15 Aralık 2014 Pazartesi

Kate Millett "Cinsel Politika"

Cinsel politikanın hayatın her alanına yayıldığı, bireyin çocukluğundan beri maruz kaldığı gerçeği ortada. Üretim sistemlerinin değişmesi, ataerkilliğin toplumu ele geçirmesi ardından kadının toplumda değişen konumu ise içler acısı. Cehaleti neye göre belirliyorsunuz bilmiyorum ama sadece kendi gözlemlerime bile dayanarak, kendi duyduğum şeylere dayanarak bile 2014 yılında bile hala "kadını öldürmüşse vardır bir sebebi" diyen, "kadını dövdü ama kadın da hak etti" diyen (bunu bizzat son iş yerimde duydum. Bunu diyen bir kadındı üstelik. Bir kadının dövülmesine tanık olmuş ve "hak etti" diyerek abileriyle beraber oturup izlemişler kendi iş yerlerinde.) insanların varlığı bile cinsel politikanın günümüzdeki etkinliğinin bir kaç örneğinden biri diyebilirim. Bir insanın başka bir insana şiddet uygulamasını haklı göstermeye çalışan bir dünyada yaşıyoruz, bunu da okumuş dediğimiz insanlar, aydın dediğimiz insanlar, şehirli olmakla övünen fakat bomboş insanlar savunuyor ya, ne diyeyim...

Kate Millett'ın cinsel politikanın edebiyatta nasıl kurulduğuna verdiği bir kaç örnekle kitap başlıyor. Henry Miller'ın bir romanından alıntı yaparak başlayan bu bölümde erkek egemen ideolojinin, kadın üzerinde kurmaya çalıştığı mantıksız hakimiyetin cinsellik üzerinden sunularak Miller'ın eserinde nasıl yeniden oluşturulduğunu okura sunuyor. Bir insan olarak okurken bile yazarın kadına karşı olan medeniyetsiz bakış açısından rahatsız olmamak mümkün değil. Aynı şekilde Millett'ın yorumları ve çözümlemeleri de bu rahatsızlığı ortaya koyuyor; sebeplerini irdeliyor.

Cinsel politika kuramını okura sunan yazar, bu kuramın ideolojik, biyolojik, toplumsal, sınıfsal, ekonomik, eğitsel yönleriyle irdeliyor.  Romantik aşk kavramını kadın üzerinde denetim kurmaya çalışan erkek için bir araç olarak tanımlayan Millett aynı zamanda ataerkillik içinde yaratılan "kadın çatışmasına" da değiniyor. Bir kadını bir kadınla kıyaslamanın ve her ikisini birbirinin karşısına koymanın, erdemli kadın imajını kadın için sunmayla bağdaştırıyor. Keza bu erdem konusu da çok ilginç; bu erdemli kadın olma halini kadına dayatanın erkek egemen bir ideoloji olması ve nedense bu ideoloji içinde sizin benim aklımıza "erdem" diyince yine kadının gelmesi. Erdemli erkek, gibi bir imaj kafamızda oluşmuyor mesela. Kadınlar arasında yaratılmaya çalışılan bu karşıtlığı aynı zamanda güzellik ve yaş gibi iki kavramla daha destekliyor bu ideoloji. Dikkat etmişsinizdir; günümüzde bize dayatılan bir kadın imajı var; zayıf, fit, bakımlı, yaşını göstermeyen, belirli bir makyaj ve kıyafet tarzına uymazsa sanki dışlanacak gibi...  
Kadınların sistematik bir biçimde eğitimden uzaklaştırılması ve cahil bırakılmasını ataerkil düzene bağlayan yazar, kadınlara biçilen rollerin pasiflikten, annelikten, hizmetçilikten uzaklaşmadığını vurguluyor. Erkeğe atfedilen tüm "yaşayan" sıfatlar yanında kadına düşen ise denetim altında bir canlı olarak erkeğe hizmet etme sorumluluğu haricinde bir şey olmuyor.

Cinsel devrim ve karşı devrim konusunu ele alan yazar, Amerika'daki kadınların siyasal örgütlenmesini cinsel devrimin en önemli etkenlerinden biri olarak belirtiyor. Kadını inatla "yuvasına" kapatmayı amaçlayan sistemin sınırlarını zorlamaya başlayan ve çalışmaya hayatında yer alan kadınların sayısının artması, kendi hayatını kazanan ve evlenme, anne olma gibi dayatmalara bunları reddedebilen kadınların artması, bu devrimin içinde gerçekleşiyor.

Ruskin ve Mill'in metinleri içinde her iki ismin de farklı taraflardaki yorumlarını irdeleyen Millet, akıl almaz iddiaları ile Freud'a da metin içinde büyük yer veriyor. Kadını "aptal", "yetersiz" gören Freud'un fikirleri ise oldukça sıra dışı ve bu yüzden akıl dışı: Freud'a göre feministler, üniversiteye giden kadınlar ve nevrotikler aynıdır; hepsi eziklik duygusuyla kendilerini erkekleştirmeye çalışan akıl hastaları ve aptallardır. İşte herkesin övmelere doyamadığı Freud, bu yönünü bilmiyorsanız bir cümlede bile bir fikir edinebilirsiniz. Kadının var oluş çabasını tamamen "erkekten eksik olan organı"nın kıskançlığı ve ezikliğine bağlamak gibi akıl dışı bir yola baş koyan Freud'un kaç hastasının hayatını mahvettiğini düşünmek bile istemiyorum.

Bahsi geçen fikirler dolayısıyla Freud'un karşı devrimin bir unsuru olarak ele alındığı bölümün ardından ise yazar farklı yazarların farklı romanlarında (dört yazar, dört roman) kadın sunumunu inceliyor ve cinsel politika analizi yapıyor.  

Mükemmel bir eser, tekrar tekrar okunası. 

Hiç yorum yok: