Cinsel
politikanın hayatın her alanına yayıldığı, bireyin çocukluğundan beri maruz
kaldığı gerçeği ortada. Üretim sistemlerinin değişmesi, ataerkilliğin toplumu
ele geçirmesi ardından kadının toplumda değişen konumu ise içler acısı.
Cehaleti neye göre belirliyorsunuz bilmiyorum ama sadece kendi gözlemlerime
bile dayanarak, kendi duyduğum şeylere dayanarak bile 2014 yılında bile hala
"kadını öldürmüşse vardır bir sebebi" diyen, "kadını dövdü ama
kadın da hak etti" diyen (bunu bizzat son iş yerimde duydum. Bunu diyen
bir kadındı üstelik. Bir kadının dövülmesine tanık olmuş ve "hak
etti" diyerek abileriyle beraber oturup izlemişler kendi iş yerlerinde.)
insanların varlığı bile cinsel politikanın günümüzdeki etkinliğinin bir kaç
örneğinden biri diyebilirim. Bir insanın başka bir insana şiddet uygulamasını
haklı göstermeye çalışan bir dünyada yaşıyoruz, bunu da okumuş dediğimiz
insanlar, aydın dediğimiz insanlar, şehirli olmakla övünen fakat bomboş
insanlar savunuyor ya, ne diyeyim...
Kate
Millett'ın cinsel politikanın edebiyatta nasıl kurulduğuna verdiği bir kaç
örnekle kitap başlıyor. Henry Miller'ın bir romanından alıntı yaparak başlayan
bu bölümde erkek egemen ideolojinin, kadın üzerinde kurmaya çalıştığı mantıksız
hakimiyetin cinsellik üzerinden sunularak Miller'ın eserinde nasıl yeniden
oluşturulduğunu okura sunuyor. Bir insan olarak okurken bile yazarın kadına
karşı olan medeniyetsiz bakış açısından rahatsız olmamak mümkün değil. Aynı
şekilde Millett'ın yorumları ve çözümlemeleri de bu rahatsızlığı ortaya
koyuyor; sebeplerini irdeliyor.
Cinsel politika
kuramını okura sunan yazar, bu kuramın ideolojik, biyolojik, toplumsal,
sınıfsal, ekonomik, eğitsel yönleriyle irdeliyor. Romantik aşk kavramını kadın üzerinde denetim
kurmaya çalışan erkek için bir araç olarak tanımlayan Millett aynı zamanda
ataerkillik içinde yaratılan "kadın çatışmasına" da değiniyor. Bir
kadını bir kadınla kıyaslamanın ve her ikisini birbirinin karşısına koymanın,
erdemli kadın imajını kadın için sunmayla bağdaştırıyor. Keza bu erdem konusu
da çok ilginç; bu erdemli kadın olma halini kadına dayatanın erkek egemen bir
ideoloji olması ve nedense bu ideoloji içinde sizin benim aklımıza
"erdem" diyince yine kadının gelmesi. Erdemli erkek, gibi bir imaj
kafamızda oluşmuyor mesela. Kadınlar arasında yaratılmaya çalışılan bu
karşıtlığı aynı zamanda güzellik ve yaş gibi iki kavramla daha destekliyor bu
ideoloji. Dikkat etmişsinizdir; günümüzde bize dayatılan bir kadın imajı var;
zayıf, fit, bakımlı, yaşını göstermeyen, belirli bir makyaj ve kıyafet tarzına
uymazsa sanki dışlanacak gibi...
Kadınların
sistematik bir biçimde eğitimden uzaklaştırılması ve cahil bırakılmasını
ataerkil düzene bağlayan yazar, kadınlara biçilen rollerin pasiflikten,
annelikten, hizmetçilikten uzaklaşmadığını vurguluyor. Erkeğe atfedilen tüm
"yaşayan" sıfatlar yanında kadına düşen ise denetim altında bir canlı
olarak erkeğe hizmet etme sorumluluğu haricinde bir şey olmuyor.
Cinsel
devrim ve karşı devrim konusunu ele alan yazar, Amerika'daki kadınların siyasal
örgütlenmesini cinsel devrimin en önemli etkenlerinden biri olarak belirtiyor.
Kadını inatla "yuvasına" kapatmayı amaçlayan sistemin sınırlarını
zorlamaya başlayan ve çalışmaya hayatında yer alan kadınların sayısının
artması, kendi hayatını kazanan ve evlenme, anne olma gibi dayatmalara bunları
reddedebilen kadınların artması, bu devrimin içinde gerçekleşiyor.
Ruskin ve
Mill'in metinleri içinde her iki ismin de farklı taraflardaki yorumlarını
irdeleyen Millet, akıl almaz iddiaları ile Freud'a da metin içinde büyük yer
veriyor. Kadını "aptal", "yetersiz" gören Freud'un
fikirleri ise oldukça sıra dışı ve bu yüzden akıl dışı: Freud'a göre
feministler, üniversiteye giden kadınlar ve nevrotikler aynıdır; hepsi eziklik
duygusuyla kendilerini erkekleştirmeye çalışan akıl hastaları ve aptallardır.
İşte herkesin övmelere doyamadığı Freud, bu yönünü bilmiyorsanız bir cümlede
bile bir fikir edinebilirsiniz. Kadının var oluş çabasını tamamen
"erkekten eksik olan organı"nın kıskançlığı ve ezikliğine bağlamak
gibi akıl dışı bir yola baş koyan Freud'un kaç hastasının hayatını mahvettiğini
düşünmek bile istemiyorum.
Bahsi geçen
fikirler dolayısıyla Freud'un karşı devrimin bir unsuru olarak ele alındığı
bölümün ardından ise yazar farklı yazarların farklı romanlarında (dört yazar,
dört roman) kadın sunumunu inceliyor ve cinsel politika analizi yapıyor.
Mükemmel bir
eser, tekrar tekrar okunası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder