Virginia
Woolf'un ağır dili, satırlarına sinen karanlığı ve o karanlığın saf bir gerçek
oluşunun yarattığı iki kat keder ile dolu yapıtlarının içinde, bence farklı bir
konumda Kendine Ait Bir Oda. Zira vahim bir durumu ele alarak metni kaleme
almaya başlayan Woolf, aslında umut verici ve cesaretlendirici bir şekilde
işliyor konuyu: Kadının yazabilmesi için kendine ait bir odaya ve paraya
ihtiyacı vardır. Yazar da bize bu durumun yoksunluğunu, nasıl elde
edilebileceğini ve elde edilmesi durumunda kadının dışa vurma şansını
yakalayabileceği potansiyelinin ne denli mühim olduğunu anlatıyor.
Kadının
toplum içinde elinin kolunun her alanda bağlanması ve erkek egemenliği altında
sürekli denetim altında tutulma çabası içinde, kadının ekonomik özgürlüğünü
elinden almak gelir desek abartmış olmayız. Değişen ekonomik sistemle beraber
kendi bedeninden tutun da doğurduğu çocukla oluşan aileye, ailesinden çalıştığı
iş yerine kadar her alanda sesi kısılmaya ve sömürülmeye çalışılan kadının
üzerindeki baskıyı görmemiş olma ihtimalimiz yok çünkü. Bu durumda elimizdeki
kitap aslında bu düzen içinde, eserin yazıldığı dönem ve öncesinden başlayan
kadın hareketinin küçük bir kısmını içererek, bu ekonomik özgürlüğün kadın için
neyi ifade ettiğiniz anlatıyor. Woolf, Kendine Ait Bir Oda'da, yazmak isteyen
bir kadının toplumda karşılaştığı, karşılaşması muhtemel olan tepkileri ele
alırken; diğer yandan da kendisi yazabilen bir kadın olarak diğerlerinin önünde
ataerkilliğin pençeleriyle karartılmış bir yolda fener oluyor.
Kadının her
alanda olduğu gibi yazın alanında da erkek karşısında aşağılanmayla
karşılaştığını belirten yazar, bu aşağılamayı yapan olarak her iki cinsi
görüyor. Bir kadının kendisi için bile "kadın halimle yazmak neyime"
diyebilecek kadar baskıcı bir toplumda kadının maruz kaldığı ayrımı nasıl
içselleştirdiğine örnekler veriyor. Yazma hevesini gülünç bularak eline kalem
almayan kaç kadının klasikleşebilecek kaç romanı, kaç şiiri, kaç yazısı bu
yüzden dünyada yok, düşünsenize bir...
Edebiyatta
kadının, yalnızca erkeklerin yazdığı metinlerle işlenmesi üzerinde kitap
boyunca duran yazar, belli başlı eser ve mitlere yansıyan kadın imajı üzerinden
toplumun içine sinen bu ataerkil ayrımcılığı yorumluyor. Yazmak isteyen bir
kadın ile erkeğin karşısına çıkan zorlukların cinsiyet tabanında nasıl
oluşturulduğunu ve pekiştirildiğini irdeleyen Woolf, erkek egemen ifade
biçimlerinde kadını aşağılamanın aslında erkeğin kendisini yüceltmesi amacı
taşıdığına değiniyor. Buna karşılık yazar hayatın kadın ve erkek için eşit
zorlukta bir yapısı olduğunu belirtmekten de geri durmuyor. (Yani feministler çoğunluk
tarafından "erkekler ölsün" gibi bir söyleme sahip gibi görünüyor;
hayır, öyle değil. Bakın ezilmiş kadınlardan bahseden Woolf gibi öne çıkan bir
figür bile "insanların eşitliğinden" bahsediyor.) Hatta Woolf kitapta
bu konudan bahsederken şöyle bir şey yazıyor, buraya da yazmak istiyorum:
"Dünya kadına, erkeğe dediği gibi "istersen yaz,
umurumda değil", demiyordu. Dünya kaba kaba gülerek "Yazmak mı?"
diyordu. "Yazman ne işine yarıyor?".
Ben bunun
hala günümüzde devam ettiği kanaatindeyim. Hala kadının yeteneklerinin erkek
karşısında cılız, kadın zihninin erkek karşısında yetersiz olduğu imaları her
yerde yankılanıyor. Bu hastalıklı duruma bir de ek olarak, maalesef ülkemizde
sosyal bilimler bile çoğu üniversite mezunu tarafından bile bilim olarak
görülmüyor. Edebiyat değersiz, zaman öldürmekten başka bir amacı olmayan bir
uğraş gibi, üzerinde düşünülmeden oluşturulan bir "meta" gibi
görülüyor. Bu uğraş ve çalışmalar içindeki kadınlar da çoğu zaman
"umursanmıyor." Bu bence insanlık tarihinin utançlarından biridir;
cinsiyete göre yetenek değerlendirmek.
Neyse,
yakınmam bitti, kitap hakkında yazmaya devam edebilirim. (Aslında bitmedi
yakınmam.)
Kadının
hayat karşısında susturulması üzerine yazarın belirttiği bir nokta özellikle
üzerinde durulası; Woolf, kadının erkek karşısında bastırıldığını, sesinin
kısıldığını; bunun sebebinin de kadın konuştuğunda/ifade ettiğinde ortaya
çıkacak gerçeğin erkeği yok edecek denli acı olacağı. Erkeğin hayat
karşısındaki sert, zaferlerle doldurulası ve güçlü duruşunun oluşumunu aslında
bir çeşit kadının ifade özgürlüğünü elinden çalarak oluşturulan bir yanılsama
olarak göremez miyiz bu durumda?
Teyzesinden
kendisine kalan miras sayesinde yazma özgürlüğünü yakalayan Woolf, kendi
tabiriyle artık "hiçbir erkeğe yaltaklanmadan" çalışabileceğini,
yazabileceğini, üretebileceğini ifade ediyor.
Ülkesinin
tarihi içinde edebiyat alanında kadın imzasından yoksun kalmış dönemlerden
bahsederken, henüz yeni kazanılan siyasi hakları karşısında kadınların eskiye
göre en azından bir adım daha atabilmiş olduklarına değiniyor. Jane Austen,
Brönte'ler gibi öne çıkan kadın yazarları da sıkça inceleyerek, edebiyatta
kadının varolma çabasını; insanın varolma çabasını anlatıyor.
Kendinize
ait bir odanız olması için elinizden gelen her şeyi yapın; Virginia Woolf'un
gösterdiği yoldan yürümekten de korkmayın.
İyi
okumalar.
(Ve iyi
yazmalar).
2 yorum:
Virginia Woolf kitaplarını (tarzını) sevmiyorum... ama yazınız (ana fikri) muhteşem olmuş, elinize sağlık... teşekkürler
@Gül Akça: Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.
Kitabı da gerçekten tavsiye ederim, Woolf'un romanlarından oldukça farklı bir metin.
Yorum Gönder