Kaplan! Kaplan!’ı mayıs ayı
sonunda satın almış ve peşinden büyük bir hevesle okumaya başlamıştım. Her bir
sayfada da o heves azalmıştı çünkü kitaptan hiç hoşlanmadım. Ne hikaye, ne
anlatım bende en ufak bir merak uyandırmayacak şekilde ilerliyordu. Uzun süre
kendimi zorlamanın ardından kitabı okuyamayacağıma karar verip sürekli gözümün
önünde durabileceği bir konumda “uykuya” bıraktım.
Geçtiğimiz haftasonu da,
cumartesi günü elimdeki kitabın bitmesiyle beraber “dur ben şunu tekrar okumayı
bi deneyim” dedim. Çünkü böylesin övgüyle anılan bir yazarın, böylesine meşhur
bir kitabını okuyamamak bana kendimi baya bir kötü hissettiriyordu. Öyle de
duygusalmışım meğer kitaplar konusunda. Şaka. Neyse, devam edelim.
Kitabı bir gün içinde de
bitirdim. Meğer nasıl sürükleyici bir hikayeymiş o öyle! Bunu anlayamamış
olmama da ayrıca sinirleniyorum – gibi.
Gully Foyle benim adım
Terra benim yurdum
Derin uzay benim evim
Ve ölümdür hedefim
Jaunte’lemek, teletaşıma
keşfedilmiştir. İnsanlar kendilerini taşıyacakları koordinatları ve
bulundukları noktayı tam olarak bilirlerse, kendilerini bir nevi “ışınlayarak”
saniyeler içinde bir noktadan bir diğerine Jaunte’leyebiliyordur. Yalnız
jaunte’lemek belirli bir mesafe içinde sınırlıdır ve uzayda bunu yapmanız
mümkün değildir. Kelimenin isim babası ise ilk kez bilinçsizce kendisini
jaunte’leyen bilim insanıdır; kendisinin adıdır.
Göçebe’nin içinde, uzayda
sürüklenen, hapsedilmiş Gully Foyle ile başlıyor hikayemiz. Kendisini kurtarma
çabası karşılıyor bizi. Sürekli yukarıda yer alan dizeyi tekrarlayarak üç aydır
uzayın karanlığında sürüklenmektedir. Bu sırada, yanında Vorga adlı bir uzay
aracının görür. Gully, kurtarılmak için peş peşe yardım sinyalleri gönderir,
elinden gelen her şeyi yapar fakat Vorga kendisini gördüğü halde yanından hiç
bir şey yokmuş gibi basar gider.
İşte kitap boyunca Gully
Foyle’un nefretini, intikamını şekillendirecek olan olay da bu oluyor. Vorga
onu almadan gitmiştir. Onun da en büyük amacı Vorga’dan intikam almaktır!
Macera boyunca, Göçebe’nin
kendisine has bir sırrının olmasının yanısıra özellikle odaklanılan nokta Gully
Foyle’un intikam almak için çıktığı yolculuk. Bu yolda başına gelenler ve bir
macera filmini aratmayan görüntüleri gözünüzün önünde tereddütsüz oluşturabilen
anlatım sayesinde su gibi akan olaylarla beraber kendinizi geleceğin içinde,
bir kovalamacada buluyorsunuz.
Bir yandan PyrE adlı bir
maddenin peşinde olan onlarca insan, diğer yandan Gully Foyle’un kişisel
saplantısının peşinden koşması ve bu sırada PyrE’ye ulaşmak için Gully Foyle’un
peşinden koşan insanlar. Maddenin sırrını kitabın ilerleyen sayfalarında tıpkı
insanların Foyle’un peşinden koşmasının asıl amacının anlamanız gibi
okuyorsunuz.
Finalde, Foyle’un insanların
kendi hayatlarını kendileri belirleme şanslarının ellerinden alınması üzerine
yaptığı konuşma etkileyiciydi. İnsanların ya da –evrenin- hayatının gidişatını
bir grup insanın tekelindeki bir yönetimle belirleme fikrinden ne kadar nefret
ettiğini, insanların kişiliklerini hiçe sayarak toplum adına, milyonlarca insan
adına bir kaç kişinin ne verdiği kararların ne kadar “adil”(!) olduğunu
görüyoruz.
Küçük bir benzetme yaparak,
bir adamın intikamı uğruna yaşaması, hayatına devam etmesi ve o saplantısıyla
ilerlemesi bana The Crow: Eternal Love filmini getirdi. O film hayatta
izlediğim en güzel filmlerden biridir. Eric Drawen’ın mezarından intkamı için
dirilmesi ve amacı uğruna gözünü karartması, Gully Foyle’un intikam için yanan
benliğiyle çok benzer bence.
Bu arada olayların tamamının
uzak bir gelecekte geçtiğini belirtmekte fayda var. Bu, olan biteni daha
heyecanlı ve düşlemesi daha zevkli bir hale sokuyor.
Yine de kişisel fikrim,
geleceğin bu şekilde tasvir edilmesi beni her zaman korkutmuştur. Gelecek böyle
olacaksa gerçekten görmek istemiyorum. Insan aklının sınırlarının ötesinde olup
olmaması değil sorun, sorun aslında gücün ve tehlikenin insan hayatında daha
büyük bir yer kaplıyor olması ve beklenmeyen her anda karşısında bitivermesinin
kolay olması. Şu anki dünyada en büyük korkumuz savaş ya da doğal afetler iken,
bilimkurgu kitaplarında çizilen gelecekte her zaman felaketin felaketi daha
yıkıcı ve daha yakındır. Işte bu yüzden bilimkurgu içindeki geleceğin acımasız
kötülüğü bana her zaman içinde bulunduğum zamanı daha çok sevdirmiştir ve
kitabı kapattıktan sonra kendi zamanıma dönebilecek olmanın verdiği güvenle
okuyorum sanırım içten içe.
8 yorum:
"Ne hikaye, ne anlatım bende en ufak bir merak uyandırmayacak şekilde ilerliyordu."yu okuyunca gözlerim yerinden fırladı!!! Tam olarak aynı yanılgıyı yıllar önce Denizler Altında 20000 Fersah'ta yaşamıştım. Kitaba bir şans daha vermeniz çoook iyi olmuş :)
"Gully Foyle benim adım
Terra benim yurdum
Derin uzay benim evim
Ve yıldızlardır hedefim..." son pasajda bu şekilde değişir tekerleme :)
Settie : Bazen, bazı kitaplarda gerçekten "ya ben okuyamayacağım galiba" diyorum, bi kenara ayrılıyor kitap. Sonra dönünce "aaa negzelmiş" diye bitiriyorum :)
Antivenom: Galiba bir diğer baskısında kitabın adı da "Yıldızlar Hedefim" miş. Yanlış hatırlamıyorsam...
Doğru hatırlıyorsun, William Blake'in "Tyger Tyger" şiiri ilk sayfalara eklendiğinde adı değişti, öncesinde hedefim Yıldızlar adıyla basılmıştı.
Antivenom : Doğrudur.
Bu muhteşem esere şans vermeniz beni çok sevindirdi. Yazınızın başını okuyunca hemen gerisini okyuverdim. Çünkü bu kitabı sevmeyen birinin neden sevmediğini bilmeliydim. Yazının devamında kitabı sevdiğinizi okuyunca çok sevindim. Müthiş bir eser. Benim için baş tacıdır.
Bülent Özgün: Geç de olsa sonunda okuyup bitirebildim, arada kaybettiğim zamana yazık oldu, çok sürükleyiciydi çünkü...
Yorum Gönder