Bugünlerde
Philip K. Dick rüzgarı esiyor etrafımda. Kafa olarak da yıllar verdiği
birikimle(!) sonunda kendisine eşit bir yapıya ulaştım sanırım. Farklı
sebeplerden dolayı da olsa, belki aslında asıl bir ana sebebin sonucudur, aynı
şeyleri yaşadığımızı düşündüğüm bu efsane yazarın bu hafta sonu okuduğum kitabı
Şizofreni ve Değişimler Kitabı’ydı. Oldukça kısa bir kitap, 50 sayfa. Ancak
üzerine yazacak ve söyleyecek şeylerim belki 50 sayfadan daha uzundur. Ama
burası bir blog olduğu için “insan gibi” davranacağım ve “insan gibi”
yazacağım. Yine de baştan uyarımı yapayım; bu yazı tamamen bencilce ve
neredeyse sesli düşünmeden öte bir anlam taşımayacak şekilde kurgulanmıştır.
Sadece okuduğum satırların bende düşündürdüklerini yazacağım. (Tamam, evet,
normalde aynı mantıkla kitap yorumları yapıyorum gibi görünebilir AMA bu sefer
değil. Bu başka.)
Yazar
öncelikle bireyin özellikle ergenliğin getirdiği yeni dönem içinde içsel dünya
(idios kosmos) ve ortak dünya (koinos kosmos) çatışmasıyla başlayan bir süreç
sonucunda gerçekliğin acıtan tarafıyla ilk kez gerçekten yüzleşemeye
başlamasını ve bunun sonucunda alternatif gerçekliğine, kendi gerçekliğine
doğru hızla kapanmasını anlatıyor. Verdiği örnek üzerinden gidersek; gittikçe
hayattan beklentileri gerçekleşmeyen genç kendisini kendi yarattığı bir dünya
içinde, yeni olasılıklar ya da sonuçlar içinde buluyor. Bunu da reddedilen bir
genç üzerinden veriyor mesela.
Tabi
bu da temelleri atıyor diye düşünebilirsiniz.
Okurken
sürekli olarak kendime hatırlattığım, yazarın LSD kullanımı olmak zorundaydı.
Zira bunu satırlara kendisi de sıkça yansıtıyor. Kitabı saf bir şizofreni
üzerine düşünceler kitabı olmaktan çıkarmama yarayan da işin bu kısmıydı
aslında. Kendisinin de değindiği gibi psikotik düşüncelerin ortaya çıkışında
–biliyorsunuzdur diye düşünüyorum- uyarıcıların yeri büyük. Yani etrafınızda
uyuşturucu kullanan ya da kullanmayan şizofreni hastaları varsa bunu
tedavilerinden yakalayabildiğiniz detaylarda görebileceğinizi düşünüyorum.
Philip
K. Dick’in sanrılarının ne kadarının gerçekten şizofreniden, ne kadarın LSD’den
kaynaklandığını gerçekten merak ediyorum. Ancak bu konuda aydınlanamadım
açıkçası. Yaklaşabildiğim tek dayanak, yazarın sürekli psikozu dayandırdığı
uyuşturucu oldu. Yine de bir taban üzerine oturtmaya çalışırsam, LSD’yi sadece
tetikleyici olarak görüyorum kendisi için. Of, lütfen biri beni kendisiyle bir
iki saatliğien görüştürebilir mi?
Kitapta,
eğer aynı durumda değilseniz kesinlikle aynı güçlü duyguyu alamayacağınızı
düşündüğüm, yazarın Hume alıntısı yaptığı bir paragraf var. Kitabın 29.
sayfasında geçiyor, olduğu gibi aktarmak istiyorum:
“Psikozlu
hasta zarif kanatlarıyla duvarda gezinen dört mavi istiridye gördüğünü sanmaz;
onları gerçekten görür. Açıkçası halüsinasyon beyinde üretilmez; tıpkı bütün
“gerçek” duygusal veriler gibi beyin tarafından algılanır; hasta kendine son
derece gerçek gelen gerçeklik algılamasına bizim duyusal verilere gösterdiğimiz
gibi mantıksal bir tepki gösterir. Her halükarda hastanın “gördüğünü sandığını”
varsaymak psikozlunun yaşadığı tecrübeyi yanlış anlamlandırmaktır.”
Etkileyici,
değil mi? Gerçeklik algısını kitaplarında sıkça sorgulayan ve gerçek içinde
kısmen kayıp, bazen fazlasıyla “içinde” olduğundan emin olduğum yazarında tıpkı
benim gibi düşünüp, bu satırlardan aynı derecede etkilenip kitabına koyduğunu
düşünüyorum.
500
sayfa yazmak istiyorum konuyla ilgili. Kimse okumaz ama.
Kitaptan
bir paragraf ile bitireyim:
“Gerçek
veya gerçek dışı, algılama sistemi içinde meydana gelir ya da algılama sistemi
tarafından geçerli bir şekilde algılanır çünkü bazı kimyasal ajanlar normalde
beyin metabolizmasında mevcut veya aktif değildir, “halüsinasyondan
kaynaklanan” dediğim bu paylaşılmayan dünya yıkıcıdır.”
Soruyorum;
gerçek nedir?
Psikozlunun
gerçeğinin gerçek olmadığını nasıl ispatlayabilirler?
Sevgiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder