Jean Baudrillard etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jean Baudrillard etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Şubat 2018 Çarşamba

Jean Baudrillard "Simülakrlar ve Simülasyon"

Kendisini bir nihilist olarak tanımlayan ancak içinde olduğu sistem için nihilizmin uç bir nokta olmasına rağmen yine sistem tarafından etkisizleştirildiğini ifade eden Jean Baudrillard, gerçekliğin bittiği bu düzen içinde elde olanın sadece kuramsal bir güç/şiddet olduğunu ifade ediyor. Ancak, buradan yine bir çıkmazı işaret ederek bunun da bir ütopya olduğunu vurguluyor: Baudrillard'a göre artık anlam diye bir şeyin kalmadığından, kuramsal gücün varlığının da bir değeri olmuyor. Şöyle ki, karşı koyulan sistemin kendisinin nihilist olması, bu örnekte, kendi belirttiği şekliyle Baudrillard'ın sisteme karşı koyulabilecek en radikal kafa kaldırma yöntemi olarak gösterdiği nihilizmi de yok etmektedir. Ölümlü olarak ortaya koyduğu anlamın artık olmadığını öne sürdüğünü düşünürsek, Baudrillard'ın karanlığını daha net canlandırabiliriz bir an için. Yapılacak hiçbir şey olmadığı iddiasında. 

Tepkisizliğin dünyanın geldiği son aşamada "mahkumiyet" halinde olduğunu ifade eden Baudrillard, tepkisizliğin zincirleme bir etkiye sahip olduğunu da düşünüyor. Bunu küresel bir tektipleşmede, benzeşmede görebiliriz mesela - kendisini desteklemek amacından ziyade kendisini örneklemeye çalışırsak. Aydınlanmanın, modernizmin reddi üzerinden ilerleyerek - haliyle nihilizm iddiasını en çok postmodern sonuç olarak görürsek bu şaşılası olmuyor zaten - kitlelerin tepkisizliğin anormalliği içine yutulmanın bir normalleşme olarak görüldüğünü öne sürüyor. Buradan da artık diyalektiğin bir çekiciliği olmadığını, tepkisizlik üzerinden bağlıyor. 

Gerçeğin ortadan kalktığı, yerine simülakrlar (gerçek olmayan ancak gerçeklik gibi algılanmaya çalışan) ve simülasyonlar (bir "şeyin" yapay biçimde tekrar yapımı) bir dünyayı analiz ediyor Baudrillard. Burada gerçeklik,artık sahte ya da düşsel boyutundan uzaklaşmıştır ona göre. Karşımıza koyduğu düzen içinde yeniden tasarlanan "caydırma" işlevi gören simülasyon evrenleridir. Şöyle örnekleyelim; Disneyland'ın yer aldığı Los Angeles ve Amerika, Baudrillard için gerçek bir evrende yer almıyor. Onlar artık bir hipergerçek, simülasyon evreni içinde yer almaktadır ve bu da "gerçekmiş gibi"yi saklamak için olan bir "caydırma"yı içinde barındırmaktadır. Bu da, Los Angeles'ı ne sahte ne de gerçek yapmaktadır. Baudrillard, simülasyonu tanımlarken onda gördüğü en büyük özelliğin her noktada kendisini gösteren, gerçeğin yerine geçmiş olan modellerdir.

Anlamın, gerçeğin olmadığı bir düzen içinde Baudrillard, kitle iletişim araçlarına dair "toplumsallaştırıcı" bir yönü olduğu iddiasın tamamen karşı durarak, kitle iletişim araçlarının mevcut halinin yalnız içeriklerinin yok edilmesinden ibaret olduğunu söylüyor. Bu yüzden de içerikte olanın ne olduğunun artık bir önemi kalmamıştır. Yani mesaj, etkisini kaybetmiştir. Anlam da, iletişim de hipergerçek bir hale geldiğinde, Baudrillard'a göre mesaj bu sürece dahil olduğu anda yok olmaktadır. Yani, kitle iletişim araçlarının (hatta iletişimin, ve bu yüzden etkilenen toplumun - toplumsallaşmanın) dev bir aldatmaca olduğu çıkarımını yapıyor. Haberin varlığı artık sadece "toplumsallaşma"ymış gibi olsun diye, içeriğinin sorgulanmasından bağımsız bir hale gelmiştir onun için. Anlamın üretimi, maruz kaldığı araçsallaştırma sonunda anlamın yok olmasıyla sonuçlanmıştır. İzlenen, söylenen, topluma sunulan bir şey aslında yoktur - çıkarımı yapıyor, kabaca. Çünkü Baudrillard, iletişim araçlarında mantık ya da anlamın olmadığını ısrarla vurguluyor. Kısır döngü halini almış bir simülasyon içinde olduğu için de bu çıkmazdan kurtulmanın bir yolu ona göre yok.

Reklamda gerçek ya da yalan diye bir şey olmadığını da iddia eden Baudrillar, tıpkı kitle iletişim araçları gibi reklamların da hiçbir şey ifade etmediğini düşünüyor. Reklamın yarattığı tek şeyin kitleler üzerinde hipergerçeklik içine çekme olduğunu ifade ediyor; bir yanda haber değeri olan haber, bu sürece dahil olduğundan yok olmakta, öte yandan reklam da benzer bir sürece dahil olarak ürünü /malı yok etmektedir diyebiliriz mesela. Nihayetinde, ortada olan tek şeyin de, hipergerçeklik içinde, en başta belirttiğim tepkisizliği büyüten bir süreç olduğunu söylüyor. 

Mimari, sinema, edebiyat gibi alanlardan örnekler üzerinden de ele aldığı konuyu farklı bölümlerde inceliyor Baudrillard. Gerçeklik ve anlam yoktur ve asla bir daha bunlara kavuşamayacağız düşüncesi, neden kendisini nihilist olarak tanımlıyor ve simülakrlar ve simülasyonlar nedir ne değildir diye merak edenler için daha fazla kitapta. 

4 Aralık 2017 Pazartesi

Jean Baudrillard "Gösterge Ekonomi Politiği Hakkında Bir Eleştiri"

Baudrillard'ın Marx'tan daha marksist olduğunu belirterek marksist ekonomi politiğin eleştirisi yapma ihtiyacını sıklıkla sert bir dile getirdiği, bazen de yumuşak biçimde bir eleştiri getirdiği çalışması birkaç noktada Baudrillard'ın ne yapmaya çalıştığını anlamakta beni zorlasa da Veblen'ci bir bakışla tüketim kültürüne bakmaya çalıştığınızda mesela, derdinizi anlatmanıza yardımcı olabilecek bir çalışma.

Baudrillard, kitabın adının da zaten bangır bangır bağırdığı üzere Marx'ın meta analizinin bir eleştirisini içeriyor. Şöyle, Baudrillard bir tüketim toplumundan bahsediyor. Burada bir fayda var diyelim. Ancak Marx'ın analizindeki fayda, başka. Kapital'de buna değiniyor. Kısaca şöyle özetleyebilirim; metanın değerini Marx kendisinden ayrı görür, metaya değer katan mübadeleye dahil oluşudur. Bu da aslında somut bir şey değil. Marx'ın bir metaya değer yüklemesi yani mübadeleye dahil oluşu ki burada da değeri şey üzerindeki emek ile ölçüyor. Tamam toparlayacam bir saniye. Marx için üretim sürecine dahil olmasından başka metanın bir değeri yoktur. Bu da mübadele ile ilgili. Çünkü mübadeleye girmesi bir ihtiyacı karşılaması ile ilgili. Böyle kabaca. Çok karıştırmadım bence ya.

Neyse. Karıştıysa şimdi netleşecek.

Ama Baudrillard'da böyle değil. Baudrillard bize göstergelerden bahsediyor. Marx bize mübadeleden, faydadan, üretim sürecine dahil olarak üzerinde bir emek birikerek ancak değer kazanabilen bir metadan bahsediyordu. Baudrillard da burada eleştirmeye başlıyor işte. Zaten Marx'ı yerden yere vuruyor ancak çoğu zaman da bir Marksist gibi davranıyor. Ancak yine de kendisini her daim postmodern düşünürler arasında görmeye alışkınız ki kendisi postmodern olduğunu da kabul etmiyor. Neyse. Baudrillard, bir üründe örneğin Veblen'in gösterişçi tüketim dediği, statü ile ilintili bir harcama tüketime benzer bir durumdan bahsediyor ancak doğrudan Veblen gibi de değil. Çünkü; Marx nesneldi; ihtiyaçları nesnel zemindeydi. Baudrillard buna tamamen karşı çıkarak ihtiyaçları bu bahsettiğimiz göstergeler üzerinde oluşan hareket halindeki ihtiyaçlar olarak tanımlıyor. Yani modernizmden kopuş bu işte. Zaten o iddia da yok ama postmodernist değilim demesine karşılık olarak belirttim neden belirttim diye kimse sormaz ama yazdım. Baudrillard'ın tüketim toplumunda Marx'tan farklı olarak üretim değil tüketim önplandadır ve tüketim aslında bir üretim rolündedir. Yani o tüketmek için yaşayan ve tüketmek için üreten insan kalıbı Baudrillard'da var kabaca. Üstelik bu tüketim üretiminin ilişki biçimlerine de indiğini yani böylece bir tüketim toplumu oluştuğunu da belirtiyor ki bu başka bir kitabının konusu. Burada asıl meselesi göstergeler üzerinden yürüyen sisteminin açıklaması. 

Baudrillard gergin bir insan ve tüketimin boyutlarını oldukça gerçekçi biçimde inceliyor ancak yer yer cidden ipin ucu kaçıyor; bir noktada Marx'ı kapitalizmi beslemek gibi bir şeyle suçluyor mesela. Onun haricinde gerçekçiliği karamsarlık olarak görmüyorsanız tüketimin ihtiyaç - arzu - gösterge - soyut - somut - inanç  gibi kavramlarla beraber nasıl bir analize tabi tutulduğunu Marx'tan kopuş ancak arada Marx'la temas eden bir çalışma kapsamında okuyabilirsiniz bu kitapta.