Jason Lutes’in Berlin “Taş Şehir”i, Cinayet
Sırları’ndan (Neil Gaiman – Craig P. Russell) sonra okuduğum ikinci çizgi
roman. Oldukça uzun bir aranın ardından çizgi roman okudum kısacası. Ve öyle
beğendim ki, ikinci cildi Duman Şehir’i de haftasonu alıp okumaya başlayacağım.
Seri hakkında ve çizeri hakkında kısaca bir kaç bilgi
vermek istiyorum; bu seri bildiğim kadarıyla toplam üç cilt ancak dilimize
çevrilenler sadece ilk ikisi. Onları da Marmara Çizgi etiketiyle bulmanız
mümkün. (Ben Beşiktaş’taki Arkabahçe’den aldım.)
Jason Lutes ise 1967 doğumlu, Amerikalı bir çizer.
Genel olarak tarihi çizgi romanlar yaratsa da, klasik tarzda da eserleri
mevcutmuş. –muş diyorum zira benim kendisi hakkındaki bilgim okuduğum tek
kitaptan ibaret, bildiğiniz gibi.
Berlin “Taş Şehir”e dönecek olursak.
Hikayemiz, 1928’in eylül ayında, Berlin’e sanat
okumaya giden Martha Müller ve gazeteci Kurt Severing’in trende karşılaşmaları
ile başlıyor. Fakat bu başlangıç, karakterlerin sayısı karşısında sizi bir
önyargıya kaptırmasın: Her ne kadar ana eksende bu iki karakteri görsek de
aslında hikaye boyunca bir çok farklı kesimden karakterin hayatlarına
odaklanıyor, bölüm bölüm Berlin’de olan biteni her bir kesimin gözünden
görebiliyoruz. Karakterlerin çeşitliliği bence dönemi yansıtması ve gelecek
olan günlerin/karanlığın resmedilmesi bakımından mükemmel bir seçim olmuş zira
olayların başladığı dönem olan, Almanya’nın Weimar Cumhuriyeti dönemine bir
çizgi romanda ışık tutmak daha şık olamazdı (diye düşünmekteyim.)
Burda küçük bir parantez açtığımı varsayın; kitabın
konusundan daha önce haberdardım ve beni almaya iten kesinlikle Alman tarihi
içermesiydi. Sizi bilemem ama özellikle ilgimi çeken Nazi Almanyası öncesini
kapsayan bu dönem de ilgimi çekmekte. Vurgulayarak belirtmemin sebebi ise bu
döneme ya da Alman tarihine bir ilgisi olmayan, özellikle de çizgi romandan haz
etmeyen bir okur için belki de zor okunacak bir eser olabilir. Ya da tam
aksine, ilgisiz ancak şu yazıdan sonra merak duymaya başlayan biri için de
–elbette – doğru seçim olacağı kanaatindeyim.
Devam edelim.
Alman Nasyonel Sosyalist Partisi’nin yükselmeye
başlayacağı dönemin sokaktaki yansımalarını, gruplaşmaya başlayan halk, bir Yahudi ailesinin içinde olduğu durumu,
bir sanat öğrencisinin almaya başladığı eğitimi sorgulaması, bir polisin
görevleri ve fikirleri/vicdanı arasında kalması, bir gazeteciden gazeteci
gözüyle olan bitenleri yorumlaması Berlin “Taş Şehir”in iskeletini oluşturuyor.
Dediğim gibi, baş karakterler olarak öne çıkan isimlerin haricinde her bir
bölümde karşınıza çıkan hikayeler ile dönemin toplum yapısının içindeki acıyı,
nefreti, inancı an be an izleyebiliyorsunuz.
Finale doğru yaklaşan 1 Mayıs’ın ( kitapta 1 Mayıs
1929’u gösteriyor tarihler finale geldiğimizde) farklı gruplar ve polis
üzerinde oluşturduğu etkinin karelere yansıyan her bir kesimi, bana nedense pek
uzak gelmedi. Yakın, hem de pencereden içeri dolan mesela bir biber gazı kadar
yakın geldi. Şiddet kullanımı üzerine vicdan muhasebesi yapan bir polisin,
komünist bir kadının, Heil Hitler diye sokaklarda bağıran onlarca insanın
içinde oldukları gerginlik… Ve 1 Mayıs.
Okurken siz de Kasım Devrimi’ni, Rose Luxemburg’u,
Alman Cumhuriyeti’nin kurulmasını anacak, Hitler’in iktidara gelişi ise yerle
bir olacak olan bir ülkenin içinde bulunduğu karanlığı yaşayacak, karakterlerin
içine düşeceği muhtemel siyasi durumları biliyor olmanın kimi zaman üzüntüsünü
yaşayacaksınız.
Okumanızı kesinlikle tavsiye edeceğim, her ne kadar
her şey çizerin hayal ürünüdür denilse de tamamen tarihle dolu bir çizgi romanı
okuyor olacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder