Yüzyıllar sonra blog'a yazı ekliyorum ve hakkında yazdığım ilk yazı, bu sürecin sonunda, 1700'lerden. Ben de en son 1700'lerin sonunda blog'u güncelledim, bilmem fark eden oldu mu? Gelir gelmez dışlanmış ve sevilmeyen bir blog olduğumu da hatırlatmayı ihmal etmedim. Yabancılık çekmeyin okurken..... okuyan varsa.... belki.... umarım....
1764 doğumlu yazar Ann Radcliffe'in Sicilya'da Bir Aşk Hikayesi adlı romanı, gotik roman türüne dahil edilen bir roman. Yazıldığı dönemdeki türünün diğer örnekleriyle birçok ortak noktasını bulabileceğiniz olay akışına sahip; buna olumsuz bir anlam yüklemeyin. Burada çıtayı bir yere çekmiş ve ona göre bir değerlendirme yapıyor değilim hatta şu an yorgunluktan ölüyorum ve birkaç hafta önce okumuş olduğum bu kitabın yazısını inatla yazmaya çalışıyorum. O yüzden özür dilerim. Zaten sevmeyerek okuyorsunuz beni. Konu yine dağıldı.
Sicilya'da bir Aşk Hikayesi'nde, beklenen kaos ve gerilim ne zaman yaşanacak diye düşünürken sayfalar hızla geçiyor; zaten ortada bir müphemlik var. Bunun üzerine üst üste binmeye başlayan diğer unsurlar; büyük ve karanlık bir şatonun gizemi; aydınlatılamayan bu gizemin üzerine yaşanan bir dram; bunlara eklenen bir macera. Sicilya'da Bir Aşk Hikayesi, geçmişin gölgesinin sindiği bir gotik roman olarak, ki birazdan birkaç benzerini de anacağım üzere, aklınıza gelecek o ilk gotik romanların çoğundaki korkunun hakimiyetinden daha baskın biçimde bir kaçışın gerilimini yaşatıyor. Bu yüzden, okurken kafamda üçe bölündü akış.
Karakterlere de kısaca değineyim; isimlerine değil, zaten olayı da anlatmıyorum. Yazıyı yazma sebebim ben beğendiğim kitabı, siz de okumadıysanız okuyun demek zaten. Karakterler diyordum; her bir karakteri çok beğendim. Kibrin ölümcüllüğü, yeri geldiğinde bir toprak sahibi üzerinden yeri geldiğinde ölümcül dereceye varmasa da bir din adamı üzerinden, bazen hırslarına yenik düşen bir kadın üzerinden yansıtılmış. Öte yandan kadın karakterlerde asla boyun eğmeci ve kaderci bir tutum yoktu bence; inancın pasifleştirici bir etkisinin yapıştırıldığı karakterler olur ya; burada Radcliffe hanımefendi aksini koymuş; kadın karakterler çok güçlü. Asla pes etmeyen, yılmayan ve gözü kara kadınlar. Dönemi düşünürseniz; yazıldığı dönem ve kurgu içinde karakterleri içine atmaktan sakınmadığı durumlar, kendisi hakkında da bir fikir veriyordur belki. Ağırlıklı olarak da bir dayanışma hali kadınlar arasında, kadınların yardımlaşmasına da değinelim. Romanda, bir bölümde din kurumu - toprak sahipliği üzerinden yansıtılan otorite çekişmesi/şovu, iki tarafın da meselesinin nasıl sadece kendi otorite konumları üzerinden bir mücadeleye giriştiğini, buna karşılık, bahsettiğim bölümde asıl sorun olan karakterin mevcut durumunun akıbetinin nasıl geri plana itildiğini gösteriyordu. Vurgulamak istedim. Elbette kadınlar iyidir erkekler kötüdür değil, kardeşlik bağı, dostluk bağı gibi anlamlarla yazar kadın ve erkek arasındaki saygı ve sevginin bu kurumlar savaşının yanında nasıl bir dayanışmayı ortaya çıkardığı çok kez örnekliyor.
Evet.
Wilkie Collins'in Woman In White'ı, elbette en sevdiğim romanlardan biri olan Emily Brönte'nin Wuthering Heights'ı, Horace Walpole'dan The Castle Of Otranto (buna lisedeyken şarkı yapmıştım, şarkının adını kitaptan çaldığım yetmiyormuş gibi şarkının bir bölümünü de Impaled Nazarene'den çalmıştım. Şarkı gotik değil, leş iğrenç mağara dönemi black metaliydi. Çocuklarınızı sevdiklerinizi black metaldan koruyun) okurken ilk aklıma gelenlerdi.
Bu romanları seviyorsanız, bu romanı da seversiniz. Her şey her zaman iyi gitmez ama her şey her zaman da kötü gitmez.
2 yorum:
Okumaz olur muyuz? Dışlandığı ve sevilmediği düşünülen bloglar böyle kaliteli yazılar barındırıyorsa tüm blogları dışlanmaya ve sevilmemeye davet ediyorum... Şaka bir yana, sevmeyen kim, hişt, yok olsunlar... Ve, gene güzel bir yazı olmuş, ellerinize sağlık :) Yazılarınızı sektirmeden okuduğumu da belirteyim, yorum bırakamıyorum sadece her zaman. Sevgiler ^^
Aşk kitapları mı arıyorsunuz? Tıklayın: aşk kitapları
Yorum Gönder