Okuduğum ikinci Ketil Bjornstad romanı ve kesinlikle söyleyebilirim ki
Türkçe’ye çevrilmeyen her eseri bizim için bir kayıp. İlk kez 2006 yılında,
Eskişehir’de okurken “Müzik Uğruna” adlı şahaserini (evet, aynen böyle çünkü)
okumuştum, sonrasında arayıp da bulamadığım Düşüş’ü okumam ise yedi yıl sonrayı
buldu. (internetten kitap alışverişi yapmaya bir yıl önce başladım çünkü)
Büyük bir sanatçı olduğunda sanırım dünyanın geri kalanı ile hemfikir
olduğum Bjornstad’ın Düşüş’ünde, soyadı da kitaba adını veren (Norveç dilinde
de Fall, düşüş anlamına geliyormuş zira) Erling Fall ile tanışıyoruz. On dört
yılını beraber geçirdiği eşi Merete Bover’in kendisini bir başka erkek, üstelik
Fall gibi bir yargıcın yanında – Fall’ın gözünden bakarsak – lafı bile
edilemeyecek olan bir gitarist için boşaması ardından, kendisini, hayatını ve
evliliğini gözden geçirmeye başlayan Fall, kelimenin tam anlamıyla bir düşüş
yaşıyor, hem de öyle böyle değil. Karısını bir türlü unutamayan, her anında onu
düşünen, bu terk ediliş akabinde tüm evliliğinin her saniyesini acıyla
anımsayan Fall, karısını taciz etmekle de suçlandığını öğreniyor. Sonu gelmeyen
telefon aramalarından rahatsız olan Merete Bover, Fall’dan şikayetçi oluyor.
Erling Fall, hayatı boyunca adil davranmaya, doğruya karar vermeye ve
adaleti sağlama yükümlülüğünü hakkıyla icra etmeye çalışan bir adam olarak,
uğradığı adaletsizliğin ardından bir çıkmaza giriyor. Tam da bu sırada işinden
izin alıyor ve yolu okul arkadaşı, milyoner Gudmund Kværland
ile karşılaşıyor. Fall’ın aksine, baskın ve güçlü bir karakter olan Kværland’ın tüm masrafları
karşılaması ve iknası ile beraber, bir “tomar” adamla beraber Himalayalar’a
tırmanmaya karar veriyor. Kendisi gibi bir çok konuda “yenik” durumda olan ve
kendisini ispatlama çabasına girmiş bir erkek grubu ile beraber sonunda
içlerinden birinin acı kaybı ile sonuçlanacak, ancak zirveyi de görecekleri
(Fall zirveye tırmanmayan kısımda yer alıyor olsa da) bir gezinin ardından,
“hayata bir şeyleri ispatlamayı başarmış orta yaş üzeri erkekler” olarak
geziden dönüyorlar.
Bu gezinin bir tür sınama
tarafının da olduğunu Fall daha sonar anlıyor; öyleki durgun ve sessiz mizacı
altında fırsatları görme ve gereken darbeyi en iyi zamanda indirebilme özelliği
Kværland
tarafından farkedilen Fall, görevinden ayrılarak Kværland şirketlerinde
danışman olarak çalışmaya başlıyor. Hayatına girecek olan ikinci kadın, Sophia
Lee ile de işte bu işinin sebep olduğu bir gezi sırasında, uçak yere inmeden
hemen önce rüyasında Merete Bover’i öldürmesinin dehşetinin ardından tanışıyor.
Merete Bover’i iki yılın ardından öldürmesi
ile içinde bir şeylerin, o dayanılmaz acının dindiğini görmesinin ardından
gelen süreçte, kendisinden yaşça küçük ve onu hakedecek ne yaptığını bilmediği
bir kadınla tanışmasının ardından düşüşün son bulduğunu düşünmek gibi bir
hataya okurken kapılmadım.
Kapitalizmin görkemini yaşayan zengin
Norveç’li Kværland
ile çalışan ve hatırı sayılır bir para kazanmaya başladığı dönemde, komünist
bir anne babanın kızı olarak, komünizmi savunan ve bunu kapitalizmi yerden yere
vurarak yapmaktan – doğal olarak – çekilmeyen Sopjie Lee ile tanışmasının
ardından, aradığı mutluluğu/hak etmek için ne yaptığını bilmediği mutluluğu
tadan Erling Fall’ın geçirdiği ruhani değişime satırlarda şahit olsak da,
hikaye boyunca sure gelen bir “rahatsızlığın” olduğunu da göz ardı etmek mümkün
değil.
Bir “hiç” olarak
tanımlandığı karısı tarafından tepe taklak olacak bir sürece itilen Fall’in
düşüşünde, kabusunda Merete Bover’i öldürdüğü ana kadar yaşadıklarının, en
azından “mutlu bir ilişki ile silinemeyecek” kadar uzun vadeli sonuçları
olacağını kestirmek mümkün. Ancak bir aldatmanın ardından yitirilen değerlerin,
ileriki bir “mutluluk” durumunda nasıl geri dönüşlere sebep olabileceğini de
işte Düşüş’ün son sayfalarında göreceksiniz. Öylesine bir etkisi oluyor ki
Merete Bover ve yaptıklarının, belki siz de benim gibi okurken Erling Fall’e
inanamayacaksınız.
Merete’e olan sevgisi ve
onu mutlu etme isteği yüzünden bir kısırlaştırma ameliyatına razı olan (Merete
Bover’in kendisi uğruna terk ettiği eski kocasından olma iki kızı bulunmakta)
ve onun kızlarına iyi bir baba olan Fall, bir kadını mutlu etmek ve elinde
tutmak için yer yer bocalayan bir tavır sergiliyor. Bunu da kendi içe
kapanıklığı ve evlendiği Çinli kadın ile Norveçli bir erkek olarak kendisi
arasında oluşması muhtemel kültür
farkına yoruyor zaman zaman.
Düşüş boyunca tesadüfen
bulduğu bir çalıya, ardından bir çalıya ve bir çalıya daha tutunuyor Fall. Kværland (burada belki roller
değişik, tutunan ya da tutunulandan ziyade “yöneten Kværland”), Sophia Lee,
Schubert…
Uzun zamandır okumak
istediğim bu kitabı neden daha önce alıp okumamışım, bilmiyorum. Öyle bir
anlatım, öyle yoğun ve derinlemesine sunulan bir insane portresi ki, her bir
hücresine kadar işleyen fikirlerini dikizlediğiniz Erling Fall sanabilirsiniz
kendinizi okumaya bıraktığınızda. Onunla aynı adımları atıp, aynı korkuyu ya da
suçluluğu duymaya başladığınızda, kitap sizi içine hapsetmiş demektir. Şanslı bir
hapislik. Zira içine düşeceğiniz dünya okuduğum en iyi yazarlardan birinin
yaratımı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder