Aşırı
derecede yorgunum ama bu kitabın yazısını atlamak istemedim. Çünkü yazmadıkça
birikecek, daha fena.
Bugün sabah
10:00'da girdiğim kütüphaneden bir dersi de aynı binada işlediğimizden akşam
17:00'de çıktığım, tüm süre boyunca ya kitap okuma ya ders dinleme ya da 600
tonluk ağırlığa ulaşan omuz çantamın omzumu yere yapıştıracak kadar beni
ezmesine aldırmadan kütüphanede kitap arama halindeydim. Şu an boynumdan kütür
kütür sesler çıkıyor, sabaha da baş ağrısıyla uyanırım. Neyse, sızlanmalarıma
ara verip, yakınmamı kısa kesip, kitaba dönersem daha iyi olacak?
Bir Delinin Güncesi, blog'daki son birkaç yazıda bahsettiğim üzere okumadığım Rus
klasiklerini okuma girişimim sonucu kütüphaneden aldığım kitaplardan biri.
Kitabı dün gece okumaya başlamıştım sanırım ama uyku bastırınca kitabı bitirmem
sabahı buldu.
Nikolay
Gogol (tam bunu yazarken Twitter'da TT'lere gözüm takıldı ve Henning Mankell'in
öldüğünü öğrendim. Şu andan itibaren bir kaç gözyaşıyla yazıyorum yazıyı) Bir
Delinin Güncesi'nden bir insanın deliliğinin farkında olmadan nasıl
deliliğin zirvesine çıktığını gösteriyor. Hayatı sıradan, göze batmayan,
umursanmayan, yaşadığı farkına bile varılmayan başkarakterin kendisini
çıldırışa götüren süreci kaleme almasıyla oluşan kurguda Gogol, hem dönemin alt
ve orta sınıfının küçük detaylarla ve fazla yoğunlaşmadan bir portresini
çiziyor, hem de bir insanın nasıl kaybolduğunu anlatıyor. Komik detaylarıyla
espirili bir hikaye gibi görünse de içinizi burkacak bir dram diyebilirim.
Oda
Yayınları'ndan çıkan baskısını okudum; diğer baskılarında içerik nasıl
bilmiyorum ancak bu kitapta, kitaba adını veren Bir Delinin Güncesi hariç
iki öykü daha yer alıyor. Onlardan da kısaca bahsetmek istiyorum.
İvan
İvanoviç ve İvan Nikiforoviç Nasıl Bozuştu?adlı öyküde ise karşımıza aynı ismi
paylaşan iki yakın arkadaşın nasıl birbirlerine düşman hale geldiği espirili
bir dille anlatıyor Gogol. Bir İvan'ın diğerine "kaz" demesiyle
başlayan ve ileriki aşamalarda yargıya taşınan ve yargıya taşıma aracı olan
evrakın İvan'lardan birinin domuzunun evrakı yemesi gibi detaylarla hareketli
biçimde ilerliyor. Soylu ailelere mensup iki arkadaşın arasındaki dargınlığı
çözmek için yapılan tüm girişimlerin sonuçsuz kaldığı yıllar boyunca bir yandan
Gogol'un her iki karakterin de ortak paylaştıkları inatçılık gibi farklı
özelliklerine vurgu yaparken bir yandan da dönemin Rusya'sının politik - idari
ve günlük yaşamına dair küçük kesitler de sunuyor.
Son öykü
olan Portre'de ise Gogol, öykünün baş kahramanı genç ressam Çartkov'un
hayatının gerçekmişçesine bakan gözler taşıyan bir portreyi son parasını
harcayarak edinmesi sonrasında yaşadığı değişimi gösteriyor. Hayallerini
sanatına yansıtmak ve kendisini metalaştırmaktan, sanatı para için icra
etmekten kaçınan ve bu doğrultudaki öğütleri kendisine sürekli veren
profesörünün yardımlarıyla gelecek vaat eden bir ressam iken Çartkov'un nasıl
sosyetenin ve paranın kölesi olduğunu anlatıyor. Gogol karakterinin yaşadığı
değişimin çıkış noktası olarak satın aldığı portreyi çıkış noktası yaparken,
aslında portre üzerinden insanın açgözlülüğü ve doyumsuzluğu yüzünden yaşamak
için çırpındığı hayat ve fırsat eline geçtiğinde, hırs ve doyumsuzlukla
giriştiği işlerden nasıl hüsran ile yenik ve mutsuz çıkacağının örneğini
veriyor. Şeytanın, birey içindeki açgözlülük, kibir, kıskançlık, paragözlük
gibi huylarla beslendiğini ve asıl korkulması gerekenin bu ruh olduğunun
vurgusunu yapan öykü ile kitabın son öyküsünü de okumuş oluyor.
Gogol'un
yalın anlatımı, hareketli kurgusu ve insanı "gören" kaleminden çıkma
hikayeler.
O yüzden,
iyi okumalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder