Okuduğum her
China Mieville kitabı ile beraber kendimi, bir yazar olarak gördüğüm kendimi
oldukça bahtsız hissediyorum. Kendisinin yaratıcılık mertebesinde bulunduğu
noktadan o kadar uzak olduğumun farkında olduğum her an, kendime bakışımdaki
üzüntü bir yana, kendisine bakışımdaki hayranlık bir yana, farklı seviyelerde
hızla yükselmeye başlayan iki ok olarak bir grafiğin üzerinde seyre başlıyor.
China Mieville ile kendimi kıyaslama gafletine düşüyor gibi görünsem de,
bahsetmek istediğim asıl konu yazarın her bir satırını okudukça yazara duyduğum
hayranlığın artışı elbette.
Perdido
Sokağı İstasyonu'nu kısa zaman önce edindim ve bir iki gün önce de bitirdim.
Öyle bir dönemde okumuşum ki, bunu da şansa bağlıyorum, devam kitabı
"Yara" da dilimize kazandırılmış. Kısa zamanda onu da okuyup, arayı
soğutmadan hikayeye devam etmek istiyorum.
Hangi hikaye
derseniz:
Yeni
Crobuzon, birbirinden farklı ırkların, devletin bir cezalandırma yöntemi olarak
kullandığı yeniden yapılandırmaya maruz kalmış Tekraryapımların (aslında bu
sürekli olarak cezalandırma amacıyla da yapılmıyor, yanlış anlamadıysam isteğe
bağlı ya da ihtiyaca bağlı da yapılabiliyor) oluşturduğu bir şehirdir.
Merkezinde ise Perdido Sokağı İstasyonu bulunmaktadır.
Kahramanlarımızdan
Isaac Dan der Grimnebulin üniversiteden ayrıldıktan sonra kendi çalışmalarına
ağırlık vermiş bir bilim adamıdır. Bir gün kapısı, umutlarını bağladığı
imkansız bir dilek için kendisine ulaşan bir başka ırk, bir Garuda tarafından
çalınır ve Yagharek adlı bu Garuda'nın isteğinin peşinden, bir bilim insanının
kendisini cezbeden ve merağını uyandıran, hatta kendisini tavlayan bir
"buluşun" peşine koyulur gibi çalışmaya başlar. Ve bizim hikayemiz de
aslında bundan sonrasıdır.
Hikaye,
beklenmeyenin etkisi altına giren bir şehir ve çıkış noktasının aranması ana
ekseninde, her bir karakterin kendi hikayelerinin de katmanlarıyla
zenginleşiyor.
Hikayeye
dair belki şimdiden bile çok şey söylemiş olabilirim. Bu yüzden susuyorum.
Kitabı okumadan hikayeye dair pek az bilgim vardı ve okuyan herkes aynı tadı
alsın istiyorum.
China
Mieville, okuduğum diğer iki kitabına (Şehir Ve Şehir ve Kral Fare) nazaran
Perdido Sokağı İstasyonu'ndan tüm yaratıcılığı ve zekasıyla karşımda daha bir
ihtişamlı durmaya başladı. Beni benden alan Şehir Ve Şehir'i bir kenara ayırıp,
kurgusundaki dehaya hayran kaldığım Perdido Sokağı İstasyonu hakkında söylemek
istediklerime geçmek istiyorum.
Öncelikle
artık tamamen dünyanın, bildiğimi anlamda dünyanın görselliğinden ve ırklarının
sınırlılığından ayrılmış bir dünya bizleri bekliyor. Şehir, benim aklıma
nedense, başta Londra'yı getirdi. Daha grotesk bir havaya, daha gotik bir
havaya bürünmüş ve yıpranmış, berelenmiş hatta çürümeye başlamış bir Londra
getirdi aklıma. Bunu yazara ya da benim kolayıma kaçmasına bağlayabiliriz. Ya
da başka bir şeye. İçinde bulunduğumuz şehir içinden geçen nehir ile ikiye
bölünmüş, tren yolları ile bir ucundan bir ucuna uzanılabilen, merkezinden
uzaklaştıkça tehlikeye, farklılıklara ve aslında daha da ve daha da yoksulluğa
ve suça çıkılan bir yer, Yeni Croubzon.
Yeni
Croubzon'da ırk çeşitliliği akıl almaz boyutlarda. Tekraryapımların sunduğu (!)
sınırsız kombinasyon seçeneği ile karşınıza çıkabilecek canlı görüntüleri
bilinen kat be kat ötesinde. Hepsinin yanında, Tekraryapımlar haricinde
karşımıza çıkan ırklar ise basit farklılıklardan öte, her birini
bilimkurgu/fantastik dünya için bir kazanç olarak görüyorum. En basitinden,
sürekli karşımıza çıkan Lin karakterinin ait olduğu Kepri ırkı ve bu ırka dair
özelliklerin detaylı betimlemeleri, kapasiteleri ve bedenlerinin tasviri o
kadar detaylı işleniyor ve işlevleri o denli vücut bulacak şekilde satırlara
yansıyor ki, hayal kurma yetisi pek gelişmemiş (hakaret anlamında söylemiyorum)
okuyucu için bile kanlı canlı biçimde tüm kitap boyunca yanı başınızda
bulunmaya devam ediyor.
Tıpkı Kepri
ırkı gibi onlarca farklı ırk karşımıza çıkıyor. Zira şehrin farklı bölgeleri
farklı ırkların neredeyse egemenliği altında. Ancak yine de asıl egemenlik, tüm
yeraltı şebekeleri ve suçlu oranına
rağmen devletin elinde.
Perdido
Sokağı İstasyonu'nu günümüz dünyası ile kıyaslamak, tüm uçlarda ırklara ya da
şehrin havasına rağmen mümkün. Zira mafya - devlet ilişkisine değinen ya da
devlet sırlarına değinen bölümlerde her şeye rağmen size de tanıdık gelecek
kısımlar olacağından eminim.
China
Mieville bildiğim kadarıyla, lütfen yanılıyorsam düzeltin, İngiliz İşçi Partisi
üyesi. Bu vesile ile kitaplarındaki genel havada (Kral Fare'de sosyalist bir
babanın ölümü ile başlayan süreçte oğlunun sürüklendiği macerayı hatırlayalım,
örneğin) yine kendi ideolojisinden parçalar görebiliyoruz. Örneğin hikaye
boyunca etkisi hissedeceğiniz işçilerin grevi ve devletin bu greve yaklaşımı,
bastırma ya da susturmaya yönelik girişimleri her ne kadar kurgu bir ülkede ve
zamanda geçiyor bile olsa size fazlasıyla tanıdık gelecektir.
Öte yandan
Lin karakteri üzerinden bağlı olduğu sosyal çevreden kopuş, kendi kültüründen
ve geçmişinden bir şekilde uzaklaşmaya çalışma, yeni bir dünyaya açılma çabası
içindeki genç bir kadın örneği üzerinden de uyum sağlama ya da aidiyet hissini
oluşturmaya çalışan bir sanatçının, bir kadının hikayesini okuyabilirsiniz.
China
Mieville'i durup durup yeniden alkışlamak için bahaneler aramıyorum ancak
kitabın başına yerleştirdiği haritaya kitabın sonunda dönüp tekrar baktığınızda
o harita size üç boyutlu vere her bir noktasında gerçek hayatı görebileceğiniz
bir kuşbakışı sunacak. Şehir ve içindekiler sizin için o kadar detaylı
tanımlıyor ve öylesine gerçekçi anlatılıyor ki, Yeni Croubzon bir süre sonra
avcunuzun içi kadar iyi bildiğiniz bir yer haline geliyor. Her köşeden ne
çıkabilir, siz de biliyor gibi olacaksınız. Ancak, elbette bu bile sizi bir
sonraki sayfada bekleyen süprizlerin şaşkınlığından alıkoyamayacak.
Her bir
satırında kovalamaca, macera ve süprizlerle dolu, kurgunun üstatlarından bir
yazardan, mükemmel bir kitap, mükemmel olduğundan emin olduğum bir seriye
başlamak istiyorsanız yolunuzu siz de Perdido Sokağı İstasyonu'ndan geçirin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder