"Tanrılar ölümlülerin hallerini her zaman anlayamaz."
Robert Silverberg, Cam Kule.
SARSILMAZ İNANCIN YIKIMI
Bilimkurgu
eserlerde sıklıkla işlenen konulardan ikisi insan neslinin devamlılığını
sağlayacak üremenin tasviri ve yapay zekalardır desek yeridir. Distopik
kurguların her birinde farklı bir biçimde ortaya çıkabilen "insan
üretme" teknolojileri, geleneksel üremenin yerine gelmesi muhtemel bir
fikir olarak sunulsa da okurun ilgisini çeken bir konu olmuştur. Doğumun insan
ve insan sayesinde olmasının haricinde, popüler bilimkurgu filmleri ya da
romanlarında gösterildiği biçimde "üretim" şeklini almasının izleyici
ya da okur kitlesi içinde kimilerine korkunç, kimilerine çekici ama korkunç,
kimilerine de mantıklı gelmesi, kimileri için ise toplumun "refahı
için" ihtiyaç olarak görülmesi bile mümkün olabiliyor. Bu kurguların
içinde öne çıkan noktalar ise bu üreme kontrolünün/üretme sisteminin amaç ve
sonuçları arasındaki ilişki oluyor.
Bilimkurgu
edebiyatın önemli isimlerinden biri olan Robert Silverberg'ün geçtiğimiz yılın
Kasım ayında İthaki Yayınları tarafından birinci baskısı yapılan eseri Cam
Kule, yaratıcısı olduğu androidler ve insanlarla androidlerin beraber yaşadığı düzen
içinde gizlice Tanrı'ya dönüştürülen Simeon Krug'un hikayesini bizlere
anlatıyor. Evrenin derinliklerindeki bilinmeyen bir uygarlıkla iletişim
çabaları için göğe yükselen camdan bir kule uğruna tüm servetini harcayan Krug
aynı zamanda kulesinin inşasında da yine kendi üretimi, varlıklarının temelini
oluşturan teknolojiyi kendisinin yarattığı farklı sınıflardan androidleri
kullanıyor. Krug üzerinden insanoğlunun doğaya karşı zafer kazanma arzusunun
işlendiği romanda, cam kulenin Babil Kulesi göndermesini görmemek imkansız. İnsanın
Tanrı'ya ulaşma çabasının efsanevi simgelerinden biri olan Babil Kulesi'nin
yanına, tanrılaştırılan Krug'un Tanrı yerine bilinmeyeni keşfetmeye ve evrene,
doğaya meydan okuması geliyor Cam Kule'de okurun karşısına. Babil Kulesi, yarattığı
kusursuz düzen içinde Tanrı'ya tapınan bireyi yansıtırken, Krug'un camdan
kulesi, hırsıyla evrenin sınırsızlığı içinde bir hakimiyet kurmaya çalışan,
doğanın sunduğu "insanın" yerine "android" koyarak yoluna
devam eden ve bu azimli yolculuğunda yaratıcı rolünün üzerine yığıldığını
göremeyecek denli kendisini kaptırmış bir insanın temsili sunuluyor.
Kitabın ilk
sayfalarından itibaren kutsal bir kitabın sayfalarından alıntılar şeklinde
okura sunulan ve Krug'un farkında olmadan, kendi yarattığı androidler içinde
nasıl tanrılaştırıldığını anlatan bölümler sayesinde Krug'a ve yarattığı
dünyaya dair detaylar okuru karşılıyor. "Başlangıçta Krug vardı ve O dedi
ki Tanklar olsun ve Tanklar oldu." şeklinde bir cümleyle ilk örneğini
gördüğümüz bu kısımlarda, insan rahminden doğanlar ve tanklar içinde
"üretilerek" doğanlar arasındaki uçurumun yarattığı sistemin, Krug'u
nasıl gördüğünün de anlaşılması henüz kitabın başında mümkün kılınmış.
Androidler
arasındaki sınıf farklılıklarına ek olarak rahimden doğanlar ve tanktan
doğanlar arasındaki sınıf farklılıkları üzerinden, yöneten ve yönetilen arasındaki
ebedi soruna değinen Silverberg, aynı zamanda iktidarın Tanrı olarak
görülmesine de vurgu yapıyor. Şöyle ki Krug'u yaratıcı olarak görenlerin aynı
zamanda bir insan olan Krug'un, asıl Tanrı'nın (ki o da yine Krug olarak ifade
ediliyor) yeryüzündeki temsilcisi olarak da görülmesi üzerinden, bir yandan
tapınılan ama bir yandan da kendi toplumlarında içindeki iktidar gücünün
temsilcisi, yani ayrıştırıcı ve sömüren olarak toplumun en tepesinde olmasından
dolayı ortaya çıkan sorunu irdeliyor. Krug'un yarattığı düzen içinde hem
tapınılan olması hem de sınıflar arası
farkların kaldırılması için yıkılması gereken otorite olarak görülmesi
çelişkisini ortaya koyuyor. Bir yandan Krug'a gizlice ibadet ederken, aynı
ibadethanenin aslında Krug'un yıkılması için çalışan bir topluluğun da mabedi
olması bu duruma bir örnek olarak gösterilebilir.
Sarsılan bir
inancın ardından toplumda yaşanan değişimin yıkıma varan yönleriyle işlenmesi,
Tanrısı tarafından terk edildiğini düşünen her varlığın verdiği uç tepkiler
fakat yarattığı yıkım ardından beklenebilir dışavurumlar olarak kitabın içinde
okurun karşısına çıkıyor.
Sınırsız bir
hakimiyet ve gücün temellendirdiği, kule metaforu kullanılarak pekiştirilen bir
yükseliş öyküsünün, görülmeyen kısmında yer alan adalet ve eşitlik mücadelesi
içinde gittikçe nasıl bir batağa saplandığını öyküsü Cam Kule. Robert
Silverberg'ün kendisine has karanlığının sindiği bu hikaye, bilimkurgu
okurlarınca atlanmaması gereken eserlerden biri.
İyi okumalar
dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder