TADI
SATIRLARIN ÖTESİNE GEÇEN BİR ZOMBİ HİKAYESİ
Zombi
hikayeleri denilince aklıma ilk gelen isim George A. Romero'dur. Üstadın yeri
geldiğinde insanı zombilerle empati yaptıracak kadar güçlü anlatımı ve insanın
ebedi yalnızlığına göndermeler yüklediği klasikleşen tarzı, zombi hikayelerine
karşı şu an sahip olduğum ilgiyi edinmemde temel oluşturan şeylerden birisidir.
Bu temel üzerinde yeri geldiğinde beyaz ekranda, yeri geldiğinde - sıklıkla
beyaz perdede ya da yazın alanında karşıma çıkan eserler ile de bir zombi
kültürüne olan ilgim gittikçe artmakta. Ancak bunun yalnızca bana has bir
özellik olduğunu düşünmüyorum.
İnsanın
"insanlıktan çıkması" üzerine hikayelere neredeyse açlık içinde bir
dünya toplumuyuz. Vampire dönüşenler, zombiye dönüşenler, kurt adama dönüşenler
hemen her mecrada sanat severlerin karşısına çıkıyor. Güçlü prodüksiyonlarla
sunulan film ya da diziler ile aradaki bağ sağlamlaştırılırken, hikayelerin
kitaplara yansıması ile doğan bu kültürün her yönden beslenmesini destekliyor. Ölümsüzlüğün
ihtiyacının yanında olabilecek tüm
felaketleri insanoğlunun yaşamasını görmeyi istiyoruz. Gündelik hayatın
sıkıcılığı içinde, yaşama tutunmak için olmadık şeyler peşindeyiz ve zombiler,
uzaylılar açlığımızı gideriyor. Bize "farklı" bir şey sunuyor.
Bilmediğimiz, içinde yaşarsak heyecan dolu bir kitabın satırlarında koşacağımız
bir gerçeklik sunuyor.
KONTROLDEN
ÇIKAN BİR İCAT
Kasım
2012'de dilimize kazandırılmış olan Kemik Titreten, Cherie Priest'in uzun
zamandır okunmayı bekleyenler listemde yer alan bir kitaptı. Karakedi Yayınları
tarafından, yayınladıkları diğer kitaplardan bir hayli farklı bir çizgiye sahip
olan Kemik Titreten'i okumakta bu denli geç kalmamı ise büyük bir kayıp olarak
görüyorum.
Kitabın
arka kapağında, kitabı en doğru şekilde özetleyen bir yorum yer almakta. Mike
Mignola'nın bu yorumunda kitabın Jules Verne ve George Romero'nun kafa kafaya
vermesi sonucu oluşmuş bir eser tadında olduğu yazıyor. Kesinlikle katıldığım
bir cümle olduğu için paylaşmadan edemedim. Eğer Romero'ya ilginiz varsa ve
hemen herkes kadar bir Jules Verne okumuşluğunuz varsa, Kemik Titreten'i
okurken bu iki ismi anmadan geçemeyeceksiniz.
Hikayemize
dönersek: Kemik Titreten, Doktor Blue'nun buzu kırarak yer altındaki altınlara
ulaşmayı sağlamak amacıyla yaptığı bir icat. Ancak kontrolünü kaybeden bu
makine ile bir gün, 1900'lerin başlarında, Seattle kenti alt üst olur. Kentin
altının üstüne gelmesi elbette yalnız bir deprem etkisi yaratmaz. Yıkımın
haricinde yeraltından çıkan gazın da şehre daha büyük bir yıkım getirir; gaza
maruz kalan insanlar "dönüşür", yani gazı soluyan herkes zombiye
döner. Gazdan kaçabilenler ise şehrin etrafına bir duvar örer ve gazın şehre
sızmasını engellemeye çalışır. Yıllar içinde yalıtılmış bir bölgeye çevrilen bu
alanın dışında kalan ise tehlike ve bilinmezliktir; zombiler, tehlikeli
gruplar, gazla ve zombilerle yaşamaya alışmış azınlıklar, gazdan elde edilen
uyuşturucu ticaretini yapanlar duvarın öte yanında kalmıştır.
Kemik
Titreten'in devamı ise felaketten 16 yıl sonra, Doktor Blue'nun eşi ve oğlunun
hikayesi ile başlıyor. Oğul Ezekiel'in Hiç tanımadığı babasının anısını temize
çıkarmak ve ortaya çıkan felaketteki rolünü/suçunu/suçsuzluğunu anlamak ve
insanlara bunu kanıtlamak için duvarın öte tarafına gitmeye karar vermesiyle
gelişen olaylar karşımıza çıkıyor. (Zira vaktinden önce test edilmesi için
Ruslar'dan bir emir geldiği yönünde bir ipucu bulunursa, felaketi doğuran
kararı babasının vermediği ortaya çıkacaktır). Annesi Briar ise aralarında
büyük bir iletişim sorunu olan oğlunun peşinden, duvarların ötesine, tüm
macera, tehlike ve bilinmezliğin kendilerini beklediği yere doğru yola
koyuluyor.
Girişte
belirttiğim üzere, Romero ile temellendirdiğim zombi kültürüm Kemik Titreten
gibi bir kitabı bağrına basacak şekilde. Sürekli oradan buradan saldıran
zombiler yerine, hikayede "dozu iyi ayarlanmış" şekilde karşımıza
çıkan zombiler var. Bu da beni kitaba bağlayan şeylerden biriydi.
Tüm
bu zombi hikayesinin yanında, buharlı makinelerin hikaye içindeki payı,
gözünüzde canlandırdığınız karakterler ve dış görünüşleri, şehrin ve sistemin
genel işleyişi, ulaşım vs gibi detaylarla karşınıza çıkan steampunk bir evren
de sunuyor Kemik Titreten.
Zombi
hikayelerine olan ilginiz ya da sevdiğiniz tarz doğrultusunda bir okuma keyfi
yaşatacak bir kitap Kemik Titreten. Anne - oğul arasındaki iletişimsizliğin,
geçmişin gölgesinde ve neredeyse suçluluğu içinde geçen bir hikayenin
işlenmesi, yıkılan bir dünya devi gücün, Amerika'nın duvarlar ardında gazdan
saklanarak yaşayacak kadar acizleşmesi ve bunun ezeli rakipleri, Amerika'nın
klasikleşen Rusya paranoyalarına değinecek şekilde Rusya elinden çıkma
ihtimalinin varlığı hikayenin zombi sınırları dışında da anlatacakları
arasında. Yaratılan karakterlerin okuyucuyla doğrudan bir sıcaklık kuracak
kadar içten yazılması, her birine atfedilen farklılaştırıcı özellikler ve
gereksiz karakter kullanımından kaçınan yazarın başarısı ile Kemik Titreten,
geç kalınmadan okunması gerekenler arasında yerine alıyor.
İyi
okumalar.
1 yorum:
kitabın kapağı ne kadar da hoş ya. bu kapaklar beni çok etkiler. ya böyle şaşalı olucak ya da aşırı sade :)
Yorum Gönder