Sistem karşıtı hareketlerin
yapısını göstermek adına, sınıf ve statü kavramlarını dünya sistemleri
kapsamında yeniden ele alarak girişi yapan yazarlar, ikilik saplantısının ve
ulus - devlet üzerinden ilerleyen tartışmaların değerlendirmesine de böylece
başlamış oluyor.
Ulus - devletler üzerinden
somutlaşan iktidarın dünya ekonomisi için kapitalist bir tutum izlemesi ve
ulusal mücadele için de bir savunma aracı olarak eşzamanlı biçimde
kullanılabileceğini vurgulayan yazarlar, sistem karşıtı hareketler olarak
gelişen milliyetçi - antiemperyalist ve proleter anti - kapitalist niteliklerden
biriyle kendilerini görünür kılmaya çalışan hareketlerin gittikçe "ulusal
kurtuluş hareketleri"ne dönüşmeye başladıklarının altını çiziyor. Bu
noktada Marx'tan bir anlamda ayrışma da mevcut demek mümkün hale geliyor;
Marx'ın işçi sınıfına yüklediği görev içerisinde birleştirici nokta işçi
olmaları iken burada karşımıza çıkan, işçi oluşun niteliğinden fazlası oluyor. Üstelik
sınıfın yapısı da ikiliğin sınırlarından
artık daha uzak ve yapıları arasındaki fark daha belirgin. Yazarlar, bahsi
geçen farklı niteliklerin herhangi birinde gerçekleştiğinden bağımsız olarak da
bu hareketlerin, her ne kadar sermayenin merkezden uzaklaştırılmasına yönelik
ulusal girişimler yapılıyor olsa da, devletler arasındaki sistemlerdeki işleyiş
yüzünden önlerinde aşılması güç bir setin de çekili olduğunu belirtiyorlar.
Sistem karşıtı hareketlerin on
dokuzuncu yüzyıl boyunca "toplumsal hareket" ve "ulusal
hareket" olarak görüldüğünü belirten yazarlar, toplumsal hareketi toplum
içerisinde işçi sınıfı üzerinde olan baskıyı ve sömürüyü tanımlarken, ulusal
hareketi ise etnik gruplar arasındaki baskı olarak tanımlıyor. Her iki
hareketin de modern dünyanın temel politik yapısı olarak devleti görüyor oluşu
önemli bir nokta; yazarların da devamında işaret ettiği üzere devlet iktidarı ile
bu hareketler arasındaki ilişki, öncelikle devleti tanımalarından geçen bir
ilişki. Bu yüzden, Marx'ın dünyadaki tüm işçilerden beklediği hareket
kapsamında dahi gerçekleşecek olan tüm hareketler, yapıları bakımından ulusal
bir nitelikte olmak zorundadır.
Yazarların ulusal kurtuluş
mücadelesine olan vurguları da bu bağlamda yeniden metinde karşımıza çıkıyor;
ulusal kurtuluşu "modern dünya sistemleri arasındaki eşitsiz ilişkilerden
ulusal kurtuluş" olarak belirterek, merkezin çevreye olan gaspının altında
kalmamak adına, emperyalizmin tüm kollarıyla çevreye saldırmasından kurtulmak
adına, ekonominin bağımsızlığını yitirmemek adına, politikanın hiçbir yerler
zinciri kalmaması adına ulusal kurtuluşun önemini hala inatla anlamayanlara
anlatmaya çalışıyor. Konuyla ilgili
olarak, Ekim Devrimi'nde "desteğin çoğunlukla burjuvaziye karşı mücadele
veren proleterlerden gelmesine karşın, Bolşeviklere verilen desteğin öğesinin
ulusal kurtuluş dürtüsü biçimini almış olması"nı örnek gösteriyorlar.
Kapitalist gelişmenin yarattığı
eşitsizliğin zenginliği besleme ve daha dar bir alanda yoğunlaştırma eğiliminin
olduğu durumlarda, halkçı hareketleri ortadan kaldırmaya olan eğiliminin de
varlığı da bununla ilgili. Sermayenin merkezileşmesi ve çevredeki devletlerin
her yönden sömürü ve yıkımına sebep olması gibi.
Kapitalist bir dünya ekonomisi
olduğu sürece sınıf mücadelesinin her zaman var olacağı, metinde saf bir gerçek
olarak sürekli karşımıza çıkıyor. Bu mücadelenin alanı olarak da sınırı,
devletler arası ya da devlet içerisinde fark etmeksizin çiziyorlar. Ancak
sınıfı mücadelesi için genişlemiş ve tanınabilir bir protesto modeli,
protestonun amacı ve mücadelenin araçlarıyla farklı ilişkileri olan gruplar
arasında bir karşı konumlanışı zorunlu unsurlar olarak görüyorlar.
Bu zorunlu unsurlardan birini
ayırmak ne derece sağlıklı olacak bilmiyorum ancak güncel konularımıza bakarsak
amacının net tanımlanmadığı ve mücadele safının ne olduğu, neyle ne amaçla
mücadele ettiği bilinmeyen hobi hareketlerinin neden sistem karşıtı bir nitelik
taşımadığını görmek Sistem Karşıtı Hareketler'i okurken sıkça akla geliyor.
Hareketin tanımsız alanı ve sabit duramayan söylemleriyle bir hareket içinde
olduğunu iddia eden herhangi bir grup için, ortaya çıkan manzaranın sadece ulus
- devlet karşıtı zararlı faaliyetlerden oluşması ve çarpıtılan teorinin ikili
yapısının ardına sığındığı halde, ikili yapının (burjuva - proleter) uzağındaki
yeni oluşan farklı sınıflar üzerinden (etnik kimlik üzerinden giden sınıf
tanımı, örneğin) hareketine taban bulmaya çalışması oldukça rezil bir tablo
çiziyor.
Son olarak, 1968 sonrasına
değinen yazarlar, bu dönem sonrasında küresel dünyada merkez devletler
arasındaki çekişmenin ötesinde her iki güç odağı için de denetleme eksikliği
olduğunu belirtiyor. ABD'nin hegemonyasının aşınmaya başlamasını da bu kapsamda
değerlendiriyorlar. Aynı şekilde merkez - çevre üzerinden ve ulusal nitelikte
sermayenin hala merkezileşme eğilimi taşıyor olmasının ise karşımıza hala devam
eden ve devam etmekte olacak olan emek - sermaye çelişkisini çıkaracağını
belirtiyorlar. Öte yandan değindikleri bir diğer nokta da süregelen eşitsizlik
biçimlerine ek olarak cinsiyet, etnik kimlik, kuşak gibi farklı gruplaşmalar
üzerinden de farklı taleplerin daha güçlü ifade alanı bulabileceği.
2 yorum:
Ah bu kapitalizm değil mi bizi mahveden :(
@ daha mutlu yaşam: Elbet yıkılacaktır ^^
Yorum Gönder