Sonunda
Zeplin'i okudum!
Kitabı
çıktığı zamandan beri okumak istiyordum ama ancak bugün okuyabildim. Hemen de
okunuyor Karin Tidbeck'in kaleminden çıkan öyküler.
Kitabın arka
kapağında Zeplin'e dair, blog'u takip edenlerin ya da Twitter'da beni takip
edenlerin (@KarelerVeSayfalar) dikkatini çekebileceği üzere tam anlamıyla
"hayranı" olduğum China Mieville'in şöyle bir sözü yer alıyor:
"Sade ve canlı, temkinli ve tuhaf... İmkansızlıkların harmonisiyle
Tidebeck, esaslı bir ses."
Şahsen,
China Mieville dünya üzerindeki varlığımdan haberdar olsa bile sevinçten
bayılabilecek bir yapıdayım; bir de yazdığım bir öyküye ya da bir kitaba böyle
bir yorum yaptığını düşünüyorum da... Karin Tidbeck; mutsuz olmak için artık
bir sebebin yok.
Lafı daha
fazla China Mieville üzerinden uzatmayacağım zira konu Mieville övmeye doğru
hızla ilerleyebilir. Hemen Zeplin'deki "garip" öykülerin çekiciliğine
dair yazmak istediklerime yer vereyim.
İlk öykü
"Beatrice" ile beraber, okumaya başladığınız anda elinizde tuttuğunuz
kitabın sıradanlıktan nasıl sıyrılmış olduğunu anlamanız için yeteri kadar
ipucu elinize geçiyor. Küçük bir ipucu; bir zepline aşık olan bir adam ve bir
buhar makinesine aşık olan bir kadın karşımıza çıkıyor.
Sırayla tüm
öykülerden bahsetmek gibi bir niyetim yok. Hediye paketini açmanızdan önce
içinden çıkacak hediyenizin ne olduğunu öğrenmeyi pek de tercih etmezsiniz
sanırım.
Karin
Tidbeck'in öykülerinde İskandinav mitolojisi bariz biçimde kendisini
gösteriyor. Hatta bir öykünün neredeyse tamamının aslında İskandinav mitolojisinden
bir karakter üzerinden şekillendiğini bile söyleyebilirim. Haricinde, yazarın
kitabın sonunda yer alan kısımda değindiği üzere bir çok öyküde küçük küçük,
karşımıza bu zengin coğrafyanın kültüründen parçalar çıkıyor.
Zeplin,
tuhaflığın cazibesini içinde barındıran bir roman. "Garip" diyorum
ya, gerçekten garip. Karakterlerin ruh hali bazen o denli "garip" ki,
deliliğin sınırı, kuzey ülkelerine has coğrafyanın ve insanların karakteristiği
ve öykülerin bizzat hammaddesi olan kurgu o denli gerçekçi biçimde yoğruluyor
ki, karşımıza çıkan anlatının bizdeki etkisi karışık da olsa bir çok güçlü
duygu yaratmak oluyor. Nasıl mı? Mesela kitabı okuduğum süre içinde kesinlikle
soğuğu hissettim. Ayrıca hüzün, keder, yalnızlık, karanlık, korku,
umutsuzluk... Karin Tidbeck, Zeplin'de "garip" öyküler anlatıyor
ancak hepsinin ortak noktasında, sanırım İskandinavya'nın karanlığı var.
Bunu
İskandinav black metal gruplarında da her zaman hissedebilirsiniz; kendi
havaları yaptıkları her işe yansıyor ve karanlığın baskın çıktığı bu diyarın
insanların elinden çıkma sanat yapıtları kesinlikle dünyanın geri kalanına fark
atacak bir çok noktayla öne çıkıyor.
Bugün pazar.
Hava en azından İstanbul'un bulunduğum noktasında güzel. Fazla sıcak da değil.
Çıkıp bir kitapçıya gidin. Gelirken de evinizde yoksa kahve alın. Sonra mümkünse
İskandinav klasik müzik bestecilerinden bir şeyler açın; yaylıların ağırlıklı
olduğu bir şeyler ama. Sonra da son adıma geçin; Karin Tidbeck'le tanışma ritüelinizi
tamamlamak üzere, Zeplin'i okumaya başlayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder