Bu
hafta sonu insanlıktan çıkmış gibi okuyarak geçti sanırım. Az önce “Aksın
Gözyaşlarım” Dedi Polis’i bitirdim, hemen yazısını yazmak istedim. Okuyup –
yazmaktan ibaret bir insan olarak kendimi tanımlasam mutlu olurdum belki. Neyse.
Philip K. Dick sayesinde bir Pazar günümü tamamen başka bir dünyada geçirdim. İyi
de oldu. Haftanın 5 günü içinde yaşadığım dünyada hiçbir şey yok çünkü. (İddialı
sözler, hmm… Ne biçim blog burası?!)
Azmedeceğim
ve dilimize kazandırılmış tüm Philip K. Dick kitaplarını bu yıl okuyacağım. Sırada
“Yüksek Şatodaki Adam” var ama PKD üzerine PKD okuyarak devrelerimi iyice
yakmayı içten içe istesem de sanırım bir kitaplık mola verip, önümüzdeki hafta sonu
o kitaba başlayacağım.
“Aksın
Gözyaşlarım” Dedi Polis yine “gerçek” sorgusu yapıyor.
Jason
Taverner, her hafta Salı günleri akşam saat 9’da 30 milyon kişiye ulaşan bir
televizyon şovunun yıldızı, bir müzisyen ve sunucudur. Zenginlik, şan, şöhret
içinde yaşamaktadır.
Ta
ki bir gün…
Eski
kız arkadaşı kendisinden intikam almak için ilginç bir yol seçer, bir şekilde
Jason’un hayatını sonlandırmaya çalışır ancak Jason son anda kurtarılır,
hastaneye giderken yanında o anki sevgilisi vardır ve…
Jason
uyandığında pis bir otel odasındadır. Cebinde yüksek miktarda para, üzerinde
pahalı kıyafetleri hariç onu o yapan hiçbir şey yoktur etrafında. Kimlikleri
yoktur.
Tamamen
tanınmadığı, hatta varolmadığı bir dünyadadır artık!
Bildiği
dünyadadır, ancak sadece kendisi hiçbir zaman varolmamıştır!
Hakkında
hiçbir kayıt olmayan ve polis egemenliğindeki bir devlet içindeki polislerden,
yani “pol”lerden kaçmaya çalışarak yeniden kendisini ve başına ne geldiğini
çözmeye çalışmaya başlayan Jason’un ve medipol’ün başından geçen hikayeyi
okuyoruz kitapta.
Yan
karakterler olarak hikayeye yer yer dahil olan ve geçmişleriyle – şimdiki zamanlarıyla
Jason’la bir şeyler paylaşan kadınlar ile her bir seferinde farklı bir durumun
sorgusunu yapıyor Philp K. Dick. Elbette bu yalnızca bahsedilen kadınlar
ekseninde olmuyor ancak bana öyle geldi, neyse anlatamadım sanki.
Kathy
karakteri ile yine psikoz içindeki bir insanın bozulan gerçeklik algısı içinde
kendisine yarattığı gerçek içinde nasıl kendisini varedebilmeyi başardığını
görüyoruz ki beni kitabın başlarında oldukça etkileyen bir bölümdü. Hayata
tutunabilmek ve kendi akıl sağlığını koruyabilmek için (!) psikozunun içinde
yaşamaya alışmış genç bir kız portresi açıkçası acı vericiydi. Çekmeyen bilmez
diyorum ve susuyorum.
Kendisinin
“olmamasının” peşinden giden bir adamın hikayesi üzerinden anlattıkları sadece
psikozlar değil elbette. Philip K. Dick aynı zamanda polislerin ele geçirdiği
bir düzen içinde üniversitelerin nasıl talan edildiği ve öğrencilerin nasıl
kaçan konumuna düşürüldüğü, kısıtlanan hayatları içinde, çalınan özgürlükleri
içinde, kapüslerinde kendilerine ait adeta sığınak konumundaki alanlarda yaşam mücadelesi veren öğrencilerin nasıl pol’lerin hedefi haline geldiğini
ve çalışma kamplarının geleceğin dünyasında nasıl acımasızca hala var olduğunu
da bizlere gösteriyor.
Ensestin varlığı, sübyancılığın yasa dışı olmaktan çıktığı anormal bir dünya düzeni içinde, aslında düzen koyucuların kurduğu başka bir düzensizlik içinde bir dünya sunan yazar, insanların mutluluktan öylesine uzak olduğu bir dünya kurguluyor ki, okurken siz de içinde hissettiğiniz bu dünyada mutsuzluğu hissediyorsunuz. En büyük amacı kendisine ne olduğunu öğrenmek ve yeniden şatafatlı hayatına kavuşmak isteyen Jason bile mutluluğu aslında şöhretinde ve getirdiklerinde buluyor. Birey olarak yine mutluluğu bulma yöntemi olarak sabun köpüğü gerçekler dayandırılıyor desem yanılmış olur muyum acaba?
Ensestin varlığı, sübyancılığın yasa dışı olmaktan çıktığı anormal bir dünya düzeni içinde, aslında düzen koyucuların kurduğu başka bir düzensizlik içinde bir dünya sunan yazar, insanların mutluluktan öylesine uzak olduğu bir dünya kurguluyor ki, okurken siz de içinde hissettiğiniz bu dünyada mutsuzluğu hissediyorsunuz. En büyük amacı kendisine ne olduğunu öğrenmek ve yeniden şatafatlı hayatına kavuşmak isteyen Jason bile mutluluğu aslında şöhretinde ve getirdiklerinde buluyor. Birey olarak yine mutluluğu bulma yöntemi olarak sabun köpüğü gerçekler dayandırılıyor desem yanılmış olur muyum acaba?
1977
yılında yazılan bir kitap için günümüze çok da uzak sayılmıyor olsa gerek, ne
dersiniz?
Kitabın
sonunu ve olan bitenin açıklamasını o denli merak ediyordum ki bir günden az
bir sürede kitabı bitirdim. Sonuna dair en ufak bir şey söylemek ve ipucu
vermek istemediğim için yazıyı burada keserek huzurlarınızdan ayrılıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder