Uzun zamandır Albert Camus okumamıştım.
Camus denince benim aklıma ilk, çok sevdiğim
kitabı Yabancı gelir. Bilmem sizin için de öyle midir ama o kitabı okuduğumda
gerçekten etkilenmiştim.
Düşüş’de, tüm roman boyunca anlatımına maruz
kaldığımız (elbette burada maruz kalmayı olumsuz bir anlamda kullanmak
niyetinde olmadım) kişi, Paris’li bir avukat olan Jean – Baptiste Clamence.
Clamence, Amsterdam’da bir gece başlıyor anlatmaya, karşısındaki kişiye dair
çok fazla detay kitapta yok ancak kitabın sonunda karşı tarafa dair vurucu bir
bilgi okuyucuyu bekliyor.
Anlatımının başında görevinde başarılı,
toplum içinde “iyi insan” kalıbında anılabilecek olan ve bu tip davranışlarıyla
öne çıkan, zihninde kendi “iyi” davranışlarını ölçüp biçen ve bu davranışlar
sebebiyle kendisini iyi hisseden, varlığını tanımlarken de bu davranışlarının
bir yerde ekmeğini yiyen bir insan portresi çiziyor Clamence kendisinden
bahsederken. Karşıdan karşıya geçen bir yaşlıya yardım etmenin kendisinde
yarattığı hislere ve bu davranışına sevinmesi gibi.
Ancak anlatım ilerledikçe, yani Amsterdam’da
günler ilerledikçe Clamence’in kendisini anlatması ilk günkünden farklı bir
yola giriyor. Bir kırılma noktası varmış da, ona doğru ilerliyormuş gibi adeta.
İlk başlarda örnek bir vatandaş, başarılı bir avukat ve çapkın bir erkek imajı
çizen karakterimiz, bir dönüm noktası ardından “düşüşe” geçiyor ve başlıyor
başka bir gözle görmeye başladığı düzeni, toplumu, olayları ve aslında
kendisini anlatmaya.
“Bana öyle geliyordu ki, hiç öğrenmemiş olduğum, ama yine de çok iyi
bildiğim bir şeyi, yani yaşamayı unutuyordum.” (sayfa 34)
“İnsanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın
ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar. Hayatta olduğunuz sürece durumunuz
kuşkuludur, ancak onları kuşkuculuğunu hak edersiniz.” (sayfa 54)
Sıklıkla kendisi hakkında, kadınlara karşı
olan tutumuyla beraber, kişiliğine dair bir çok detayı veren Clamence, aslında
burada içinde saklı tuttuğu “diğer yönü” ve düşüşe geçmeye başlayan anlatımda
bence asıl sebeplerden birini veriyor. Nihayetinde kadınlarla olan
ilişkisindeki tutum ve davranışları bana göre basbayağı hayata karşı olan genel
bakışını, insan ilişkilerindeki yüzünü gösteriyor.
Düşüş’te, Clamence’in özellikle, başından
beri toplum içinde takındığı tavrı özetleyen ve anlatım boyunca devam eden bir
anı var; kendisini suya atan kıza arkasını dönüp gittiği, köprüdeki o anı.
Okurken fark edeceksiniz, ya da okuduysanız hatırlarsınız, kendisi oradaki
pasifliği ile bence zaten düşüşte olan bir hayatın farkına vardığı o kırılma
noktalarından birine dağiniyor.
Günler geçtikçe düşüş hızlanıyor, hızlanıyor
ve bence son sayfalarda yere çakılmasıyla son buluyor.
Bir adamın iki farklı yüzünü arasında geçişi
görerek, insanın varlığına dair bir çok detayda saklı sorgulamaları
okuyabileceğiniz, finali sürprizle biten bir kitap Düşüş.
2 yorum:
Maalesef daha evvel okuldaki okuma parcalari disinda Camus okumadim ama en kisa zamanda Yabanci ve Dusus'u okuyacagim.
Naçizane tavsiyem önce Yabancı'dır, neden bilmiyorum ama ben bu sırayla okuduğum için olabilir, Yabancı belki biraz da yazarın tarzı açısında Düşüş'e de alıştırma gibi, olabilir.
Yorum Gönder