Kuzey
Avrupa'nın karanlığı ve soğukluğu, ekvatora yaklaştıkça daha da artan o
"dışa vurma" halleri bir başka. Sayfalara sinen soğuğu derecelerle
değil de aktarılan duyguyla ölçüyoruz; sıfırın üzerine pek ender olarak
çıkıyor. Duyguları keskin sınırlara gömülü gibi, bizim gibi aşırı mimikten
erken yaşta yüzde kırışıklıkları çıkmıyormuş gibi.
Gibi de
gibi. Kuzeyin müziğine de edebiyatına da bayılıyorum. Yok, sadece black
metaline değil, size donmuş bir gölü ya da çığın düşüşünü izlerken huzuru
hissettirebilecek klasik müzik bestecilerine de. Ketil Björnstad gibi yazar -
müzisyenleri aracılığıyla bize ulaşan o benzersiz, kendilerine has hallerine
de.
Boy, Wytske
Versteeg'in ülkesinde çok ses getirdiği kitap kapağına da yansıtılan romanı.
Kesinlikle bir dram.
Evlat
edindikleri evlatlarının ölümü ardından, intihar olduğu sonucuna varılan bir
ölümün gizemini çözmeye, çocuğuna ulaşmaya çalışan bir annenin hikayesi. Aile
içinde, vefatın ardından oluşan
uçurumların yanı sıra Boy'un annesi olan ve hikayenin anlatıcısı olan karakter
üzerinden bir ailenin, bir annenin, bir çocuğun, bir toplumun, bir öğretmenin,
bir babanın hikayesine tanık oluyoruz.
Çocuğunun
hayatının son gününde neler yaşadığını bulmak için, on dört yaşında bir çocuğu
intihara götürenin ne olduğunu anlamak için çocuğunun hayatının bilmediği
detaylarını araştırmaya başlayan karakterin yolu, Bulgaristan'a kadar uzanıyor.
Gerçeği keşfetme yolculuğu ise elbette baştan sona geçmişe geri dönüşler,
sorgulamalar, pişmanlıklar, şimdiki zamanda ise acı, yas ve merakla doluyor. Yitirdiği çocuğuna ilk kez bakarmış gibi, onu yeniden tanımaya başlıyor. Meğer tanıdığı, tanımadığı bir çocuğuymuş kaybettiği... Aydınlatmaya çalıştığı o olayın çözümüne giden her adımda, aynı zamanda kendisinden de bir şeyler çözülüp, ortaya dökülüyor. Uzak, mesafeli duran karakterin de kendi geçmişiyle okuru buluşturması, annenin ve oğlunun dramını ayrı ayrı yansıtıyor; tek bir kederle sunuyor.
Kesinlikle
suratınızda mimik bile oluşmadan, safi bir soğuk kederin içinde olacağınızı
düşünüyorum okurken. Anlatıcının, yani evladını kaybeden annenin aynı zamanda
bir dönem psikiyatr olarak çalışmasının da önemli bir detay. Dinleyen,
onaylayan, geçiştiren, içten içe çözüm sunmadığını iddia eden, hastalarından
birini kaybeden, uzaktan bakan.... Parçası olmayan. Karakterin kitap boyunca
devam eden kapalı kutu olma haline de uyuyor bu; kendisi hayata aşırı mesafeli.
Kaybın ardından kocasıyla arasındaki mesafenin derinleşmesi, hastalarına karşı
olan, itiraf ettiği o soğuk ve ilgisiz tavrı, çocuğuyla olan ilişkisinde yer
yer bahsettiği iletişim güçlükleri. Buna rağmen boşvermişlik halinden ziyade,
elbette bir ölümün gizemini araştıran karakter acı içinde. Soğuk ve kapalı
halinin ardından elini yumruk yapıp, hıçkırıklarını, ağlamasını bastırmak için
ağzına götüren bir kadın var karşımızda.
Boy,
bir çocuğun kendini bulma, kendisi olma çabasını, kapana kısılmışlığını ve
üzerinden atamadığı vicdan azabının ardından sonu gelen hayatının; ardında
bıraktıkları üzerine düşen kederinin ve gizeminin hikayesi. Kapalı ve kasvetli
bir hava gibi, ancak okura sürükleyici bir hikaye sunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder