Her şey, Mezentia Cumhuriyeti’ndeki mühendis
Ziani Vaatzes’in kızına hediye olarak “şartnamenin” dışında ölçüler kullanarak
bir oyuncak zil yapmasıyla başlıyor. Bu ihlal o derece büyük bir suç ki, kimin
ihbarıyla ve nasıl ortaya çıktığı belli olmayan bir şekilde Vaatzes ve
ailesinin yaşadığı eve bir baskın yapılıyor ve bulunan “zelil” sebebiyle
Vaatzes ölüme mahkum ediliyor.
Ancak işler, asıl bu mahkumiyetin ardından,
infazını beklediği sırada gerçekleşiyor; Ziani Vaatzes firar ediyor ve o
sıralarda Mezentia ile girdiği savaştan yenik olarak ayrılmakta olan Eremia
Montis’e sığınıyor; Eremia da kendisini kabul edip, ülkesine götürüyor. Bahsi
geçen yenilginin ise ilginç bir yanı var; Mezentia ile savaş sırasında,
Mezentinler’in kullandığı “Akrepler” ile Eremia Montis ordusu resmen yerle bir
ediliyor, zira bu akrepler vasıtasıyla uzak mesafeden fırlatılan demirler, ilk
kez böyle bir savaş makinesi gören Eremia askerlerini yere adeta zımbalar gibi
çakıyor. Ve bu akreplerin yapımını tahmin edin, kim biliyor: Vaatzes. Vaatzes,
artık ülkesinin bir sırrı olan akreplerin yapımını bilen bir mühendis olarak,
ülkesinden “hıncını” almak ve hayatına devam edebilmek için tek yapması
gerekeni yapıyor; Eremia’ya akreplerin yapımını öğretebileceğini söylüyor.
Hikayenin başlangıcı böyle. Hınç’da
birbirinden farklı, öylesine farklı ki teknolojileri arasında uçurumlar olan,
kültürleri ve yaşamları birbirinden öylesine farklı olan ülkeler var ki, sanki
aynı zaman içinde yaşamıyorlar gibi düşünebilirsiniz. Şöyle ki, bir dükalık olarak
yönetilen ve sanayisi olmayan, tarıma dayalı bir şekilde var olan Eremia
Montis; gümüş madenlerinden başka ellerinde pek de bir şey olmayan Vadani,
teknolojiyi elinde bulunduran ve üretimlerini diğer ülkelere de satan (ve hatta
bunu birazdan okuyacağınız bir alıntıda detaylı anlayabileceğiniz üzere aslında
“pazarlayan) Mezentia Cumhuriyeti; milyonlarca insanın oluşturduğu, sayısı
bilinmeyen kabilelerden oluşan Cure Hardy ve son olarak paralı askerlerini
ihraç eden, denizin diğer tarafında kalmış olan Eski Ülke.
Birbirinden böylesine farklı ülkeleri hikayede
bir araya getiren ise, başta da belirttiğim üzere Vaatzes; zira kendisinin
başka bir ülkeye sığındığını öğrenen Mezentia Cumhuriyeti, bu “kanun kaçağı”nın
ülke sırlarını sığındığı ülkeye satacağından öylesine emin ki, hemen savaş
hazırlıklarına başlıyor ve yeterli asker temini için Eski Ülke’den destek
ordular geliyor.
Peki bu bilgiyi, Mezentia’ya kim veriyor
dersiniz?
Vadani kralı Valens. Üstelik Eremia dükü
kendisinin kuzeni olmasına karşın. İşte burada hikayeye çok klasik de olsa,
bence romanda çok tadında işlenen bir detay giriyor; Valens’in bir çocukken
aşık olduğu Veatriz, yıllar sonra “bürokrasi” gereğince kuzeni olan ve aynı
zamanda düşman ülkeler oldukları Eremia dükü Orsea ile evlenmek zorunda
kalıyor. Ayrıca Eremia’nın güçlenmesi demek, ezeli düşmanı Vadani’ye de saldırmak
için kendisinde güç bulması da demek.
Bu bilginin Mezentia eline geçmesinden sonra,
yenilginin sarsıntısını henüz üzerinden atamamış olan Eremia da bir süre sonra
Akrepler’i kullanarak Mezentia’dan intikam almaya, yeniden saldırmaya karar
veriyor ve böylece, hikayenin içinde, sonunda ortaya çıkacak olan savaşın ilk
adımları da yavaşça atılamaya başlanıyor.
Hınç’ın hikayesinin başını kabaca anlatmaya
çalıştım. Şimdi ise yazacaklarım benim kitap üzerine görüşlerimden ibaret
olacak. Bu ana hatlardan ibaret olan giriş bölümü size sade gelse bile
aldanmayın. Hikaye satırlarımdan çok daha fazlası.
Hınç, temposu hiç düşmeyen tabirinin hakkını
son derece veren bir roman. Sürekli, alttan alttan nerede ve nasıl patlayacağı
konusunda sürekli okuyucu bir gerilim ve merak içine düşüren bir yazışma
(Veatriz ve Valens arasında geçen, tamamen arkadaşça olan ancak aslında
olmaması gereken gizli bir yazışma bu) ile, Vaatzes’in hikayenin başlarında
Mezentia’da güvendiği tek arkadaşına gönderdiği ve içeriğini ancak kitabın
sonunda anlayabileceğimiz bir mektup ile ve elbette “savaşın sonucu acaba ne
olacak?” ile sürekli bir heyecan içinde okunuyor Hınç. Hikaye boyunca sonunda
açıklığa kavuşacak bir çok gizemli durum var ve bu öyle bir tat veriyor ki
okurken… Kitaptaki detaylar da ayrıca ilgi çekici ve kimliğini/cinsiyetini gizleyen yazar eğer bir kadın ise onu gerçekten kutlamak lazım. Zira alet edavatın işleyişi/mekaniği o denli anlatılmış ki, gözünüzün önüne her bir parçanın yerine oturuşu getiriliyor, kullanımı ve tasarımı konusunda neredeyse size "ders" veriyor.
Değinmek istediğim bir diğer nokta ise, günümüz
dünyası ülkeleri ile Hınç’daki ülkelerin birbirine paralellik gösterdiği
durumlar. Örneğin Mezentia Cumhuriyeti’nin Amerika Birleşik Devletleri olması
gibi! Şu alıntıyı paylaşırsam sanırım daha net olacak;
“O yabancı halkların kendileri için yapmayı planladığınız şeyleri
isteyeceklerini nereden biliyorsunuz?
“Kolay”, dedi Ziani. “Neye ihtiyaçları olduğunu veya neyi istediklerini
öğreneceğiz, sonra da yapacağız”.
“Ya istedikleri her şeye zaten sahiplerse?”
“Onları başka şeyler de istediklerine veya sahip oldukları şeylerin daha
fazla miktarına gereksindiklerine ikna edeceğiz. Bu konuda iyiyzdir.”
Ya da paralı askerlere sahip bir ülke, ya da
tarıma dayalı ve dışa bağımlı bir ülke… Muhtemelen siz bu satırları okurken
aklınıza günümüz dünyasından bir ya da birkaç ülke gelmiştir bile, yanılıyor
muyum?
Kitaba ismini veren hınç da kitapta çok güzel
işlenmiş.
Burada da insandaki kin, nefret ve intikam
duyguları bu kitabın da satırlarını sarmış durumda. İçten içe duyulan nefretin
ne denli çetrefilli yollarla bir intikam mücadelesine dönüştüğünü gördüğünüzde,
insanoğlunu ayakta tutan bu nefretin ne kadar tehlikeli olduğu bir kez daha,
belki biraz da şaşırarak göreceğinizi düşünüyorum.
Mühendislik Üçlemesi’nin ilk kitabı olan
Hınç’ın peşinden, serinin diğer iki kitabını da peşi sıra okuyabilme şansımız
keşke olsaymış, keşke aynı anda yayınlansaymış diye düşünüyorum. Kitap öyle bir
yerde bitti ki, devamını dair o kadar noktayı merak ediyorum ki gerçekten
okuyunca siz de aynı şeyleri hissedeceksiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder