26 Aralık 2024 Perşembe

John Banville "The Drowned"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu, İskandinavya'ya pek uzak olmayan ama o kadar soğuk da olmayan, yine de soğuk olan bir diyarda: İrlanda'da.

John Banville'i ilk kez bu romanıyla okumuş olsam da, yazarın sanırım benim geç yaşıma kadar dikkat etmediğim ünü ve yazdığı eserleri hayli popüler. The Drowned da, uzun zamandır devam eden Quirke serisinin onuncu, Strafford serisinin ise ikinci kitabı. Karakterler, uzun zamandır beraber çalışmış farklı yaşlardaki iş arkadaşları olarak, seriye dahil oluşlarına göre ayrı serilere sahip oldukları gibi, çakışan romanlarda da böyle bir tablo sergiliyorlar sanırım.

Banville'in the Snow adlı romanını da okudum. The Drowned'da olduğu gibi, kendine özgü kasvetli, hüzünlü ve sakin bir yapısı olmasına karşılık kazandığı popülerliğin hakkını veren polisiyeler yazdığını düşünüyorum.

Dedektif Strafford, biten evlililiğinin resmi olarak henüz bitmediği gerilimli bir durumdayken, adli tıpçı Qurike'in genç kızıyla kendisini bir ilişki içinde bulur. Romanda bu ilişki, hikaye boyunca iniş çıkışlar ve iç hesaplaşmalarla karşımızda.

Öte yandan romanın başında, romandaki asıl konu karşımıza çıkarak bizi karşılıyor: Bir akademisyen ve karısı taşrada araçlarında kavgaya tutuşur, kadın ücra bir yerde kenara çeker ve koşarak uzaklaşır. Adam karısını bulamaz, aramaları sonuç vermediğinde kadının uçurumdan düşerek ölmüş olabileceğini düşünür. Bu aramalar, resmi yetkililere ulaşabilmek adına bir telefon bulmak umuduyla yakınlardaki bir eve uğradığı sırada garip bir durumla iç içe geçer. Tesadüfen girdiği evde, orada, kiralık evlerinde dinlenmek için henüz gelmiş çift ile karşılaştığında, ortada beklenmedik sahneler yaşanır. 

Ev sahipleri ve adam birbirlerini tanıyor mudur?

Strafford, kayıp kadın soruşturmasına dahil olup ilgili kimseleri sorgulamaya giriştiğinde, akademisyenin daha önceki bir soruşturmada da karşısına çıkan isimlerden biri olduğunu hatırlar. 

Olayların ne kadarı tesadüftür?

Kadın nereye gitmiştir?

Ailenin sakladığı bir şey mi vardır?

Strafford, efkarlı bir dedektif olarak klişe gibi görünse de nedense çok sevdim. Wallander-vari bir bahtsızlıkla örülü, yaşadığı coğrafyanın iklimine benzer ruh haliyle çok yakın geldi bana. 

Seriyi sevdim, yazarı sevdim, büyüleyici olmasa da polisiye kurgusunu sevdim. Karanlık, kötücül, sinsi, nefret dolu karakterleri olsa da, polisiye içinde vahşi bir cinayet olsa da, sükunetine karışmış hüznüyle okurla sanki anlatamadığı bir derdini paylaşan karakterleri seviyorum.

Tavsiye ederim.

Jørn Lier Horst "The Hunting Dogs"

Kareler ve sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu, Norveç'ten bir polisiye ile, daha önce de blog'da yer verdiğim, sanırım Closed for Winter adlı romanı hakkında yorumlarımı paylaştığım J. Lier Horst'un William Wisting serisinin sekizinci kitabıyla devam ediyor: The Hunting Dogs.

Gerçekten de adı gibi, avının izini süren bir roman. Ancak Wisting serisinde bence romanlar sürekli aynı tempoda ilerlemiyor. Wisting aynı zamanda tv uyarlamasına da sahip, onu da hiç izlememe sebebim bu. Benim için eksik bir yanı kalıyor kurgunun ve olayın hep. Bu romanda da aynısı oldu. Ama yine de ilerleyen zamanda seriden başka bir kitabı okur muyum, okurum.

Yıllar önce hapse yanlışlıkla yanlış bir katili attığı şüphesiyle görevden kısa süreli uzaklaştırılan Wisting, bir yandan gerçek katili bulmak bir yandan da geçmişteki hataları ortaya çıkararak, neden hatalı bir karar verilmiş olabileceğini bulmak zorundadır. Bu süreçte ona gazeteci kızı da yardım eder. Babasının itibarını kurtarmak için babasına yardımcı olan kızı da, kendi başına ayrı bir hattan bir soruşturma yürütür.

