Birkaç gün
öncesinde Hitler'in Filozofları adlı kitabın yazısını eklemiştim blog'a, bir
kaç yazı aşağıdadır hatta, bakabilirsiniz. Nazizm'in yükselişi ile beraber
bilim insanlarının Almanya'da çalışamaz hale getirilmesi, mesleklerinden,
üniversitelerinden sudan bahanelerle ya da açık açık uzaklaştırılmaları ve
sonunda da yaşam haklarının ellerinden alınması sonrasında Almanya'yı terk eden
düşünürlerden, 20. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri de Erich Fromm.
1900 doğumlu
olan Fromm'un 80 yıllık yaşamında, toplumbilim ve psikanaliz eğitimi temelinde
ortaya koyduğu eserlerle bir yandan Marksist teori içinde, bir yandan da
Frankfurt Okulu geleneğinde sıkça anılıyor.
Say
Yayınları'nın Erich Fromm Kitaplığı serisinden çıkan Sahip Olmak ya da Olmak
adlı kitabında Fromm, henüz ilk bölümlerden itibaren sanayileşme sonrasında,
her zaman değer verdiği ve yanında durduğu "insan"ın ruhunu zedeleyen
gerçekleri irdelemeye başlıyor. Bir şekilde, yine Marx'ın yabancılaşma
kavramına -doğal olarak- paralellik gösteren ifadeleriyle birlikte, doğaya
hükmetme arzusundaki insanın zamanla (ve makineleşmenin artan hızıyla güç
kazanarak) ürettiklerine ve sahip olduklarına bağımlı bir mutluluk kavramı,
sahte bir dünya yaratmasını eleştiriyor.
Gerçekliğinden
kopan sahip olma ve olma ifadeleri üzerinden aslında kapitalizm eleştirisi
yapan yazar, endüstrileşmenin getirdiği bireysel hazzı öne çıkaran düzene de
değiniyor. Doyumsuz bireylerin, kendisinin "sahip olacağı şeyler"
haricinden bir şeyi önemseyemeyen bireylerin ön plana çıkarıldığı ve bunun
ulaşılması gereken ve mutluluğun yegane yolu gibi sunulmasına da karşı çıkıyor.
Haklı olarak.
Doyumsuz
toplumların oluşmasında en azından yakın tarih içinde kesinlikle sebep
gösterilebilecek sanayileşme ile gelen konformizm tutkusu - saplantısı - amacı
yazarın değindiği bir diğer nokta. Ek olarak, "boş zaman" kavramı gibi nereden
bakarsak bakalım mantık olarak elimizde kalması çok kolay görünen bir kavramın
yaratılması ve bu kavramı "değerlendirmek" üzere oluşturulan bencil
tüketim toplumuna sunulan" boş zaman geçirme/değerlendirme"
seçenekleri de yazarın eleştirdiği bir diğer nokta. Burada da karşımıza kitle iletişim
araçlarından tutun da açgözlü konformist bireylerin, kişisel "sahip
olmaktan ibaret" hazlarını tatmin için düzenin satışa çıkardığı tüm
"şeyleri" görebilmemiz mümkün; önce çalıştırıp, sonra soluklanmak
için zaman verip, bunu boş zaman olarak tanımlayıp, onu nasıl
değerlendirebileceğinizi söyleyen bir düzen içinde, boş zaman ya da özgürlük
kavramlarını sorgulamadan nasıl yaşarsınız? Formm'un diğer kitaplarında bu
konular hakkında fazlası var, meraklısına.
Düzenin
gündelik hayat içine aynı zamanda dilde de kendisini belirttiğini vurgulayan
yazar, sahip olma ve olma ifadelerinin nasıl şekillendiği ve dilbilimsel olarak
bireyin varlığına nasıl sindiğine de değiniyor.
Farklı
düşünürlerin bakış açılarıyla varlığı, sahip olmayı ve olmayı sorgulayan yazar,
yaptığı çıkarımlarla insanı ön planda tuttuğu kendi felsefesinin de savunmasını
yapıyor diyebiliriz. Zira bir Marksist ve hümanist olarak Fromm'un okuduğum tüm
kitaplarında düzen için yok olan birey (ve haliyle toplumlar) için ne kadar
çaba gösterdiği, uyandırmaya çalıştığı ve üzüldüğü de ortada.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder