Sırça Fanus’u, bir Tezer
Özlü romanı olan Çocukluğun Soğuk Geceleri ardıdan okudum.
Bu iki yazarı bazı yönlerden
benzer gördüğüm noktalar var.
Ancak şimdi sadece Sylvia
Plath’dan bahsetmek istiyorum.
Sırça bir fanusun içinde
tıkılıp kaldığının bilincinde olmanın ve sahte kaçışlar yaratmanın nasıl bazı
şeyleri daha da körüklediğini gördüğüm bu roman, bana gerçek ve belki bir çok
insanın da başından geçen bir kabus gibi geldi. Yaşamdan uyanıp kabustan
kurtulmaya çalışırken, ölümün kollarına doğru son nefeslerini vererek yürümek.
İşte bunu düşündüm.
Esther Greenwood,
“delililğin dağlarında” gezerken, ben de burada, ondan yıllar sonra yolda
adımlarımı onunkiler gibi atıyor, onun cümlelerine benzer iç sesimle sokaklarda
dolaşıyordum.
Ancak her zaman farklı
kılan, insanın ölümden kaçmaya çalışmasının yanında, onun ölüme yaklaşmaya
çalışmasıydı.
Esther hayatındaki
kalıplaşmış doğrular içinden kendini sıyırmaya çalışırken, bir kaç noktada
aklıma Tezer Özlü geldi, sonra yine kapılıp gittim romana. İntihar etmeye bu kadar
niyetlenmişten aslında her kıyıdan dönüşünde ve vazgeçişinde, insanın içindeki
en temel güdü harekete geçiyor ve onu hayattan koparmamak için çırpınıyordu
sanırım. Yoksa, gerçekten pansiyondaki diğer insanlar sürekli onu rahatsız
edecek endişesi ile bileklerini küvette kesme fikrinden uzaklaşması nıya da bir
türlü kendisini asamamasını okumazdık. Öyle ki, kitabın ilerleyen sayfalarında
bir intiharı, kendini asarak gerçekleştirilen bir intiharı gördüğümüzde,
aslında Esther’in de istese bunu hemen o anda başarabileceğini görmüyor muyuz?
Aslında, istemiyordu. Kıyas yapıldığında, en başarılı intihar girişiminde bile,
yine de bulunması şansını göz ardı etmeyerek ve bunu içten içe kullanmaya hazır
biçimde gitmiyor muydu ölüme?
Sylvia Plath’ın intiharında
da aslında ölme istediğinin olmadığı kanaatindeyim, eğer Sırça Fanus’a
otobiyografik bir roman diyeceksek, Plath aslında hiç bir zaman ölmeyi,
hayatını karanlığa gömmeyi istememişti diyebiliriz diye düşünüyorum. Kitapta da
bahsettiği gibi, tabanca ile intihar etmesinin aslında başarısızlıkla
sonuçlanabileceği kanaatindeydi ancak bana biraz da aslında tabancanın daha
kesin bir ölüm ihtimalinin yüksek oluşundan dolayı o fikre uzak kalmayı tercih
ediyormuş gibi geldi. Bu, asılında gerçekten “ölmeyi” istememe halini de Esther’in
(aslında Sylvia Plath’ın) bir kitap yazmayı istemesi, yazmaya devam etmeyi
istemesine bağlıyorum. Esther “yazmak” istiyordu, en basit tabirle bunun için
de “yaşaması” gerekiyordu; yani intihar girişimlerinin aslında başarısızlıkla
sonuçlanması ve “ölememesi” gerekiyordu. Bu yüzden, kafasını fırına soktuğunda,
bir gün sonra ne yapacağının gözlerinin önünden geçtiğine eminim bu mükemmel
yazarın.
Keşke yaşasaydı ve o gün, Esther gibi, aslında içinden geçirdiği gibi biri gelip onu bulsaydı, o kalp atmaya devam etseydi ve acılarından beslenerek, bir yerde de bu acıları sanatına yansıtarak, gerçekten kendi istediği varoluş içinde olduğunu düşündüğüm bu değerli kadın yaşasaydı.
Tahminimden daha
sürükleyen, daha içe işleyen ve daha beklenmedik mükemmelikte bir gerçeklik
vardı Sırça Fanus’da. Bu nedenle kitabın kapağını kapattığımdan beri pek
uyuyabildiğim söylenemez. Anlamadığım diğer nokta ise neden bu kitap için 25
yaşına kadar beklediğim. Belki okumak için en doğru zamandı. Galiba.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder