Ray Bradbury’yle tanıştığım kitap keşke Resimli Adam olsaymış! Bence
yazarla tanışmak için en iyi başlangıç bu kitapla olur.
Neden mi?
Yazarın on sekiz öyküsünün, “resimli bir adam” üzerinden anlatıldığı
bu kitapta haliyle öylesine çeşitli bir anlatım söz konusu ki, yazarın yalnız
bir hikaye üzerinden neler anlatabileceğini görmenin ötesine geçiyorsunuz.
Zamanda yolculuk gibi, geleceğin içinde geçen farklı zamanlar içine çıkılmış
bir yolculuk hissi yaratan bu kitaplar, sınırsız bir dünya içinde yazarı tanıma
şansınızı daha da artırıyor. En azından benim için böyleydi.
Vücudundaki resimlerin hikayeler anlattığı bu adamla karşılaşan
kahramanımızın uykusuna yatmadan önce gözlerini dikip izlediği hareketler
aslında bize bu on sekiz öyküyü sunuyor. Ancak öykülerinde devamında buna dair
bir gelişme yok, yalnızca son sayfada yeniden izleyici kahramanımıza dönüyoruz
ve hikaye bir süprizle sona eriyor.
Her bir öyküden bahsetmek gibi ne bir amacım ne de bir isteğim var
ancak hikayeler genelinde değinmek istediğim, hikayelerin genelinde öne çıkan
“geleceğin korkunçluğu ve umutsuzluğu”. Bariz bir karanlığın hüküm süreceğini
düşündüren gelecek ve geleceğin teknolojisinin getirisi, insanlık için iyi
olduğu beklenilen gelişmelerin aslında hayatları nasıl felakete sürükleyebilecek
güçte olduğuna değiniyor. Uzayın derinliklerinde bir yolculuğun mümkün olması
ancak bu yolculuğun bir felakete dönüşebilmesi gibi. Ya da bir oyun odası için
neler yapabileceğini hayal bile edemeyeceğimiz çocukların gelecekte bizleri
beklemesi gibi. Gelecek, karanlık ve bilinmezlik içinde bizi beklerken,
Bradbury’nin kaleminden aslında tamamen ürkütücü bir imaja da bürünebiliyor. Yağmurun
asla dinmediği bir gezegende hayatta kalma çabasıyla dolu, ancak umutsuzluğun
kollarına her bir adımda daha da düşen ve bundan kurtulmak için en kestirme
yolu seçebilecek kadar bıkmış olan karakterlerin içinde olduğu durumu siz de o
kadar derin hissediyorsunuz ki mesela, kuru ve üzeri kapalı bir yerde olduğunuz
için kendinizi birden, sırf bu yüzden şanslı sayabiliyorsunuz. Belki de, zaten
bu şanstır ve Bradbury içinde olduğumuz durumun aslında sabit ve beklenebilir
şeylerle dolu olmasının gelecek ve getirilerinden daha sakin ve daha sevilesi
olmasını anlatmak istiyor da olabilir. O da artık okuyucunun nasıl anlamak
istediğine kalmış sanırım.
Bunun yanında umut veren hikayeler de yok değil. Özellikle de din
üzerinden bir anlatıma gittiği Ateş Balonları’nda olduğu gibi geleceğin umut
verici gelişmelerinin din üzerinden, misyonerlik üzerinden anlattığını
düşünüyorum. Bu arada din konusu açılmışken, bana kitabın geneli Bradbury’nin
dinle olan ilişkisine dair genel bir tablo çizdi. Hatta internette biraz
araştırdım ancak henüz aradığım net bilgiyi henüz bulamadım.
Irkçılık, din, ölüm, robotlar, makineleşen insanlık, uzayda yolculuk
gibi çeşitli konuları işlediği her bir öyküyü okumak büyük keyifti. Özellikle
aklıma Fahrenheit 451’i getiren ve kitapları yasaklanan büyük yazarların başka
bir “şekilde” ve “yerde” yaşadığı hikayede Dickens’ı, Poe’yu görmek ilginçti.
Sanırım bu da bir çeşit selam göndermeydi.
Belki bir gün biz de satır aralarında Bradbury’ye selam
gönderebileceğimiz şeyler yazazabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder