“Savaş çelimsiz çocuğun dünyasını kolaylıkla mahvedebilirdi. Bu tehdit
karşısında o da, kafasında kendi karşıt mitini oluşturma yoluna gitti.
Böylelikle, kendi varlığı son erme noktasına gelirse – daha doğru ifade etmek
gerekirse, geldiğinde – dünya kendi kendini yenilemeye devam edecekti.”
Okuduğunuz satırlar, yazar A.S Byatt’ın, kitanı Ragnarök, Tanrıların
Alacakaranlığı hakkındaki sözlerinden alıntı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, Alman saldırılarından korunmak amacıyla
evlerinden ayrılıp, İngiltere kırsalına yaşamaya giden bir çocuğun, kitapta
bahsi geçtiği şekilde “çelimsiz çocuğun” Asgard Ve Tanrılar adlı kitabı okumaya
başlamasıyla Ragnarök, Tanrıların Alacakaranlığı da başlamış oluyor.
Çocuk (ben de kitapta geçtiği şekliyle bahsedeceğim yazı boyunca),
çelimsiz çocuk, savaşın gerçekliği içinde, okumaya başladığı kitap sayesinde
başka bir dünyanın daha kapılarını ardına kadar açıyor. Yer yer savaşla
paralellikler gösteren ve kendi içinde bulunduğu durumla da benzer çıkarımlar
yapmasına sebep olan bu kitap, savaştaki babasının kaybıyla içinde oluşan
değişimin de bazen ortaya çıkmasına sebep oluyor.
Tanrıları tanımaya başladıkça, hikayenin bir parçası olmaya başladıkça
etrafındaki doğanın da bu anlatımla benzer noktaları olduğunu gördükçe, kendi
fikirleriyle, tanrıları ve olan biteni de sorgulamaya başlıyor. En nihayetinde
etrafında gördüğü “doğa” ve bu doğanın parçası olan insanoğlu da zaten şu an
bir savaş içinde değil midir? Kendi sonları kendileri hazırlıyor, sıkıntı, ölüm
ve korkudan başka ne sunuyorlar ki? Çelimsiz çocuk da belki içinde olduğu
durumu da düşünüp, tanrıların birbirlerine yaptıklarına bakıp şöyle diyor; “(…)
bir insan evladının bir başka insanın kaçınılmaz olan sonun her geçen gün daha
çok yaklaştığını bile bile nasıl olup da korku içinde beklemeye mahkum
edebildiğine aklı ermiyordu bir türlü.” (sayfa:129).
Savaşın acımasızlığı içinde, başka bir acımasız dünyanın anlatımı içinde
günlerini geçiren çelimsiz çocuğun okuduğu hikaye ise, hesaplaşma günü olarak
da çevrilebilecek olan Ragnarök, yani tanrıların bile öldüğü ve tüm efsanelerin
sonu olan efsane. Kitabın başından itibaren de Ragnarök’a kadar geçen zaman
içindeki her bir karakter, olay – efsane son derece detaylı işlenmiş. Loki’nin
tutsak edilmesi ile başlayan Ragnarök’e dek hikaye içinde neredeyse hayatım
boyunca duyduğum tüm İskandinav tanrılarının ardında yatan hikayeleri,
birbirleriyle olan ilişkilerini, hatta akrabalıklarını öğrenmiş oluyorsunuz.
İşlenen konunun, Ragnarök’un, İkinci Dünya Savaşı bağlantısı ile
verilmesi kitapta ayrıca hoşuma giden bir noktaydı. Tanrıların elinden
tanrıların, varoldukları alemin katline benzer şekilde, İkinci Dünya Savaşı’nın
acımasızlığı ve benzer son ve gidişata sahip olması… Ragnarök sonrasında karanlığa bürünen dünyanın, savaş sonrası Avrupası'na benzer hali; tanrıların/insanların elinden yaratılan yıkımın faturası.
Öyle ki İskandinav mitolojisine özel bir ilgisi olmayanların bile akıcı
anlatımı içinde detayların işlenişi sayesinde sıkılmadan okuyabileceği bir
kitap çıkmış ortaya. Benim okumam iki gün sürdü, ama boş olduğunuz bir gün
içinde okumaya başlarsanız muhtemelen gün içinde kitabı bitirmiş olursunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder