş. Bu yazar da ilk kez okuduğum bir yazardı, bir sonraki kitabı Türkçe'ye çevrilmemiş bir seriden seçeyim bu arada. Soğuk diyar polisiyesi özel turuna Rusya'dan bir kitap ekleyeyim hatta. 

İsveç polisiyesi, soğuk diyar polisiyesi çıtası bilmem hatırlatmaya gerek var mı, Henning Mankell ve Wallander serisi ile zirvede olduğu için, artık hiçbir yazarı ve eseri o seviye ile kıyaslamamaya özen göstererek okumaya çalışıyorum ama olmuyor. Benim ilgimi oraya çeken zaten bu isim ve bu seriydi. Elimden geldiğince yapmayım yine de. 

Kitap kapağına dikkatli bakın, kimi göreceksiniz bu arada^_^

Dedektif Winter jilet gibi bir insan gördüğümüz kadarıyla, şık, pahalı zevkleri olan, üst gelir grubundan bir ailenin mensubu. Caz dinliyor. Wallander caz dinlemezdi, Wallander da benim gibi Maria Callas'ı çok severdi. Ben de caz sevmem. 

Artık eserleri Wallander ile kıyaslamayı geçtim Wallander&bana göre kıyaslıyorum gördüğünüz gibi. En objektif yorumların adresi değilim çünkü. 

Death Angels'ta Londra ve Göteborg'da işlenen cinayetler var;  bu cinayetler hem Londra'yı hem de Göteborg'u, yani Winter ve ekibini aynı katilin peşine düşürüyor. Bunun sebebi de cinayetlerin aynı katilin işi olduğunu düşünmeleri. İsveçli gençler Londra'da aynı biçimde, benzer mekanlarda, İngiliz gençler ise Göteborg'da benzer biçimde, benzer mekanlarda öldürülüyor. İşkence, ölümün gerçekleşmesi uzun sürmüş gibi duran bu cinayetlerin aynı zamanda kamera ile kaydedildiği, bir çeşit ritüelin de cinayetlere dahil edildiğine dair şüpheler ortaya çıkınca Winter ve ekibi şehirdeki yeni sadistik alt kültürü keşfetmeye, bir yandan da katili bulmaya çalışıyor. İpin ucu bir şekilde fuhuş, pornografi "pazarı"ndaki yeni sapkınlıklar, yeni ürünlerden mi geçiyor, yoksa başka bir şey mi, bunun cevabını arıyor, bir yandan da İsveç - İngiltere arasında telefon trafiği ya da uçuş trafiği ile mekik dokuyorlar. 

Okuru sıkmadan kendisini okutan, çok da akıcı, sürekli hareket halinde oluşu ile insanı aslında yormayan da bir roman. Bir süre sonra okurun katili tahmin etmesi için mi bilmem, ipuçları önünüze çıkmaya başlıyor. Sonlara çok yaklaşmadan kafanızda katilin kim olduğu belirlemeye başlıyor. Ancak, neden sorusuna cevap vermeniz finali bulabilir.

Yazar, karakterleri okura uzak tutmuyor, karşılaştığınız hemen her karakterin canlı olduğunu hissedebiliyorsunuz. Bunu böyle ifade ediyorum sürekli. 

Muhteşem bir soğuk diyar polisiyesi mi, bence değil. Güzel bir polisiye eseri mi, evet. Kurgusu aklımı aldı mı, hayır. Çarpıcı, unutulmaz bir yanı var mıydı, hayır. Ama başta dediğim gibi, çıtanın seviyesi çok yüksek. Ayrıca soğuk diyardan okuduğum her polisiyenin o "soğuk diyar polisiyesi" ruhuna ne kadar sahip olduğunu da ancak okuyunca görebiliyorum. Bunlar kişisel değerlendirmeler. 

Death Angels İsveç'ten başarılı bir polisiye roman diyebilirim. 

12 Ekim 2019 Cumartesi

Kristina Ohlsson "Unwanted"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi özel turu bitti sanmayın, bitmez. Özellikle polisiye hor görüldüğü ve özellikle tivitırda blog'da paylaştığım kitapların linki asla tıklanmadığı, beğenilmediği için, özellikle de soğuk diyar polisiyesi linkleri asla umursanmadığı için blog'u bir süre sadece kurgu, hatta soğuk diyar polisiyesi özel turu blog'u halinde bile kullanabilirim. Neden olmasın. Zaten yeni dönem başlamış, dönemden ve dönemlerden bağımsız çalışma düzenime derslerin yükü ve günde 3-4 saatlik uykuyla çalışma, oradan oraya koşma yükü binmiş üzerime, az olsun, öz olsun ve inat olsun.

Kristina Ohlsson, ilk kez okuduğum bir yazar. Kendisinin çok ilgimi çeken bir çalışma hayatı olmuş. İsveç Ulusal Polis Kurulu'nun güvenlik politikaları analistiymiş kendisi. Öncesinde ise Ortadoğu çatışmaları ve AB'nin dış politika uzmanı olarak Dışişleri Bakanlığı'nda ve İsveç Savunma Bakanlığı'nda çalışmış. İlgimi çekme sebebi çok çeşitli, bunlardan birisi de kitabın hemen başlarında "güvenlik görevlisi" yerine "Securitas güvenlik görevlisi" diye özellikle belirtmesi. Securitas İsveç'li bir (küresel) güvenlik şirketi, bileniniz vardır, ülkemizde de hemen her yerdeler. 

Bu ilgi alanlarım bağlamındaki alakasız paragraf sonrasında kitaba geçeyim. Unwanted, Fredrika Bergman&Alex Recht serisinin ilk kitabı. Seride toplam 6 kitap var (goodreads'ten baktım). Henüz başka bir kitabını okumadım ama sanırım okuyacağım. Bu arada Unwanted, Pegasus Yayınları'ndan Külkedisi Uyurken adıyla da Türkçe olarak basılmış. 

Unwanted, neredeyse herkesin gözleri önünde ama aslında kimse görmeden küçük bir kızın annesinin birkaç dakikalığına yanından ayrıldığı bir anda, trenin birkaç dakika için durduğu bir anda kaçırılması ile başlıyor. Kayıp çocuk vakası olarak Alex Recht'in uzmanlık alanına da giren bu durumda hemen, sivil hayattan polisliğe geçmiş Fredrika Bergman'ın da dahil olduğu ekipçe olay hızla araştırılmaya başlanıyor. Çocuğun nerede olduğu bulunmaya çalışılırken birçok şüphe uyandırıcı durum en baştan karşılarına çıkarken ve aslında hiçbir yere varmadan saatlerini geçirirken küçük çocuğun kaçırıldığı yerden çok uzak bir şehirde ölü olarak bulunduğu haberi geliyor. 

Böylece neyin neden yapıldığı, neden çocuğun kaçırıldığı sorusundan ziyade neden öldürüldüğü ve neden orada "ortaya çıktığı" sorusuyla birlikte çözülmeye çalışılıyor.

Hemen belirtmek istiyorum, finale kadar detaylar çok güzel işlenmiş, çok incelikli detaylar olmasa da ben hatasız bir kurgu olarak değerlendirdim. Muhteşem bir roman demiyor, sadece kurguda açık bulamadım ve bu da romanı benim için okuması güzel hale getirdi. Polisiyede hatalı kurgu, polis işlerinden anlamayan (polis işleri) yazarlarca yazılmış gibi gözüme çarpınca takılıp kalıyorum çünkü. Başta eklediğim alakasız görünen paragraf da sanırım roman hakkında bu düşüncelerin bende oluşmasında etkili olan bir gerçeklik yazar hakkında, mesleği ve yazarlığı birleşince ortaya güzel bir iş çıkmış.

Başkarakterler Alex, Fredrika ve Peder aslında. Her birinin kendi hayatlarına dair özel/gündelik detayları da çok sıkmadan ve romanın üzerini kapatmadan vermiş yazar. Bu da benim için önemli çünkü polisiyede gereksiz gündelik, ilişkisel detaylar, duygusal buhranlar beni itiyor. Polisiye var polisiye var evet, mesela Mieville'ın The City and The City'si de polisiye mi polisiye, ama sadece polisiye mi, o kitap üzerine başka bir kitap yazılır mı, evet. Onlar ayrı. Ne demek istediğim umarım anlaşılmıştır. 

Fredrika ile yazar kendisini meslek açısından hiç benzetmiş midir bilmiyorum ama bana öyle geldi, yazarı elbette tanımıyorum ama Fredrika ekipteki detaycı ve kimsenin görmediği hayati detayları yakalamakta usta, çoğu zaman sivil hayattan geçtiği için uzak, "içinde bu işin ateşi yok" olmakla itham edilen bir karakter. 

Finali ise sanırım yazarın aslında umursamadığı kısım, ustalık finalde değil, ustalık hikayenin geri kalanını oluşturmakta sanırım kendisi için, ya da en azından benim bu kitap için yorumum bu. Çünkü çok aceleye gelmiş gibi hatta yazar sıkılmış, tamam yeter işte demiş gibi. Çünkü finalde çok katmanlı bir yapı ya da ince işçilikler olmadan olay açıklanıyor. Sanırım yazar, daha şık, karmaşık işlerde uğraştığı için final kendisine şatafatsız ve uğraşmaya gerek olmayan bir bölüm gibi gelmiş.

Onu da bence bir açıdan "gözlere sokacak bir parlamaya" bağlamış ama. 

4 Eylül 2019 Çarşamba

Ragnar Jonasson "The Darkness"

Bu yıl Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu, aslında Ragnar Jonasson özel yılı oldu muhtemelen. Bu galiba tanıttığım dördüncü Jonasson romanı olacak. Yazarın Dark Iceland serisinin tamamını bitirmeden (üç kitabı okuyup) bu serinin (Hidden Iceland) ilk kitabına, The Darkness'a başladım. İyi ki de başlamışım. Çok beğendim.

Hidden Iceland serisi hakkında biraz bilgi vereyim. Şu ana dek üç kitap yayınlanan bu serinin ilk kitabı Dimma, İzlanda dilinde karanlık anlamına geliyor (gördüğünüz üzere). 2015 yılında yayınlanmış. Serinin ikinci kitabı ise 2016 yılında çıkan Drungi, bu kitabın da İngilizce çevirisi mevcut diye biliyorum. Üçüncü kitap olan Mistur, İzlanda dilinden başka dile şu ana dek çevrildi mi bilmiyorum. Bu kitap da 2017 yılında çıkmış. Gördüğünüz gibi sıralama, çıkış yılları ile uygun düşmüyor. Sebebini de açıklayayım hemen: Aslında olay akışına göre anladığım kadarıyla sıralama baştan sona olmak kaydı ile şöyle: Mistur - Drungi - Dimma. Okunması gereken sıralama bu. The Darkness'tan sonra Drungi'de karakterin kariyerinin ortalarına, Mistur'da ise 1980'lere dönülüyor anladığım kadarıyla.

Hidden Iceland serisinde, Dark Iceland serisinden farklı olarak karşımıza çıkan karakter Hulda adlı bir kadın dedektif. Ben Dimma'yı okuduğum için, yani The Darkness, bu kitap üzerinden gitmek zorundayım şu an. Bu romanda Hulda, kariyerinin sonunda, hatta doğrudan son günlerinde, emekliliği yaklaşırken aniden erken görevi bırakmak zorunda bırakılan bir dedektif. Ancak son birkaç gün müsaade ediliyor kendisine; bunun sebebi de Hulda'nın görevden adeta atılır gibi gitmek istememesi, yerine gelecek genç kişiye karşılık kovulurcasına uzun yıllar emek verdiği içinden apar topar yollanmayı kendisine yediremediği için diretmesi. 64 yaşındaki Hulda, eski bir dosyanın peşine düşmek için de elinde kalan, kendisine kopardığı bu son günleri kullanmaya böylece karar vererek, bir yıl önce ölü bulunan ve bir intihar olduğuna karar verildiği için dosyası kapatılan Rus bir kadının dosyasının peşine, dosyayı resmi olarak açmadan yeniden düşer. Sığınma talebi ile geldiği İzlanda'da ölen, üstelik sığınma talebinin kabul edildiğini öğrendikten bir gün sonra kendisini öldüren bu kadının başına aslında neler gelmiştir?

Roman birkaç günlük süreyi kapsıyor. Oldukça karanlık, kapkaranlık, yapayalnız ve tüm bu hisleri size de yansıtan, neredeyse yüreğinizi bazen yakan bir roman. Çok yalın bir anlatımla, sıkmadan, boğmadan birkaç cümleyle bunu yapabilen, Hulda'yı ve hayatını romanının sonuna doğru daha da tanımaya başladıkça daha çok okura sevdiren, soğuk diyar polisiyesini neden seviyorum tekrar hatırlatan bir roman.

Dark Iceland'da olduğu gibi Ari Thor gibi genç değil, hareketli ve çevresi sadece mekanın kısıtlayıcılığıyla kapanmış bir karakter değil Hulda. The Darkness'da denk geldiğimiz, ömrünün bu dönemindeki Hulda, yaşantısını gittikçe daha iyi tanıdıkça neden içinde bir şeylerin hayata yeniden tutunmaya çalıştığını daha iyi anladığımız, bir kalp atışını hissetmeye başlamasını neden okur olarak birden bizim de heyecanla beklediğimiz bir Hulda. Yılların ağırlığı ardından bir gün sonra tırmanacağı bir tepenin hayatına katacağı anlamı anlamaya başladıkça yazarın yarattığı karakterlerle okurun bağ kurmasının ne kadar önemli olduğunu da anlıyorum aslında. 

Çok çarpıcı bir sonu var, okurken açıp dinlememiştim ancak Hildur Gudnadottir'in Without Sinking albümünü dinlemenizi taviye ederim. Yine İzlanda'dan. Buyurun:


Fikir ve sanat eserleri kanunu madde 34, ek fıkra 3 uyarınca eser sahibinin izni olmadan kullanılması yasaktır. 
Lütfen yazılarımın tamamını ya da bir bölümünü kullanmayınız; 

11 Ağustos 2019 Pazar

Kjell Eriksson "The Princess of Burundi"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu dur durak bilmeden yoluna devam ediyordu. Elbette devam eder yolda tek başına. 

The Princess of Burundi, Kjell Eriksson'un Ann Lindell (kendisi dedektif hanımefendi oluyor) serisinin İsveççe'deki haline göre, yani yazılış sırasına göre dördüncü kitabı. Ancak İngilizce'ye çevriliş sırasına göre birinci kitabı. Gerçekten bu anormallik neden İskandinavyamızı, Nordik diyarlarımızı kısaca soğuk diyarlarımızı, soğuk diyar polisiye romanlarımızı yiyip bitiriyor böyle? Şunları neden yazıldıkları sıraya göre çevirmiyorlar? Bunun cevabını merak ediyorum ama aramıyorum, aramayı da düşünmüyorum. Canım isterse ararım. Biliyorsunuz birçok şeyi çok iyi bulurum ama lütfetmem lazım. 

Şimdi aklıma geldi, daha önce yazmışımdır: Jo Nesbo'nun Harry Hole serisi de böyle çevrildiği için serideki önemli bir şeyi önce öğrenip sonra onun eski halini okumuştum yıllar önce. Hayattan soğutan ünlü detaylar. Neyse.

Kjell Eriksson 2002'de Swedish Crime Writers' Academy'den İsveç'in en iyi polisiye/suç romanı ödülünü kazanmış (belli olduğu üzere) İsveçli bir yazar. O roman da The Princess of Burundi.

Yazar 1953 Uppsala doğumlu; Ann Lindell serisi de orada geçiyor ve toplam yedi romandan oluşuyormuş, daha fazlaysa buyurun ekleyin. The Princess of Burundi de Uppsala'da geçen bir roman, suç, cinayet ve doğum izninde olan Ann Lindell ile 4. kitaptan seriye girişin bedelini Lindell'in diğer kitaplardaki hayatını merak ederek bir süre geçirmekle dolu bir eser. Derseniz ki neden çevrilme sırasına göre okudun, yazılış sırasına göre okusaydın madem, ne bileyim, bu çok övülmüştü, merak ettim. Suç mu...

Tropik balıklara büyük ilgisi olan (bunu da evindeki dev akvaryumunun hikaye boyunca sürekli göz önünde olmasından anladığımız), bir süre önce işini kaybetmiş olan John, Noel'den çok kısa bir süre önce kayboluyor. Kaybolduğunu evde kendisini bekleyen karısı Berit'in tedirgin bekleyişiyle beraber hikayenin başlamasıyla anlıyoruz. Saatler sonra ise işkence görmüş gibi görünen cansız bedeni karlar içinde bulunuyor. Kardeşi Lennart, polisin haricinde bir soruşturma sürecine giriyor, katili kendisi bulmaya ve intikamını almaya çalışıyor. Öte yandan doğum izninde olmasına rağmen Ann Lindell de polisin yaptığı soruşturmaya dışarıdan dışarıdan dahil olmaya başlıyor. Bu arada şehirde bir de saldırgan var ve bu saldırganın da John ile ortak bir yönü olduğu çıkıyor, ancak katil o mu değil mi belli değil, bir süre sonra o da aranmaya başlanıyor. Bence hareketli ve hiç sıkmayan bir kurgusu var bir günde bile bitirirsiniz. Ama toz bulutu gibi olan bomboş polisiyelerden de değil, yazar özellikle değinmek istemiş sanırım, açık ifadelerine de yansıyor. Toplumsal tabakalaşma, farklı sosyal gruplar ve ayrım yazarın değinmek istediği bir konu. Herkes bir diğerinden ne kadar sorumlu, dahil olunan sosyal grubun yazılı bir kaderi var mıdır ve bunun dışına çıkmak mümkün müdür soruları yazarın aslında sorduğu ve kurgu içinde bir şekilde cevap verdiği sorular. Suç ve suçluluğun dahil olunan sosyal grupla olan ilişkisi zorunlu bir ilişki midir sorusunu da kurgusuna ekleyen Kjell Eriksson, burada devlet müdahalesiyle, kurumlara daha fazla sorumluluk verilmesiyle ve kurumlardaki bireylerin bu sorumluluğu içselleştirmesiyle bir şeylerin değiştirilebileceğini ima ediyor. Dediğim gibi, bu bir kurgu ancak yazarın polisiye bir romanda bir meselesi de olması hoşuma gitti, uzun uzun sosyolojik değerlendirmeler yapmıyor elbet ama kısacık da olsa ara ara derdini aktardığını okur görebiliyor.

Mesela burada kurban olan karakter, tropik balıklara ilgisi olan bir karakter. Kardeşi Lennart ise hala biraz karanlık, tekinsiz yanı olan bir karakter. Tropik balıklara ilgisi olan, evinde bir akvaryum kurmuş dar gelirli, kıt kanaat geçinen bir adam düşünün. Bir çatı ustasının oğulları olan Lennart ve John örneğinde iki farklı hayat nasıl çok ince noktalardan değişiyor. Ama son kertede yine ekonomik sermayenin belirleyiciliğine dönüyoruz; tropik balıklar konusunda bilgi sahibi olmak gibi bir "hobi" sahibi olsa da yaşam standardı hala düşük, hala Lennart ile aynı standartta. Bourdieu da yorumlasın bu kitabı.

"He came from a background where you weren't supposed to try to be better than anyone else."

28 Temmuz 2019 Pazar

Antti Tuomainen "Dark As My Heart"

Kareler ve Sayfalar Soğuk Diyar Polisiyesi (özel) Turu adlı kimsenin umursamadığı tur kapsamında Finlandiya'dan hiçbir eser okumamış ve tanıtmamıştım diye hatırlıyorum. Bu yüzden Finlandiyalı yazar, Antti Tuomainen'den bir kitap okuyayım dedim, kendisi "The King of Helsinki Noir" diye anılıyormuş. 

Dark As My Heart, annesi 20 yıl önce ortadan kaybolan Aleksi'nin, 10 yıl gerçekleşen başka bir cinayetle de bağlantılandırarak annesinin kayboluşunu aydınlatma girişimin en yoğunlaşmış haline odaklanıyor. Kendisine bir hedef belirlemiş, o hedef uğrunda yaşıyor gibi karakter. O da annesinin katilini bulmak, yüzleşmek, ne olduğunu öğrenmek ve haliyle intikam almak. Bu yolda da ülkedeki en zengin adamlardan biriyle yolu kesişiyor, her türlü gücü elinde tutan bir adam karşısında ordudan ayrıldıktan sonra marangozluk yapan 30'lu yaşlarının başındaki Aleksi. 

Kitap çok çabuk bitiyor, oysa kısa değil. Sadece olaylar çok çabuk akıyor, geriye dönüşlerle de desteklenen kurguda bağlantıları kurmak da yakalamak da ilişkilendirmek de zor olmuyor ancak açık açık katil kim, ne, neden öyle olmuş bunları vermiyor da yazar. Yeteri kadar merakta da bırakıyor, yeteri kadar soruya, sonuçta açıklanacak birçok noktaya okurun kafasında da bir cevap belirmesi için imkan da tanıyor. O da herkese göre değişir sanırım ama mucizevi incelikte bir kurgu olmadığı gibi, okuru şoke edecek bir sonuç da yok. Sadece kötü olmayan, okumaktan ve zaman ayırmaktan pişmanlık da duyulmayacak bir eser okumuş olunuyor bence. 

İnce detaylar, olay akışının dışında detaylar pek yok. Hareketi kesilmeyen, duyguları da bu hareketin içinde olmak kaydıyla aktaran, bu yüzden de kendisini hızlı okutan ve çabuk biten bir roman galiba.

Yazarın daha çok övülen kitapları da var, bir ara da onlardan birini okurum. Bakalım onlar nasılmış. Denk gelirseniz bunu da okumaktan çekinmeyin ama bence, benim polisiyeden beklentim Henning Mankell'e göre ölçülen yükseklikte bir şey. Beğeni meselesi. 

Hakan Nesser "Mind's Eye"

Kareler ve Sayfalar Soğuk Diyar Polisiyesi Özel Turu (yazıda bir daha geçerse bunu büyük harfle yazmak için asla uğraşmam) kapsamında bir başka polisiye seriyi tanıtayım. Ragnar Jonasson övmekten özel tur (bunu bilerek özel tur yazıyorum komik olsun diye bir tek ben gülüyorum çünkü, zaten başka okuyan da yok) soğuk diyar polisiyesi yerine Ragnar Jonasson turuna döndü farkındayım.

Bu sefer özellikle popüler bir seriden, popüler bir yazardan, İsveçli (İsveç'in kareler ve sayfalar için yeri ve önemi adlı bi yazı da yazayım kütük malmö çünkü) Hakan Nesser'in dedektif Van Veteeren serisinin ilk kitabı olan Mind's Eye'ı seçtim. İlginç gelen bir noktayı hemen belirteyim, yazar İsveçli ama dikkat ettiyseniz dedektifin adı pek İsveççe'ye benzemiyor. Mind's Eye'da olaylar Maardam'da geçiyor; burası da kurgu bir yermiş; ülke adını da hiç vermiyor kitapta. Yani uzun bir süre yazar İsveçli ama galiba Danimarka'da yaşayan Hollandalı bir karakter bu dedektif diye düşünerek okudum ama yer ismi de Danca gibi durmuyordu DANİMARKALILARIN YÖRESİ HERHALDE diye de aklımdan geçti ama sonunda netleşti, tamam öyle bir yer de yokmuş. İsimler okurken Hollanda'da geçiyor hikaye gibi düşündürtebilir sizi de. Yani soğuk diyar polisiyesi özel turu diye atladım kitaba ama ortaya böyle gerçekten al sana soğuk diyar al sana kuzey avrupa türü bir kurgu çıktı. Ben yine de eski kafalıyım, bu kadar kurguyu sayın dr. China Mieville beyefendi kurguları hariç polisiye içinde görünce geriliyorum (Sherlock türü gerilme), polisiye okurken mümkünse normal düz olsun her şey çünkü ne demişler, Saga Noren Lanskrim Malmö...

Evet.

Mind's Eye'da olay da şu; bir adam sabah uyandığında karısını banyoda ölmüş halde buluyor, ancak hafızası yerinde değil. Olayın gidişatına bakılırsa (kabaca) eşini boğuyor ve sızıp kalıyor alkollü bir halde. Ancak nihayetinde cezası kapsamında akıl hastanesine gidiyor ve orada adam da öldürülüyor. Burada işler karışıyor çünkü adamın masumiyetinin de söz konusu olabileceği ışığı böylece çakıyor. Olayın başından beri dahil olan Van Veteeren de adamın ve üç aylık eşinin çevresini, çalıştıkları okulu ve geçmişlerini araştırmaya başlıyor. Geçmiş geleceği yazıyor türünden bir cevap da çıkabilir, yeni bir krizin sonucunda çıkmış bir cinayetler zinciri de çıkabilir. Ne olduğu romana kalsın, okura kalsın. 

Bence dünyanın en iyi polisiye serisi Henning Mankell'in Wallander serisidir soğuk diyarlardan çıkan. Onun önüne de sadece Hercule Poirot serisi ile kraliçe Agatha Christie geçebilir. 

Bu kesin çizgiyi ustalar çektiği için yapılmış ve yapılacak her şey artık çok zor engelleri aşmalı gözümde bir kere bunu her yazıda belirtiyorum hiçbir karakterin bir Wallander olamayacağını düşünüp gizli gizli ağlamıyor musunuz siz de... hayır mı... ok.

Neyse.

Katili çat diye bulmanız zor olsa da olayların büyük kısmına bir cevap bulmanız mümkün, yazar okura o imkanı vermiş. Sürekli ortaya yeni bir ipucu çıkıyor. Kendi kendine ipuçlarını biriktirmiş de finalde açıklamış gibi bir durum yok, cinayet sebebi, olayların üzerindeki sisi dağıtacak çoğu şey dikkatli okursanız gözünüzün önünde. Benim hoşuma gitti ne çok oluorta ne çok saklı. Ama çok ustaca kıvırılmış bir kurgu yok onu da belirteyim. Ne kadar ukala bir yorum oldu özür dilerim.

Karakterler ile bir yakınlık kurma konusu işte bahsettiğim Wallander hasreti ile ilgili, bunu Mankell gibi çok az insan yapabilir sanırım. Nesser de araya uçurum koymamış, soğuk ve beklenmedik tepkiler ortaya koyan tipler de değiller ama Wallander gibi hangi gün yeniden hamburger gömüp hangi gün yeniden diyete başlayacağını kestirecek kadar tanıyamıyorsunuz bence. Belki seriyi okudukça bu değişiyordur.

Yine başka bir kitabını okumak isterim Nesser'in. Van Veeteren serisi 10 kitaplık bir seriymiş. Bir de 5 kitaplık Dedektif Barbarotti serisi varmış. Bundan sonra okuyacak olursam ondan bir kitap okuyabilirim.

Sorusu olan var mı? Yoktur nasıl olabilir okuyan mı var, yok.

25 Temmuz 2019 Perşembe

Camilla Grebe "İhanet"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi kapsamında İsveç'li Camille Grebe de ilk kez okuduğum yazarlardan birisi oldu. Allahım ben ne okudum. Kusursuz olmaya çok yaklaşmış, ama bazı affedilemez hatalar yüzünden bu kusursuzluğa ulaşamamış, bu yüzden de en çok beni üzmüş bir roman İhanet. 

Bir giyim şirketinin CEO'sunun evinde bir kadın kafası gövdesinden ayrılmış biçimde ölü bulunur; ancak Jesper Orre, yani CEO da kayıptır. Kitap şöyle ilerliyor, bir yandan araştıran dedektiflerden birinin (Peter) ağzından olan bir bölüm, bir yandan polise yardımcı olan bir davranış bilimcinin aktardığı (Hanne) bir bölüm, bir yandan da Orre'yle nişanlı olduklarını kimsenin bilmediği Emma'nın anlattığı bölümler. Orre, nişanlandıkları gün Emma'nın evinde yiyecekleri yemek öncesinde kaybolmuştur. Emma aynı zamanda Orre'nin ceo'su olduğu giyim şirketinin mağazalarından birinde satış görevlisi. Ancak, bölümlerin başında zaman da belirtiliyor, okumaya başladığınızda Orre'nin resmi olarak kaybolmasından aylar öncesindeki bir yemek bahsedilen.

Bu arada cinayet, geçmişteki bir olayı da anımsatmaktadır. Bir yandan da geçmişteki cinayet yeniden gündeme gelir, on yıl önceki cinayette danışmanlık yapan Hanne burada yeniden devreye girmesi için davet edilir.

Bir yandan Emma sevgilisinin neden ortadan kaybolduğunu aramaya başlıyor, bir yandan Orre'nin evindeki kadının kim olduğu araştırılıyor, sonlara yaklaştıkça zaman da birbirine yaklaşıyor, bir süre sonra bölümler aslında eş zamanlı ilerliyor. 

Okuduğum en iyi polisiyelerden biri olabilir(di), ancak hatalarından bahsetmezsem olmaz. Öncelikle elbette yazar bir polis değil ama bizzat yazar olarak kendisinin kurguya eklediği olay yerindeki fiziksel hiçbir kanıta kanıt muamelesi yapmamış. Öyle ki bunlar eğer normal bir kurguda biraz değerlendirilse zaten akışı değiştirecek nitelikteler. Ben kafama takmadan duramadım, çünkü karakterleri, cinayet gerekçesini muhteşem oluşturmuş. İzlerken aklıma benzer bir kurgu geldi ancak o bir film. Çok nadir film izler ve etkilenirim, bu da öyle bir filmdi (Excision). Bir diğeri de bildiğiniz düz etrafın araştırılması falan olur ya, evin içi ya da dışı, dışarda biri var mıymış yok muymuş, bu evde kaç kişi mevcutmuş, sürekli yaşayan ya da kısa zamanlı da olsa evde durmuş olan? İlla dna mna artık onu da geçtim eşya, vb onlar da yok, sıfır. Atlamış. Komşulara sormak falan da yok. Oturdum poliscilik yapıyorum şu an bellis coldwine lanskrim malmö yargılıyor özür dilerim. Ama haklıyım. Kusursuz olacaktı kusursuz, şunları da düşünerek yazıp tekrar kurgulasa, yine sonunda balta gibi kafamıza indirirdi İhanet'in finalini eminim, çünkü konusu güzel. Gerçekten çok beğendim. Okuyun siz de. 

Emma, Hanne ve Peter karakterlerini de sevdim, bunları anlatıcı konumuna koyduğu için özellikle bunları belirttim. 

Aklıma gelirse ek yaparım. 

Çevirisi de güzeldi bu arada, bu kitaptan önce hoşnut olmadığım bir çeviri okudum da, peşine bunu okuyunca o noktayı da vurgulamak istedim. 

Ragnar Jonasson "Rupture"

Ragnar Jonasson'un kitaplarının İzlanda dışına yapılan çevirilerinin sıralaması beni kahrediyor. Tamam, Dark Iceland'daki dördüncü kitap bu, benim bir önce yazdığım yanlış. Cidden dördüncü kitapmış. Night Blind'dan önce, Snowblind'dan sonra geliyor akışa göre. Bezdim gerçekten bezdim. Ama okuyacak olan varsa da, kendimi kurban ettim. Neyse.

Rupture, Ari Thor'un bu sefer geçmişteki bir olayı aydınlatma çalışması ve serideki diğer kitaplardan birinden aşina olduğumuz bir ismin peşinde olduğu güncel bir olayın aydınlatılması çalışmasının parelel yürüdüğü bir roman. 1955'te ıssız, tenha bir çiftliğe yerleşen bir ailede bir intiharın, günümüzde ailenin yaşayan bir üyesi tarafından araştırılması talep edildiğinde Ari Thor olaya dahil oluyor. İki kız kardeş, eşleriyle beraber İzlanda'da kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde yaşamaya başlıyorlar birden. Kardeşlerden birinin intiharı, bunun öncesinde sonrasında olayın araştırılması isteyecek olan çocuğun doğumu yaşanıyor. Ancak yıllar sonra olayı merak ettiren, intiharı tekrar sorgulatan olay, eski bir fotoğrafın gün ışına çıkması oluyor. Bu dağın başında, inin cinin trollün top oynadığı yerde çekilen bir fotoğrafta yer alan, aileden olmayan birisi bu küçük bebeği kucağında tutmaktadır. İşte bu genç adam da kimdir böyle, derken derken cevaplar aranırken ortaya daha da sorular çıkıyor.

Serideki en durgun kurguydu bana göre. Durgun dediğim, çok çabuk okutuyor kendisini. Sadece kıyaslama yaptığımda bu en durgun olandı. Bir de sağdan soldan bence Ari Thor hariç birileri başka olayları aydınlatmaya girdiğinde bu seride bir sıkıntı oluyor bence, ikinci kitap için de aynı yorumu yapmıştım. Demek ki yobazım. 

Serinin beşinci kitabı The Island'ı da okuyacağım artık onun sırası ne düşünmüyorum çünkü pes ettim, soğuk diyar polisiyesi özel turu için I diead for your sins çeviri dünyası.

Bu arada ondan önce Ragnar Jonasson'dan Hidden Iceland serisine başlayacağım onun sırası bakalım bana nasıl azaplar çektirecek, yine nasıl bir yanlışlığın içinde yok olacak bu soğuk diyar polisiyesine gönül vermiş insan....

Scarlett Thomas "Going Out"

Scarlett Thomas'tan Ocak 2020'de yeni kitap geleceğine göre, bu kitabı okuyabilirim dedim. Yoksa saklayacaktım. 

Going Out, Canongate tarafından ilk kez 2002'de yayınlanmış. Scarlett Thomas'a "alışmak", "tanımak" okudukça mümkünse, Going Out da benim için tanıdık bir kitaptı diyebilirim. Gerçi yazarın kitapları belirli bir sıra ile okumadım. Ama Thomas'ta değişmeyen bir şey var, bazı şeyler değişse de onlar sabit kalıyor. Bunu en çok The Seed Collectors'ta görmüştüm. O kitap yakın dönemde yazdıklarından biri mesela, neyin değişip neyin değişmediğini görmek için merak ediyorsanız mesela Going Out ya da özellikle PopCo'yu okuyun, peşine de onu.

Yine gereksiz bir paragraf ile blog'un olmayan okurları dehşet içinde blog'dan kaçırdım galiba.

Going Out ne anlatıyor ve bu giriş paragrafı ile ne alakası var, kısaca yazayım. Yazı da kısa olsun, başka birkaç kitaptan daha bahsetmek istiyorum çünkü. Evet aynen onlar da kısa kısa olacak. Kısa olmayacak halleri için sizi kitaplara davet etme yeri burası.

Going Out bir arkadaş çevresinin kısıtlı çevresi, kapana kısılmış çevresi, küçücük yaşam alanlarının hikayesi ile başlıyor. Bu alan kısıtlı, çoğu zaman sınırları karakterlerin yüzüne vuruyor çünkü ilk tanıştığımız karakterlerden biri olan Luke 25 yaşında ve güneş alerjisi var, her şeye alerjisi var, evden dışarı çıkmıyor. Annesi ile beraber yaşadığı evde televizyondan izlediği bir dünya, televizyondan gördüğü sosyal ilişkiler var. Dünyayı sadece televizyon ile tanıdığınızı düşünün; işte Luke'un steril ve yalıtılmış hayatı da öyle, gerçek dünyanın odasına giren haline televizyondan öğrendiği tepkileri veriyor bazen. Ama bunun ne kadar yapay olduğunun, gerçek dünyanın ne kadar uzağında kalmış olduğunun da farkında; sürekli temasta olduğu arkadaş grubunun, kendisinin de dahil olduğu ilişkiler ağı bunu her an yüzüne çarpıyor. Gittikçe çekilmez bir hal alan bir durum. Ve bir çare arıyor; çare kısmından da bahsedeceğim. Bu, Thomas'ın kendi dünyasında sıkışmış karakterlerine aşina olan okurları için tanıdık gelecektir, Luke yani. Bir diğer karakter olan Julie de benzer durumda, birçok fobisi yüzünden, yakın arkadaşı Luke'un durumunun da etkisiyle küçücük bir sokak ve çevre dışında bir hayatı olmamış genç bir insan. Dış dünyanın korkutuculuğu fobisini düşünün; biraz da abartın. İşte Julie de o karakter. Diğerlerinin süprizleri okuyacak olursanız size kalsın; birkaç arkadaş daha, her biri yine Thomas'ın ilgi alanlarının yansımalarını da içeren karakterler olmuşlar. Bunu Thomas çok sık yapıyor, blog'da birkaç kere daha bahsetmiştim yazarın kitapları hakkında yazarken. Mesela uzakdoğuya olan ilgisi ya da tenise olan ilgisi ya da matematiğe olan ilgisi vb. bir yerlerden karşınıza çıkacaktır. Burada da çıkıyor. İşte bu sıkışmışlık içinde, karakterler her riski göze alıp küçücük mekanın içinde dönüp duran ilişkiler ağını yine büyük bir mekansal değişiklik ile kurguda bir kırılma da yaratıp, Luke için çareye doğru yola çıkıyorlar. Thomas'ta mekanın değişimi ile gelen diğer bölüm de böyle başlıyor Going Out'da. Başta demiştim ya, benim için tanıdık bir kitaptı. 

Terk edilmiş, yalnız kalmış, hayalkırıklığına uğramış insanlar, buna rağmen asla köhne, umutsuzluk saçan bir tablo çizmeyen bir hikaye, illa ki bir yerlerde umut olduğunu düşündürten bir akış, yine de tekinsiz havasını sonuna dek koruyan, kimin başına ne geleceğini de merak ettiren bir roman. 

Tanıdık demem, sürekli aynı şeyleri yazıyor anlamına gelmesin. Scarlett Thomas en sevdiğim yazarlardan biri. Going Out da sonunda kendi etrafında dönüp durmaktan midesi bulanan bi dünyayı durdurup ileri doğru itmeye başlatan bir sona sahip bence. Beğendim. 

Yazı kısa olsun demiştim. Daha da anlatmıyorum. 

3 Temmuz 2019 Çarşamba

Ragnar Jonasson "Night Blind"

Kimsenin umursamadığı Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu kapsamında okuyup çok beğendiğim için tüm kitaplarını okumaya karar verdiğim Ragnar Jonasson ile devam ediyoruz yine. Çünkü Dark Iceland serisini beğendim. Kimsenin umursamadığı Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu kapsamında okumayı planladığım diğer soğuk diyar polisiyeleri yerine Ragnar Jonasson'ların tamamını okumayı seçtim. Tur çok özel çünkü, fazla özel oldu artık. Ancak, soğuk diyar poliyesi için iyi ki okumuşum dediğim bir seri oldu ve oluyor Ari Thor'lu Dark Iceland.

Night Blind, sıralama olarak seride ikinci kitap olarak yer alıyor ancak olay akışına göre daha önce blog'da yer verdiğim Black Out'dan (üçüncü kitap) sonraki olayları anlatıyor. Tüm seri tek bir olaya odaklanmıyor evet ama sıralı okumaktan zarar gelmez, en azından başkarakteri hayatındaki akışı bozmamış olursunuz.

Küçük bir ek; ben sıralamayı bu şekilde belirtirken goodreads'i referans aldım. Yanlış hatırlamıyorsam İzlanda dilinde kitapların sıralaması ve çıkışları bu şekilde değil; ayni Snowblind da birinci kitap değil. Sadece İzlanda dili dışındaki dillere çevrilmemiş olan bu kitapları sıralamaya almamış anladığım kadarıyla goodreads, yanlışsam düzeltirsiniz. Okuyan var mı beni.

Night Blind ise; Ari Thor'un hayatındaki büyük bir değişiklik, Siglufjördur emniyet güçlerinde yaşanan değişiklikler gibi serideki genel akışa ek olarak; Jonasson'un kapalı kutu, yalıtılmış Siglufjördur'u ve Ari Thor'u artık değiştirdiğini de görüyoruz. Örneğin, bu kitapta karakterlerin mekan ile olan bağının daha gevşek olması, Ari Thor'un hayatının (hayatındaki insanların) Siglufjördur'un sürekli dışına da çıkıyor olması Snowblind'daki havanın gittikçe dağılmaya başladığını gösteriyor. Bunu iyi ya da kötü olarak yazmıyorum sadece cidden öyle bir insan varmış ve gittikçe yeni görev yerine ne kadar alışmaya başlıyor, etrafını saran dağların aslında zindan-vari bir mekan yaratmadığını da görüyor diye düşünüyorum okurken. 

Night Blind'da bir yandan anlatıcısının kim olduğunu bilmediğimiz, doğrudan aktarılan satırlar var. Bu satırların cinayet ile ilgisi nedir, anlatan kimdir bunun cevabı neredeyse çoğu soruya da cevap oluyor. Jonasson, göz önündeki karakterleri finale doğru iterek esrar perdesini aralayıp, finalde okurun da yer almasına izin veriyor sanırım. Öncelikle binlerce senaryo üretilecek bir ipucu bolluğu ya da karmaşası yaşanmıyor; karakterler hakkında bilinmeyenleri de cinayetin bilinmeyenlerine kurguda çok uzun süre önce ayıklayıp devam ediyor. 

Evet ben buldum katilin kim olduğunu ustalar bulur. Şaka bir yana bulmak kolay, korkunç karmaşık bir kurgu yok.

Okurken bazen polis işlerine Jonasson'un uzak olduğunu düşündüm. Bazı detayları birer cümle ile de olsa okura aktarsaymış keşke, evet cinayeti kim neden nasıl işledi sorularına bunları yazmadan da cevap verdirebiliyor ancak iki polisin peşinde bir cinayeti çözerken okur olarak birkaç beklentim oluyor =/

Olay ise şöyle; Ari Thor'un amiri terk edilmiş bir evin yakınlarında vuruluyor. Kim, neden vurdu diye araştırılırken evin bir hikayesi olduğu, evin şu anının bir hikayesi olduğu, Siglufjördur'da hemen herkesin bir hikayesi olduğu ortaya çıkıyor. 

Bir sonraki roman Rupture, bu satırları yazmadan hemen önce ona başladım. Bakalım o nasıl.

Sonuç olarak; çok güzel bir polisiye serisi. İnsanı sıkmadan insani olan çok şeye yer veriyor yazar da, beni boğan olaydan bağımsız detaylar içermeyen bir anlatımı var kendisinin. Bu kitabı da sevdim. 

Türkçe'ye de çevrilecekmiş. 

20 Haziran 2019 Perşembe

Jo Nesbo "Susuzluk"

Hemen anı anlatayım değişiklik olsun, hep girişte Wallander ve Nesbo ve soğuk diyar polisiyesi muhabbeti yapıyorum çünkü (şimdi de yapmış oldum). 

Anıya geçelim hadi sayın okurlar, eğer herhangi bir okur varsa. Anı şöyle: Bu kitabın çıktığını bilmiyordum, çünkü bir süredir kimsenin ilgilenmediği kareler ve sayfalar ile soğuk diyar polisiyesi (özel) turu haricinde polisiye okumuyordum. Zaten bir süredir herhangi bir kurgu okuyamıyordum çünkü okul çok zamanımı alıyordu (tez yazayım, doktora dersleri daha rahat olur diye düşünen var: yok öyle bir şey, yok, yalan). O yüzden de Jo Nesbo herhalde Harry Hole'yi bir süre yazmaz bıraktı diye düşünüyordum ama yokmuş öyle bir şey, işte anı kısmı burada geliyor. Bu kitabın kapağını araçlar için kırmızı, yayalar için yeşil ışık yandığında karşıdan karşıya bir yaya olarak geçerken karşıdan gelen (karşıda da kitapçı var, kesin oradan çıkmıştır) bir insanın kolunda kısmen gördüm. Kısmen kısmında sadece SBO kısmı vardı ama Doğan Kitap hep aynı karakteri kullanıyor biliyorsunuz insan görünce tanıyor. "Aaaaa yeni kitap mı çıkmış yani" diye düşünürken araçlar geçmeye başlayacaktı. Anı bitti. Yani Jo Nesbo'ya bunu anlatayım görünce. Çok güzel anı. Ya işte kitap çok dikkatimi çektiği için araba çarpacaktı sayın okurlar bu kadar, normalde gayet dikkatli bir insanımdır. 

Tamam hadi kitaba geçelim.

Öncelikle kitabın Nesbo tarafından yazıldığını bilsem önce İngilizce'sini okurdum, ama görünce az daha madem ölüyordum gidip alayım bari diye Türkçe'sini aldım. Almaz olaydım. Çevirmene ricamdır, bir daha ola ki Harry Hole kitabı çeviriyorsa en azından bir video izlesin, okuyan biriyle konuşsun, sorsun ki bu adamın soyadı HOLE mi HOLE mi yani okunuşu nasıl? Çünkü Norveççe ya hani? Hole diye yazıldığında İngilizce gibi okunmuyor olabilir mi acaba, ki bunu da kontrol etmek de kolaydır. Çevirmeni geçtim, editörün konuyla ilgisi yok muymuş hiç acaba? Hole, HERİ HOLİ. Böyle okunuyor. HERİ HOL diye değil. 

Her şeyden bahsettim. Kitaba geçelim. Susuzluk (Törst), Harry Hole serisinin 11. kitabı. Bence yakın zamanda Nesbo'nun bu seriye son vermesi lazım yani yazmayı en azından bir süre bıraksın. Kitabın çıkış tarihi 2017. Dediğim gibi ben kopuk olduğum için haberdar olmadım ama üzerinden iki yıl geçmiş, hatta şimdi yeni kitap çıktı, The Knife (9 Temmuz'da dünya genelinde satışta olacak herhalde yani online olarak almak isterseniz, yoksa o genelin içinde hangi ülkeler var, hatta hangi formatlar var bilmiyorum, bu sefer mecbur İngilizce okuyacağız yine. Norveççem yok özür dilerim, Wallander için İsveççem var ama rahmetli toprağı bol olsun Mankell seni çok özledik).

Acaba The Knife nasıl?

Onu bilemem ama Susuzluk kesinlikle Nesbo'da bir değişimin artık net ifadesi olmuş. Ayan beyan ortada bir katil, sırf sonunda açık açık ne neden olmuş diye kendi açıklasın bakayım diye bekledim. Bir iki ben de tökezledim başta ama o kadar açık ki artık, Nesbo'nun katilleri, katman katman merakta bırakan karakterlerin hikayeleri yüzünden kafa karıştıran o kurgusu zayıflamış bence. En sevdiğim yazarlardandır polisiye söz konusuysa ama bence böyle. Bilmem yıllardır okuru olan diğer insanlar ne düşünecek. Düşündü ya da. Artık The Knife'ı yorumlarız hep beraber de, bu susuzluk konusu itibariyle de beni itti. Vampirizm, vampiristler, vampirist cinayetler, psikoloji, artık her kitapta tekrar edecekse sıkılacağım Harry ve Rakel'in her davada yeniden yaşadıkları "Harry yine eski haline mi dönecek" gerilimi vb. Bilemiyorum. 

Hoşuma giden hiçbir şey yok mu, var. Ama alakasız. Mesela bu kitapta serideki diğer kitaplarla bağlantılı bir şey var, süpriz kaçmasın diye söylemiyorum (ya bir, beni şu an okuyan var mı gerçi; iki, seriyi okuyan var mı) ama o bağlantıyı, tanıdık karakterin kim olduğunu nerede bahsedildiğini hatırlamak ŞAMPİYON OLDUM hissi yarattı. Böyle küçük sevinçler işte. 

Konudan bahsetmiyorum arama motorları ve kitabın tanıtım yazısı bunun için var. Ben geri kalanını yazdım. 

26 Nisan 2019 Cuma

Fahrettin Ege "Dünya Savaşı Makinesi"


Sosyal bilimlerin alanı, fen bilimlerindeki gibi görece kapalı değil, açık sistemdir. Sistemin
açık oluşu, aynı maddi koşullara farklı yorumların getirilebilmesi, ortaya farklı soruların ve
cevapların atılabilmesi sonucunu doğurur. Bunu kabaca, farklı toplumların ve insanların
varlığıyla gösterebiliriz. Ama sistemin açık olması, işin içinde insanların olması, sistemin
kafasına buyrukluğu anlamına gelmez. Örneğin, sosyal örgütlenmelerin geliştirdikleri düzenli
davranışlar bazen kapalı bir sistem gibi işleyebilir; yapı içinde, tamamen tesadüfi bir durum
yoktur. Bu bağlamda, maddi gerçeklikteki mekanizmaların varlığı, mekanizmaların hangi
koşullarda nasıl işlediği, hangi faaliyetlerin nasıl sonuçlandığı, nedensel açıklamadan muaf
tutulamaz. Nihayetinde, evrensel bir düzenlilik ortaya konamasa da, sosyal bilimler alanında
nedensel açıklamaların getirilebileceği boyutlar mevcuttur.

Bunları neden anlattık? Şöyle soralım. Sözde evrensel bir doğrunun ortaya atıldığı ve bunun
peşinden gelen siyasi taleplerin veya askeri işgallerin, gerçekte ne derece evrensel dayanakları
vardır? Evrensel özgürlük ve demokrasi söylemiyle Irak işgalinin meşrulaştırılması, açık bir
sistem içindeki tekil bir eylemdi mesela. Ancak açık bir sistem içindeki düzenliliklere de
vurgu yaptık; işte burada, bahsettiğimiz nedensel açıklamalar kısmı devreye giriyor. Zira
küresel emperyalizm kendisini sistematik olarak yeniden ürettiğinde, düzenlilikler ve
nedensel açıklama getirilebilecek mekanizmalar söz konusu olmaya başlar. Bunlardan biri,
Fahrettin Ege’nin “Dünya Savaşı Makinesi” adlı eserinde kavramsallaştırdığı, karşımıza çok
katmanlı bir yapı halinde çıkan emperyalist mekanizma.

Dünya Savaşı Makinesi, küresel emperyalizm ve katman katman kendisine dahil ettiği yapılar
biçiminde varlığını sürdüren, öte yandan kendisini yeniden üretmeye muktedir bir “mega-
yapı” olarak karşımıza çıkıyor. Bu yapının ya da makinenin hedefi, Atlantik cephesinde
mevzilenmiş küresel emperyalist kutup karşısında bulunan/savaşan her şey. Bahsi geçen
katmanlar için başta değindiğimiz sözde evrensel değerlere geri dönebiliriz. Açık bir sistem
olan sosyal dünya içinde Dünya Savaşı Makinesi, kendi içsel mekanizmalarını farklı
biçimlerde kurmakta ve yeniden üretmektedir. Örneğin makinenin “demokrasi”ye atfettiği
evrenselliği ele alalım. Dünya Savaşı Makinesince pompalanan “evrensel demokrasi”
söylemi, sosyal dünyanın kapalı bir sistemmiş gibi ele alındığı bir kurgu içinde işlemektedir.
Burada kurgulanan neden-sonuç ilişkisi, tek bir soruya tek bir cevap imkanı veriyor gibi

düşünülmelidir. Yani tek bir şansınız var. Ya dünya savaşı makinesinin dayattığı demokrasi
anlayışına dahil olursunuz ya da onun tarafından yok edilirsiniz.

O halde Dünya Savaşı Makinesi, emperyalizm ile beraber ikili bir katman oluştururken,
işleyebilmesi için ihtiyaç duyduğu üçüncü katman ise postmodern oryantalizm oluyor. Bu
katman, makinenin üçüncü dünyayı kendine bağlarken başvurduğu söylemin sağ ve sol siyasi
kanatlar içinde üretimini mümkün kılarken, aynı zamanda geleneksel ve modern oryantalizmi,
demokrasi ve insan hakları tanımları altında yeniden üretmeye yarıyor.

Gelelim makinenin parçalanmasına. Yazar, postmodern oryantalist katmanın, emperyalist
katmanın ve Dünya Savaşı Makinesi olarak adlandırdığı katmanın az çok eşzamanlı
sökümünü, sadece toplumsal devrim olarak ifade etmiyor. Veya diyebiliriz ki, “devrim”
kavramını “savaş” gibi daha genel bir tanımın içine sarmalıyor. Çünkü asıl mesele, Dünya
Savaşı Makinesinin ortadan kalkma olasılığının belirdiği kıtalar-arası savaş durumunda,
devrimin nasıl ve ne yönde müdahil olduğu ile ilgili.

Dünya Savaşı Makinesi, jeopolitiğin kitleler için öneminin tartışmaya açıldığı bir trajedinin de
peşinden bu satırları eklemeye vesile oldu. Örneğin; Aleksandr Dugin, dünyanın jeopolitik
haritasının tek kutuplu Atlantikçi eğilime aslında bir direnç gösterdiğini belirtmektedir.
Direncin varlığını garanti olarak görmese de, Avrasyacı strateji çerçevesinde izlenmesi
gereken yolun aciliyet ve öneminden vurgu kalkmıyor elbette. Avrasyacı modelin ortaya
koyduğu entegrasyon projesinin, modele dahil edilen devletler için Atlantik karşısında
bağımsız kalabilecekleri tek strateji olduğunu belirtmeye devam ediyor.

Dünya Savaşı Makinesi’nin bir bölümünde, karşı bir enternasyonel makinenin bölgesel
ortaklıklarla oluşturulmasına vurgu yapılıyor. Yazarın, karşı bir makine kurmak için
jeostratejik adımlar atılmadıkça Dünya Savaş Makinesi’nin parçalanmayacağı vurgusu,
bölgesel birliktelikler için atılan adımlarda sürekliliğin önemine de işaret ediyor. Bağımsızlık
ve barış için evvela savaşılmış olduğunu unutmaması gereken Türk milleti ve bu coğrafya
için, hayati önemdedir bu.