"Emptiness and boredom: What an understatement. What I felt was complete desolation. Desolation, despair and depression."
Girl, Interrupted’I okumaya Okuyan Kedi’nin blog’unda kitap hakkındaki yazısını gördüğümde karar verdim. Öyle bir zamanlama ile ve öyle güzel yazmış ki, yazıyı okumayı bitirdikten kısa bir süre sonra kitabı okumaya başlamıştım bile.
Girl, Interrupted’I okumaya Okuyan Kedi’nin blog’unda kitap hakkındaki yazısını gördüğümde karar verdim. Öyle bir zamanlama ile ve öyle güzel yazmış ki, yazıyı okumayı bitirdikten kısa bir süre sonra kitabı okumaya başlamıştım bile.
Otobiyografik bir kitap olan Girl, Interrupted, yazarı
Susanna Kaysen’in intihara teşebbüsü ardından yatırıldığı hastanede geçen
sürecin anlatıldığı bir roman. On yedi yaşında iken yatırıldığı hasteneden
neredeyse on dokuzunda çıkan yazar, kendisine konan teşhis ve hastalığına/kendisine
dair detaylara ise sürecin sonunda ulaşıyor. Borderline Personality Disorder,
yani ülkemizde sıkça bir çok (tabirimi bağışlayın lütfen ama) gerizekalının
birbirine hakaret etmek amacıyla, “cool”(!) bir kelime olduğunu düşünerek yeri
geldiğinde hiç bir dayanağı olmadan kendisini tanımlamak için kullandığı bu
hastalıktan muzdarip genç bir kız olan Susanna’nın, içinde olduğu hastalıkla
cebelleşme sürecinin yanı sıra hastanede yatan diğer insanların ve genellikle
kendi çevresini oluşturan kızların ruhsal durumu ve aralarındaki arkadaşlık
romana yansıyanlar.
Kitabı okumanızı, akıl hastalıklarını daha yakından
tanımaya, hastanın neler çektiğini anlamaya karşı bir merağınız varsa bunu bir
nebze de olsa öğrenebilmek için okumanızı tavsiye ederim. Zira ülkemizde BPD,
yani sınırda kişilik bozukluğu gibi, insanın hayatının mahveden bir hastalık
bile hakaret ya da laf olsun torba dolsun amacıyla kullanılabilirken, insanlar
birbirine şizofren diye sözde hakaret etme amacıyla seslenirken insanların bu
dalga geçtikleri kelimelerin bizzat içinde yaşamanın ne demek olduğunu
bilmezken, BPD çerçevesinde ya da kitaptaki kızlardan birinin rahatsızlığı olan
sosyopatlığın ne olduğunu bilmezken, kitap size aynı zamanda bir kaynak olma
görevi de görebilir – bir tür.
Genellikle kişilik bozuklukları arasında en popular
olanlar ve (evet benim sinirimi bozan o) bir yığın insanın ağzında sakız
olanlar genellikle borderline olsa da etrafınızda onca bipolar olduğundan,
kendisini yaşama adapte etme sürecinde olan bir çok dissosiyatif bozukluk
hastası olan insan olduğundan bence emin olabilirsiniz. Kitapta belirtildiği
gibi, BPD’nin, özellikle içinde yaşayan için ne kadar zor bir şey olduğunu
düşünmenizi istiyorum. Sonsuz bir terkedilme korkusu ve mutsuzluk içinde, sürekli sanrılar görüp, gerçekle kurguyu, beyninizin size oynadığı bir oyunla saf gerçeği karıştırmanın, kendinize zarar vermenin, yaşıyor hissedebilmek adına kendinizi kesmenin ne
demek olduğunu (kitapta bunu hap içerek intihar etmeye çalışan yazar üzerinden
görebiliyorsunuz) lütfen düşünün. Benim kelimelerim ya da Wikipedia’da yazanlar
muhtemelen buzdağının görünen kısmı olacaktır ama en azından çevrenizde
birbirine borderline diye hakaret eden insanlar gördüğünde bir nebze içinizde
bir şeyler sizin de sızlasın, siz de BPD’nin farkında olun istiyorum. Lafı bu
kadar uzatmamın ve evirip çevirmemin sebebi de budur.
