18 Mart 2021 Perşembe

Arnaldur Indridason "The Shadow District"

Kareler ve Sayfalar Soğuk Diyar Polisiyesi (özel) Turu tüm hızıyla devam ederken siz bu turu yavaş ya da hareketsiz sanmış olabilirsiniz ama elbette yanıldınız. Bir başka Arnaldur Indridason romanı görmek sizi kesinlikle yeni bir şey ile karşılaşmadan ilerlediğimi düşündürtmüş olabilir ama hayır, oldukça yenilikçi bir adım attım ve... Bu seri Erlendur serisi değil. İşte yenilikçilik. Yazılım öğrenin. İnovasyon inovasyon inovasyon. Arnaldur Indridason'un Reykjavik Wartime Mystery serisinin ilk kitabı The Shadow District ile hızla devam ediyor kareler ve sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu. 

Erlendur serisini bu hafta itibariyle bitirdim. Okuduğum son kitabı hakkında yazıyı da üşenmezsem bu hafta yazarım. The Shadow District'i daha önce okumuştum gerçi ama ancak şimdi hakkında yazabilecek zamanı buldum. İzlanda'daki Amerikan varlığının soğuk savaş dönemindeki bir tablosu Indridason'un hemen her romanında vardı. Erlendur serisinin kurgu itibariyle şimdiki zamandaki bir cinayet/kayıp vakasına ek olarak bir de çözümsüz kalmış eski bir dosyayı içererek ilerlemesi yüzünden bu durumu yazar hep aktarmıştı. Bu durum neydi; geleneksel karşısında Batı. Geçmişiyle olan ilişkisi nedeniyle İzlanda'nın kültüründen doğasına, aslında tüm İzlanda'nın kendisine has yapısıyla arasında sıkı bir bağ olan Erlendur'u okuduk hep. Eskiye özlemle karışmış eskiyle yaşama hali. Can acıtan hikayesiyle gördük bu durumu hep. O yüzden Amerika'nın İzlanda'daki varlığının karşısında duran, tüm kültürel yozlaşma noktalarında geçmişi (aslında İzlanda'yı) temsil eden dedektif Erlendur'u okuduk. Şimdi, Reykjavik Wartime Murder serisi ile anladığım kadarıyla şimdiki zamandan tamamen kopup, soğuk savaş dönemine dönüyoruz. Artık bahsedilecek bir geçmişin gölgesi varsa, tahmini 1900'lerin başına gelecek.

İzlandalı bir dedektif Flovent ve Amerikan askeri polisini temsil eden Thorson başkarakterler. Vakanın askeriye ile bağlantısı olduğundan, Thorson da temsilen var ancak galiba üç kitaplık serinin üç kitabında da iki karakter birlikte.

İkinci Dünya Savaşı'nın son zamanlarında Reykjavik'te genç bir kadının cesedi bulunuyor. Cesedi bulanlar ise toplumun ve ailesinin aslında onaylamadığı "amerikan askerlerinden biriyle" gizlice buluşan kız ve asker olan erkek arkadaşı. Yazarın ilk değindiği konu, amerikan varlığının geleneksel yapı karşısındaki yozlaştırıcı etkisi. İkili ilişkilerde, tüketim alışkanlıklarında değişimi yaratan bu "şey" ile tanışıyoruz. Dediğim gibi bu sık sık Erlendur serisinde de vardı ancak yazarın hikayenin geçtiği zaman dilimini değiştirmesi konuyu daha yakından işlemesine imkan vermiş. 

Indridason'un romanlarında sanırım sürekli göreceğim; bu romanda da geçmişin gölgesi var. Geçmişten bir mesele, bir gizem, bir vaka yine var. Bir bilinmez yine var. 

İzlanda ve Amerika arasında uyumlu bir çalışma diyebileceğimiz Flovent ve Thorson'un beraber çalışması da şaşırtıcı küçük detaylarla hikayede var. Ben bu ikiliyi çok sevdim bu arada Erlendur'un hüznünü ikiye bölüp iki ayrı karaktere yedirdiğini düşünün, işte bu ikisi o iki karakter olur. Hüznün her birinde başka bir noktaya ağırlığını verdiğini düşünüyorum bir de. Yazarı gerçekten gittikçe daha çok seviyorum. 

Ama hala bir Wallander değil kimse, çünkü bu imkansızdır. 

Devam edeyim. Soğuk diyar polisiyesi dediğim his bu romanda var aslında çünkü Flovent ve Thorson'daki hüzün kadar dönemin savaşılan bir dönem, cinayetin ardındaki hikayelerin peşinde ilerlediklerinde sürekli yeni bir çatışma var. 

Cinayeti kimin işlediğinin peşinde, yıllara yayılmış bir hikayenin yavaş yavaş gün yüzüne çıkmasıyla, İzlanda'nın halk anlatılarıyla, hiçbir zaman değişmeyeceği belli olan vicdansızlıkla örülü, beni kendine çektiği için ikinci kitabına da başlamış bulunduğum bir soğuk diyar polisiyesi serisinin ilk kitabı. Tavsiyedir.

Hiç yorum yok: