Mehmet Perinçek’in 2011 yılında yayınlanan kitabı
Türk – Rus Diplomasisinden Gizli Sayfalar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
temellerinin atıldığı günlerden günümüzde dek Rusya ile olan ilişkilerimizin
derinliği hakkında fikir sahibi olmak isteyenler için mükemmel bir kaynak.
Öncelikle, normalde tanıttığım kitaplardan bir
hayli farklı bir konumda. Cahil olduğumu düşündüğüm bir konuda daha fazla bilgi
sahibi olmak için okudum. Diğer kitaplar ile de devam edeceğim açıkçası. Sırada
Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri var, yazar elbette aynı.
Aslında yazar ve 2011’den günümüze yaşadığını
tahmin ettiğim ve bizzat bir hukuksuzluk içinde yaşadığı akıl almaz gerçeklere
dair söylemek istediğim çok şey var ancak kitaba odaklanmayı şimdilik tercih
ediyorum. O konuda yazmaya başlarsam sayfaların yeteceğini sanmıyorum.
Devam edelim.
(Önemli not; kitap hakkında yazarı eleştirmek
haddim olmadığı için – zaten konu hakkında kendisiyle kıyaslandığında bilgimin
ne kadar olabileceğini de göz önüne alırsak – aslında kısaca içeriğin ve
aklımda kalan önemli noktaların kısa bir özeti olacak.)
Birinci Dünya Savaşı öncesinde kurulan Türk – Rus
Dostluk Cemiyeti ve dönemin koşulları bakımından kurulmasının önemi ilk olarak
ele alınan konu. Savaş öncesi Almanya riskine karşı kurulan bu cemiyetin Rusya
için bir tür “önlem” olarak görülmesi bir yana, her iki taraf açısından da
olumlu sonuçlar doğurduğunu görmek mümkün. Böylece her iki ülkenin de birbirine
gittikçe yakınlaşmaya başlamasını belgelerle görebilirsiniz.
Türk – Rus dostluğunu farklı boyutlarda ele alarak
ilerliyor kitap. Bu dostluğun farklı konulardaki boyutlarını ele almadan önce
benim öncelikle değinmek istediğim şey ise Mustafa Kemal ve Lenin’in
devrimlerinin birbirlerinin destekçisi, belki birbirlerinin yaratıcısı ve aynı
zamanda her ikisinin de birbirinin teminatı olduğu gerçeği. Zira Türk ve Rus
devrimlerinin yerlerini aldıkları ideoloji için nasıl bir tehlike olduğunu
belki hala ve farklı ülke ve zihniyetler için hala birer tehlike olduğunu-
gördüğümüzde, bu birlikteliğin aslında dünyaya karşı bir meydan okuma olduğunu
söylemek doğru olur. Özellikle Moskova Antlaşması ve Kars Antlaşması ise
batı emperyalizmine karşı bir olduklarını resmen ilan etmiştir bu iki devlet.
Birbirlerine destek olmaya ve her iki devrimi de
yaşatmaya böylesine inançlı olan iki ülke, aradaki ilişkileri geliştirmek adına
sıkça ve her şeye, her zorluğa (FİFA gibi) aralarında futbol maçları bile
düzenlemiştir. Kitapta uzun bir bölüm halinde ele alınan iki ülke ve futbol
konusunu severek okudum. Öyle ki her iki takımın da rakip ülkeye maça
gittiğinde neredeyse devlet adamlarına yakışır karşılama törenleri karşılanan
ve ağırlanan takımlar ya da iki ülkenin arası bozulmasın diye yok sayılan
goller ya da araya devlet adamlarının girmesiyle sakinleştirilen ateşli maçlar…
Her ne kadar sıkça bir tebessümle okusam da aslında geçmişe dair bende de bir
özlem uyandırdı. Ne bileyim, ülkemizdeki bir statta siz de Türkiye’nin kardeş
Rusya’yı selamlamasının pankartını görmek, Rusya’da bir dergide Türk – Rus
kardeştir yazısını görmek istemez misiniz?
Bunları, bana emanet edilen ideolojiye dayanarak
söylüyorum.
Son olarak, Türkiye’deki sanayileşmede Rusya’nın
payı. Maddi yardımlarıyla olduğu kadar teknik ve eğitim gibi konularda da,
mühendis yetiştirmek ya da iş gücü eğitebilmek amacıyla Rusya’nın Türkiye’ye
olan desteği detaylarla anlatılmış.
Küçük bir detay ise, İstiklal Caddesi’nin ismine
nasıl kavuştuğunu açıkçası ben bilmiyordum, bunu da öğrenmiş oldum.
Her bölüm sonunda belgelerin orijinalleri ve
bölümde geçen kişilerin fotoğrafları gibi başka yerde bulamayacağınız ekler mevcut.
Eğitim sistemimiz ilköğretimde de lise de de –en
azından benim zamanımda, şimdi liseler nasıl zaten hiç bir fikrim yok- tarih
kitaplarında aynı cümlelerle işlerdi konuları. Mesela sizin de Rusya dendiğinde
aklınızda kalan o kalıplaşmış “sıcak denizlere inme politikası” değil midir?
Elbette bilginin yanlışlığından bahsedecek değilim, yanlış da değil zaten de.
Bahsetmek istediğim bir şeyin derinine hiç inmeden öğreniyoruz genelde, ya bir
sınav ya da benim zamanımdaki gibi ÖSS için. Daha fazlasını öğrenmek için,
merak etmeye başladığınız o şanslı anda da karşınıza doğru kaynaklar çıktığında
kendinizi şanslı sayın bence. Bu kitap gibi. Özellikle öyle bir devletle olan
ilişkimizden bahsediliyor ki, günümüz dünya siyaseti içinde içinde olduğumuz
konumu da göz önüne alırsak, geçmişten belki de o klişe “ders çıkarma”
noktasına bile gelebileceğimiz bir devletle. Ya da ideoloji ile diyelim. Umarım
anlatabilmişimdir. Siyasi ilişkilerimizin, dünya üzerindeki önemimizin o halden bu hale nasıl geldiğini ise acı
içinde okuyabilirsiniz. Kitabı kapattıktan sonra haberleri ya da bir gazeteyi
açmanız eminim içinizi sızlatacak.
Severek, neredeyse bir günde bitirdiğim bu kitabı
gözüm kapalı tavsiye ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder