DÜNYANIN
SONUNDAN BİR KARE
Geçtiğimiz
haftalarda post apokaliptik romanların okuyucuyu kendisine çekme sebepleri
üzerine biraz fikir yürütmüştük. Dünyanın bildiğimiz anlamda sonunun gelmesi ve
alışılmadık bir düzen içinde yaşama adapte olmaya çalışan insanlığın
hikayelerinin, ne denli cezbedici şekillerde okuyucuya sunulduğuna değinmiştik.
Dünya
yaşanmaz bir yer haline geldiğinde, hayatta kalan son insanların çıkış yolları
neler olabilir? Zehirli bir gazın tüm dünyayı sardığı, büyük devletlerin
yıkıldığı, alışılan ve güvenilen tüm gerçekliklerin yerle bir olduğu dünyada,
hayatta kalmayı başarmak için insanoğlu neler deneyecek, neleri göze
alabilecektir?Hayatın devamlılığı için gereken kaynakları temin etmek için
nasıl bir çözüm üretecektir? En ilginci de, bilinen ve alışılan dünyanın özlemini,
yaşamın merak edilen "geri kalan kısmı" ve "geçmişi" ile
ilgi soruların oluşmasını nasıl önleyecektir?
Zira
merak, cevap aramayı gerektirir ve saklı şeyleri uzun süre gözden uzakta tutmak
merakı öldürmekten ziyade, daha da güçlendirecektir. Ulaşılmaya çalışılan
cevaplardan her bir denemesinde ayrı düşen insanoğlunun sonunda yapacağı şey
ise oldukça açıktır: Kendisinden saklanan her şeye ulaşabilmek ve içinden gelen
merak arzusunu bastırabilmek için isyan edecektir.
İsyanın
tarihi üzerine eminim çok şey söylenebilir. Hemen herkesin hayatında bir
şeylere isyan ettiği, geçmişi kurcaladığı ve cevap ararken sert kayalara
çarptığı dönemler olmuştur. Ancak bunu devlet yönetimi genelinde ele alırsak,
manipüle edilen bir tarihin içinde yaşarken, kitaplarda sunulan ezberci tarihi
ilk örnek olarak göstermek mümkün olacaktır. İktidarın istediği biçimde sunulan
tarihi gerçekler, karşımıza ya susmayı ve merak etmeden yaşamayı ya da
kurcalamayı daha fazla sorunun karşılığını aramayı gerektirecektir. Bunu kendi
çapında yapan bir insanın saf gerçeğe ulaşmaktaki çabası ve maruz kaldığı
şeyler bir yana, genelle birlikte bu araştırmasını ve gerçeği herkese
ulaştırmaya çalıştığı anda başına gelenleri, en azından kendi yakın dönem
siyasi tarihimizden örnekleyebiliriz diye düşünmekteyim.
Sebep
ve sonuç ilişkisi sorgulandıkça bir insanın aydınlanma yaşaması kimsenin işine
gelmez. Saklı gerçekleri ortaya çıkarmaya yönelik en ufak bir arzunun yok
edilmesi gerekir ve bu çoğu zaman ibret olması için toplum önünde yapılabilir.
Bunu yapmak için ille de bir insanı şehir merkezinde asmaya gerek yok; onlarca
hapishaneyi suçsuz insanlarla doldurmak da buna bir örnek olarak
gösterilebilir.
YERALTINDA
BİR DÜNYA
Hugh
Howey'nin sürükleyiciliğin sınırlarını zorlayan romanı Silo'da bizleri dünyanın
zehirli gazlar etkisinde kalmasının ardından, yer altında oluşturulmuş bir
siloda yaşamakta olan bir toplum karşılıyor. Yüzeyden ve geçmişlerinden uzak
tutulan bu toplumun, kendi kuralları ve yaşam şekilleri içinde "dışarıyı
merak etmek" başlı başına bir tabu ve bunu dile getirmek ise
"temizlik" cezası gerektiriyor. Temizlik cezası ise, yalnız yüzeye en
yakın kattaki ekrana dışarıdaki görüntüyü yansıtan kameranın, silo dışına
çıkarak temizlenmesi. Yani temizlik süresince yetecek oksijen sağlayan bir
kıyafet içinde yüzeye çıkmak, kamera yüzeyini temizlemek ve ardından oksijenin
bitmesiyle beraber sonun gelmesi. Yani ölmek. Yani dışarıyı merak etmenin sonu
ölüm.
Silo
içinde yaşayan insanlar, karşımıza kendi dünyalarında yaşamaya uyum sağlamış,
tabuları asla didiklemeyen ve geçmişlerine dair kendilerine sunulandan daha
fazlasını merak etme güdüleri dahi törpülenmiş insanlar. Katlara göre farklı
konumlarda yaşayan ve farklı işlerde çalışan bu toplum içinde elbette zaman
zaman yaşanan isyanlar da olmuş. Fakat bu isyanları sorgulamak ya da konusunu
açmak dahi bir cesaret gerektiriyor.
Ancak
yaşanan hiç bir şey, geçmişi ve "neden" sorusuna cevap arayan silo
sakinlerinden bazılarını yatıştırmaya yetmiyor.
Yazarın
elindeki mükemmel konuyu işleme şekli hayranlık uyandırıcı. Yıkılan bir gücün
ardından, arta kalmış bir avuç insanın kendi geleceklerini kontrol altına
almaya çalışmak için uyguladıkları yöntemler takdir edilesi. Günümüz dünyasının
siyasetine, devlet yönetiminde söz sahibi olan her değere yaptığı göndermeler,
bariz sistem eleştirileri, silonun üreme sistemini kontrol almak için, yer
altındaki bir toplumda nüfusu kontrol altına almak için kullandıkları
yöntemler, ağaç yetişmediği için kağıdın anormal bir değer taşıması, gelişmiş
teknolojileri ve yeraltında bitki yetiştirmek için kullandıkları yöntemler ilgi
çekici. Tüm bunların yanında, eğer yeryüzünden olsalardı hayalimdeki topluma
iyice yaklaşacakları şekilde sunulan eşitlik ve aşırı tüketimin önlenmesi
konusu. Yemeğin, eşyaların, zamanın fazlasına değil, ihtiyaç duyulduğu kadarına
sahip olan insanların yaşadığı bir toplum... Tüketim çılgınlığı adlı klişe
kalıbı kullanmaktan başka çarem yok, ancak bu tüketim toplumunda en basitinden
gün içinde tek bir kişinin çöpe gönderdiği onlarca kağıdı düşünmekten de
kaçamadım kitabı okurken.
Eklemek
istediğim bir diğer nokta ise, karakterlerde "eli bol" davranan ve
her bir karakteri yarattığı amaç uğrunda var etmekten ya da yok etmekten
çekinmeyen bir yazar oluşu Howey'nin. Kimi zaman gözleriniz dolarken, kimi zaman
hırsınızdan kendinizi sıkabileceğiniz kadar güçlü karakterlerle
karşılaşıyorsunuz.
Jules
karakteri ise, her ne kadar tek bir karakter üzerinden yorum yapmaktan kaçınsam
da değinmek istediğim bir karakter. Güçlü, inançlı ve azimli bir kadın karakter
olan Jules'e hikaye boyunca hayranlık duymamak elde değil.
Çevirisindeki
akıcılık ve başarı, hikayenin sürükleyiciliği ile Silo, son zamanlarda post
apokaliptik bir hikaye arayanlar için en doğru tercihlerden biri olacaktır.
Görüşmek
üzere, iyi okumalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder