Doruk Yayımcılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doruk Yayımcılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mart 2017 Cuma

Ernesto Laclau “Marksist Teoride İdeoloji ve Politika”

Laclau'nun kapitalizm, faşizm ve halkçılık konularında incelediği metinler üzerine yazdıklarından oluşan Marksist Teoride İdeoloji ve Politika, Latin Amerika kapitalist olduğu (ve aslında olageldiği) iddiasını savunan Andre Gunder Frank'in teorik iddialarına getirdiği eleştiriler ile başlıyor. Frank'in iddilarının, kapitalizm ve feodalizm üzerine şekillenen iddialar olmasına rağmen üretim ilişkilerini göz ardı ederek ilerliyor olması, Laclau'nun ilk karşı çıktığı nokta oluyor. Şöyle ki, taraflı bir bakış açısıyla iddialarını oluşturuyor olmasının, Latin Amerika tarihine bakışında metodolojik bir hile olduğunu bile düşündürtüyor okura. Zira inşacı bir yöntemin etkisini Laclau da vurguluyor (Marksist bakıştan üretim ilişkilerini çıkartma girişimi olarak da görülebilir Frank'in yaptığı) ve okurken üretim ilişkilerini görmezden gelen bir kapitalizm analizinin varlığı herkes için şaşırtıcı oluyor. Bu da Laclau'nun Frank'in kapitalizm tanımını yapamıyor olduğu sonucuna götürüyor.
Faşizm ve ideoloji konusunda Nicos Poulantzas'ın "Faşizm ve Diktatörülük" adlı çalışması üzerinden metne devam eden Laclau, faşizmin farklı bakışlarca tanımlarına yer veriyor. Katolik liberal bakışın faşizmin aşırılıklar sonucu düzeni yiten nesnedeki bozulma olduğu kabulüne karşılık örneğin faşizme karşı getirilen psikolojik açıklamalara da değiniyor. Bu noktada makineleşme vurgusu karşımıza çıkıyor. Mekanik - mistik yaşam anlayışının otoriter toplumdaki insan davranışının faşizme gideceği kabülünü benimseyen görüşe yer veriyor. Haliyle akla Marx'ın yabancılaşmasının gelmesi mümkün oluyor zira Laclau'nın hemen ardından değindiği isim Erich Fromm. Fromm'un insanın ya kendisiyle uyum içinde olacağı ya da kendisinden yukarıdaki otoriteye körcesine bağlanacağı ve güvenlik arzusu yolunda özgürlüğünü yitirmesiyle sonlanacak olan faşizm. Psikolojik olan açıklamalarda faşizmin insanın doğayla arasındaki yaratıcı emekten kopmasıyla oluşacağını düşünmek böylece mümkün oluyor. Zira özgürlüğünü da bu yaratıcılığıyla elde edeceğini düşünürsek, makineleşmeyle beraber yitirdiği "şey", insanı faşizmin sunduğu "güven"e(!) sürüklüyor diyebiliriz.
Poulantzas, faşizmi kapitalizmin emperyalist aşamasına ait olarak görüyor. Bu yüzden de faşizmi bağladığı yer yalnız ekonomik bir nokta olmuyor; kapitalizmin ifade biçiminin faşizm olduğunu belirtiyor. Poulantzas'ın faşizm üzerine tezlerine yer vermeye devam eden metinde, faşizmin yükselişi ve güçlenmesi sırasında yaşanan sınıflar arası çelişkilerin keskinleşmesine de değiniyor Laclau. Burada, gücün biriktiği yer olarak ise tekelci sermayeye işaret ediyor. Faşizmin köylü değil kentsel bir yapıda olduğu, küçük burjuvanın faşizmin güçlenmesinde ana önemde olduğunu ancak faşizmin kesinlikle tekelci sermayenin bir icadı olmadığını vurgulayan metin, bu arada bertaraf edilen tarafın ise işçi sınıfı olduğunu belirtiyor.
Laclau, popülizm ve sınıf konusunda, her iki kavramın da kullanılırken dahil edeceği ve dışlayacağı içerik üzerinden yaşanan sorunlara çözüm önerilerini sunuyor. Bu yüzden, örneğin sınıfların yapısının artık indirgemeci yöntemle ele alınmasının mümkün olmadığını söylüyor. Burada ekonomik indirgemeci sınıf anlayışının işlerliğinin yetersizliğini görmek mümkün. Bu yüzden sınıfları ideolojik ve politik seviyelerinin sınıf tanımını indirgemeci bakıştan kurtarması ihtiyacını dile getiriyor. İdeolojik bir sınıf karakterinin eklemleştiği unsurlardan bağımsız oluşamayacağına değiniyor. Bu yüzden de eklemleşmeyi gözardı etmeyerek, sınıf-dışındaki içeriklerin de sınıfa dahil edilmesini söylüyor. Sınıfların hegemonya alanları içindeki bir mücadele alanında böyle varolabileceğini ifade ediyor.
Laclau, halk ve sınıflar arasındaki diyalektik ilişkinin işlevsel yönüne işaret ediyor. Sınıfların hegemonyalarında halkı birleştirme ihtiyaçlarının zorunluluğunun altını çizerek, güç bloğu karşısında işlevsel olacak tek form olarak da böylece popülizme işaret ediyor.

25 Şubat 2015 Çarşamba

Mark Bould - China Mieville "Kızıl Dünyalar"

Uzun zamandır sırf okumaya kıyamadığım için okumadığım bir kitaptı "Kızıl Dünyalar". Kitaptan, China Mieville sayesinde haberdar oldum. Böyle yazınca da sanki China (artık ona China Mieville dememe gerek olmayan bir arkadaşlık seviyesindeymişiz gibi) tarafından bana önerilmiş ya da "China ne yazsa bana okutur önce" gibi oldu. Ama öyle değil. Zaten öyle de olmadı. Keşke olsa. Ama blog'u takipte kalın, önümüzdeki aylarda China Mieville sevenler için küçük de olsa bir sürpriz haberi paylaşabilirim sizinle.

Elbette "Kızıl Dünyalar" sadece China Mieville'dan ibaret değil; kendisi kitaptaki makalelerden birinin yazarı. En son makalenin yazanı; kitabın kapanışını yapıyor. Kitapta, farklı akademik eğitimlere, hatta açık söylemek gerekirse benim çoğunlukla hayran kaldığım akademik kariyerlere sahip on üç farklı ismin makaleleri mevcut.

"Marksizm ve Bilimkurgu" alt başlığına sahip olan Kızıl Dünyalar'da yer alan makaleler, bilimkurgu ve doğal olarak bu türün yazın ya da sinemaya yansıyan eserlerde Marksizm ile olan ilişkisini irdeliyor.

İlk makalelerde ağırlıklı olarak karşımıza ütopyalar çıkıyor. Ütopyanın ortaya çıkmasını sağlayan koşullar sorgulanıyor. Burada ilginç bir nokta var; ütopyanın kapitalist sistem oluştuğunda var olabileceğine dair bir alıntı da paylaşılıyor. Bazen bir cümle aklınızda sürekli yatan, uykuda olan bir gerçeği yüzünüze çarpar ya, bu da bende aynı etkiyi yaptı. Gerçi şöyle de bir şey var; zaten Marksizm'in varlığı, kapitalizmin varlığına dayanıyor; ikisinin sonu da aynı zamana denk gelecek. Kapitalizm yıkıldığında artık Marksizmin yapabileceği bir şey kalmayacak. Bu yüzdendir ki, mesela Le Guin'in ütopyalarını kaleme aldıran, aslında kapitalizmdir. Çok uzattım, neyse.

Bilimkurgu sinemasının aslında bilimkurgunun temelini oluşturan edebiyata dayandığı vurgusuyla, Marx'ın üretim ilişkilerinin birey hayatına olan etkisi diyerek genelleyebileceğimiz bir çerçevede Blade Runner ve Dark City'nin de aralarında olduğu filmler ele alınıyor.

Kapitalizmin insanı kendisine ve nihayetinde topluma, doğaya yabancılaştırması üzerinden distopik ve/veya post apokaliptik kurguların oluşmasına değiniliyor. İnsan emeğinin, hayvan emeğinin yegane düzen kapitalizm adına sonsuz bir sömürü batağına saplanmış olmasının yansıdığı bilimkurgu romanlarına yer veren bir makalede, insan haricinde tüm bilinçli varlıkların metaya dönüştürülmesini kendisinde hak gören insanoğluna da göndermeler yer alıyor.

Kent sorununun, nüfus sorununun bilimkurguya yansımalarına da yer veren kitap, her ne kadar Marx'ın sınıf sorununa çare bulmak adına proletaryanın güçlenmesine yarayabileceğini düşünse de, endüstrileşme sonucunda kentin şatafatından ve "güç merkezinden" uzak tüm mekanların içinde barındırdığı sorunlara değiniyor.

Siyasetten edebiyata, demektense "üretim biçimlerinin şekillendirdiği, yani hayata dair olan her şeye" bilimkurgunun içeriğine kapsamlı biçimde değinen Kızıl Dünyalar, kaynak bir kitap olmanın ötesine, kaynakçası ya da referans verdiği isimlerle bile geçiyor bence. Kitabı okurken neredeyse belirtilen her makale, alıntı ya da gönderme yapılan her kitap, makale ya da yazar ilgi çekici. Sıklıkla düşünür/eleştirmen Darko Suvin'den, edebiyat eleştirmeni, Marksist siyaset kuramcısı Frederic Jameson, Marksist düşünür Georg Lukacs gibi büyük isimlerden alıntılarla, bu isimlerin fikirlerini destekleyen ya da bu fikirlere karşı çıkan yorumları barındıran kitap tekrar tekrar okunacaklar arasında yer alıyor - benim için.

Bilimkurgunun alt türlerine, bilimkurgunun önemli yazarlarına da kısaca da olsa yer veren Kızıl Dünyalar, nedense ülkemizde bende hala "dışlanıyor" hissini yaratan, benim pek sevdiğim bilimkurgunun Marksizm ile olan ilişkisini, belki çoğu insan için bilimkurguya bakış açılarını bile değiştirebilecek şekilde sunuyor. "Geek işi" denilip kenara atılan bu tarzın üzerine yazan siyaset, tarih, edebiyat, felsefe gibi dallarda önemli akademik yerlerde bulunan bir çok ismin imzasını barındıran bu kitabı, okuyun, okutun derim.

Not: Marksist ütopyalar hakkında Ayhan Yalçınkaya'nın "Eğer'den Meğer'e: Ütopya Karşısında Türk Romanı" adlı bir eserini de okuyorum şu sıralar, yakında onun yazısı da blog'da olacak. Marksizm ve ütopyalar ile ilgilenenler varsa diye yazayım dedim.