Geçmişte suçu örtbas edilen bir katili korumak adına mı yanlış kişi tutuklanmıştır? Korunmaya çalışılan biri mi vardır yoksa polis, kendi itibarını korumak için zoraki delillerle bir katil mi uydurmuştur?

Bu sırada, geçmişteki kayıp vakalarına benzer bir kayıp vakası ortaya çıkar.

Katil yeniden harekete mi geçmiştir, sırada benzer sonuçla bitecek bir kayıp vakası mı vardır? Yoksa hepsi bir tesadüf müdür?

Wisting, uzaklaştırıldığı kurum içinde bir çürük elma olabileceği şüphesiyle kendini aklayacak delilleri bulmaya girişir, aynı zamanda yeni kayıp vakasına da odaklanır.

Bence romanın ilk yarısı hayli hızlı akıyor, öte yandan bitmesine yakın nedense uzatılmış gibi hissettirdi. Söylediklerimle çelişkili gibi gelecek kulağa ama, bir yandan da romanın sonu kestirip atılmış gibi bir yüzeyselliğe sahip. Bana mı öyle geldi, yazarın tarzına mı alışamıyorum bilmiyorum. İnatla da okumaya devam ediyorum ama, o ayrı.

Bence İskandinav polisiyesi okumak isteyenler için yine de tavsiye edilecek bir yazar, o ayrı.

Seichō Matsumoto "Inspector Imanishi Investigates"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu, daha ılıman fakat yağış ve soğuk konusunda bonkör davranabilen bir coğrafyadan, güzel bir polisiye örneği ile devam ediyor. Matsumoto ile tanışmamı sağlayan, dedektif Imanishi'nin araştırdığı bir cinayet soruşturması şimdiki konuğumuz. Aslında tam da şimdiki değil, zira bu romanı aylar önce okudum.

1960'ların Tokyo'su, tren rayları üzerinde bulunan kimliği belirsiz bir ceset. Soruşturmada görevlendirilen Imanishi, bir yandan Japonya'nın farklı şehirlerinde bizi geniş bir zamana yayılan soruşturmasının parçası yaparken, diğer yandan da savaş sonrası Japonya'nın kültürel değişim ve yeniden inşa sürecine tanıklık etmemizi sağlıyor.

Japon korku ve polisiye türlerinde bu yıl kitaplar okuma şansım oldu, biri de şu anda okumakta olduğum bir kitap hatta. Türde kendine has bir yapı olduğunu düşünüyorum, bunu da Japon toplumunun yapısal özelliklerine bağlıyorum.

Dedektif Imanishi'nin izini sürdüğü cinayet, neredeyse bir bilinmeze dönüşerek okurken belki de hiçbir yere varamayacak bir polisiye romanı izlenimi veriyor bazen. Öte yandan bazı ipuçlarının dedektifin karşısına mucizevi biçimde çıktığını düşündüğüm de oldu. Bunu biraz kurgudaki sorunlar olarak görüyorum. Bu kadar üst üste yaşanan tesadüflerin, soruşturmadaki kritik noktaları aydınlatabilecek güçte olması bana gerçeküstü geliyor. Romanın gerçeküstü bir yapısı olmadığı için de bence biraz zorlama bulduğum bu aydınlanma halleri ve ipuçları, romanın kendi adıma eksisi olarak değerlendirdiğim yönünü oluşturdu.

Her kritik isim, bir şekilde Imanishi'nin aylar süren soruşturması içinde karşısına çıkıyor ya da birbirine bağlantılı bir yapıda karşısında beliriveriyor. 

Romanda saklanmaya çalışılanın ne olduğu, kimliği belirsiz adamın neden öldürüldüğü, katilin nerede olduğu sürekli merakta kalmanızı sağlıyor. 

Bir de katilin aslında sayfalar içinde, ayrı bölümler olarak ismini cismini çok da alenileştirmeden karşımıza çıktığı bölümler var, birden fazla ilişki içinde katille de roman boyunca yolumuz kesişiyor.

Anlatımındaki bir güzellik olarak roman, mekansal tasvirleri öyle başarıyla yapıyor ve baş karakterin hayatının parçası olarak duygusal ve düşünsel bir uyumla okura sunuyor ki, gözümün önünde tüm cinayet ve kaosa rağmen huzur veren doğa manzaraları, sükunet içinde kalma gayretinde ve sıkı çalışan şehirli hayatı belirdi. 

Kusur saydığım noktalarına rağmen beğenerek okuduğum bir roman oldu. Yazarın diğer romanları da okunacaklar listemde.