İnsanlar akıl hastnesinde tedavi görmenin havalı bir
şey olduğunu, bir süre oraya yatıp kafa dinlemenin bile güzel bir şey olduğunu
sanabilir ancak gerçek bir hasta için, hayata tutunmaya çalışan bir hasta için
ne kadar ağır bir karar, hatta zorunluluk olduğunu düşünsenize. Plastik
çatallarla yemek yemenin nasıl bir duygu olduğunu, etraftaki herkesin sizin “normal”(!)
olmadığınızdan emin olduğu halde size “normalmişsiniz” gibi davranmaya
çalışmasının duygularınızı nasıl etkileyeceğini düşünün. Bunun “cool” bir
tarafı yok. Bu apaçık ve acı bir gerçektir. 20 yaşında akıl hastanesine
yatırılmanın nasıl bir duygu olabileceğini düşünün.
Kitapta da vardı; bazen siz de “iyi” ve “normal” rolü
yapar, hatta bunu “yutturabilirsiniz.” Saklamaya çalışabilirsiniz. Ama illa ki
patlak verir ve bir süre sonra aslında kimsenin o “normal” imajınızın altındaki
gerçekten aslında hiç uzaklaşmadığını görürsünüz. Doktorlar genelde numaraları
yemez.
Düşünün. Etrafınızda bangır bangır gerçeği bağırmayan
onca kişilik bozukluğu hastası ya da şizofren olduğundan çok eminim. Bu
insanların neler yaşadıklarına bir nebze yakınlaşın, internet gibi bir kaynak
elinizin altında, kurcalayın, bakın bence. Ama sonra “ay bende şu hastalık var,
evet şu belirti bende de var” demeyin. Muhtemelen değildir zira bir
hastalığınız varsa siz zaten tek başınıza bunun altından kalkamamış ve zaten
çoktan bir tedaviye başlamışsınızdır. Yani kendinizde hastalık belirtisi
aramadan, yalnızca bir gerçeği keşfetmeye çıkın, bence.
Genelde yaşayan ve doktordan başka kimse anlamaz.
Kimse farkında olmaz. Herkes için geçiştirilecek bir mevzu ya da “şımarıklık”
hastalığı olarak tanımlanabilir. İçtiğiniz onca ilaç başkaları için
antidepresan gibi görünebilir ama elbette, bu tedavilerde antidepresan
kullanılıyor olsa bile içtikleriniz oldukça ağır ilaçlardır. Yani “zengin ve
şımarık kız” hastalığı çekmiyorsunuzdur aslında!
Yazı kitap yazısı olmaktan çıktı, farkındayım.
"Was insanity just a matter of dropping the act?"
"Was insanity just a matter of dropping the act?"
Not: Ekleme, çıkarmalar yapabilirim yazıda. Umarım
okurken duygularımı kimseyi kırmadan ya da kimseye yüklenmeden
anlatabilmişimdir.
2 yorum:
Bence gayet güzel dile getirmişsiniz. "Allah bunu da böyle yaratmış" söyleminin olduğu bir ülkede akli hastalıkları olanların aşağılanması, bu hastalıkların esprilerde veya hakaret olarak kullanılması cidden üzücü. Gerçi yakın zamanda da otistiklere allahsız diyen bir devletimiz var ama o konulara girmeyeyim şimdi...
Bu kitabın filmi de sevdiğim filmler arasında.
Of, otizm hastalarının çektiği apayrı bir dert. Neler neler. Anlayışsızlık mı, umursamazlık mı, cahillik mi... İnsanlar anlamıyorsa da en azından "susmayı" başarabilse keşke.
Teşekkürler yorum için ayrıca.
Yorum Gönder