Alfred
Adler, "bireysel ruhbilim" kuramını oluşturmuş olan bir hekim ve
ruhbilimcidir. Freud'un bir dönem öğrencisi olan Adler, Freud ile arasındaki
derin ayrışmalar ve farklılıklar sonucunda kendi grubunu oluşturmuş ve bireysel
ruhbilim kuramı doğrultusunda çalışmalarına devam etmiştir.
"Cinsiyetler
Arasında İşbirliği" eserinde Adler,
kadın ve erkeğin hayatlarını çocukluklarından gençliklerine, evlilik
hayatlarına dek inceliyor. Kadının ve erkeğin farklı tepkilerinin olmasın
rağmen nasıl aynı ortak korkular sonucunda aynı sorunları yaşayabileceklerine
değiniyor.
Kadının
mitlerle, masallarla pekiştirilen ve akıl almaz biçimde kabullenilen, bir miras
gibi kuşaktan kuşağa aktarılan ikincil konumu üzerinden anlatmaya başlıyor
Adler. Toplumsal işbölümünün cinsiyet ayrımcılığıyla olan bağı okura sunuyor. Erkeğe
yüklenen, erkeğin kendinden beklendiğini hissettikçe daha da sahiplendiği güçlü
olma, değerli olan olma gibi üstün kavramların yanında kadına nasıl da
değersizliğin, boyun eğen olmanın, köleliğe yatkın olmanın dayatıldığına
değiniyor. Öyle derine işlemiş bir şeydir ki bu durum, bazı kültürlerin içinde
değerli ve biricik olan her zaman erkek olarak tanımlanmış, mitolojilerinde
gücü ve yüceliği elinde bulunduran erkek olarak sunulmuştur. Bunun yanında
kadın ise yalnız ve ancak, sönük ve bir şekilde "efendisine hizmet
etmekten başka bir tatmini bile olmayacak" bakış açısıyla sunulmuştur.
Kadının
ikincil olma rolüyle doğumundan itibaren karşılaşan kadının, bu ezikliği
üzerinden atmak için, "erkek gibi olmaya" varan çıkış yolları araması
ise Adler'ın özellikle vurguladığı noktalardan biri. Öyle ki, Adler'a göre
kadın, kendi kadın rolüne karşı savaş açar ve bu savaşı şu üç şekilde verir:
Etkin ve erkeksi bir yol izleme (Enerjik, hırs dolu, başarı peşinde koşan - dikkat
ettiyseniz bu tavırlar bile ilk anda aklımızda erkek imajı yaratıyor -, ev ve
evlilikle ilgili işleri önemsemeyen ya da reddeden bir kadın), teslimiyet
içinde yaşamını sürdüren ve boyun eğen kadın (Teslim olmuş, erkek egemenliğinden
başka çıkar yolu yokmuş gibi bir tavır yaratan kadın) ve son olarak da ikincil
olduğunu rolünü reddetmesine rağmen ikincil bir role "mahkum olduğunun"
farkında olan kadın (Etkenliği erkeğe has gören kadın).
Sağlıklı bir
yaşam için gereken kadın ve erkek arasındaki iletişimin küçük yaşlardan
itibaren düzgün biçimde oluşabilmesi için karma eğitimi savunan yazar, kadın ve
erkeği birbirinden uzaklaştırdıkça durumun daha vahim olacağını, arkadaşlık
ilişkilerinin sağlam bir gelecek kurmak isteyen her birey için zorunlu olduğunu
vurguluyor.
Nevrotik
eğilimlerin "kadınlara yüklenen" kadınsı özelliklere doğru bireyi
sürüklemesinde erkek protestosu olduğunu belirtiyor Adler. Üzerine adeta
yığılan erkek olma mitiyle karşılaştığında bocalayan ve bunalan erkeğin
korkusunun bunu yarattığına işaret ediyor. Öyle ki Adler, Freud'la bu noktada
aynı düşünceyi paylaşıyor ve nevrotik bir insanda uzlaşmış ya da ayrık olarak
kadınsı ve erkeksi özelliklerin birlikte olduğuna değiniyor.
Bireyin
cinselliğinin hayati önem taşıdığını vurgulayan yazar, neredeyse tüm toplumsal
ve bireysel sorunların temelinde cinselliğin sağlıklı ya da sağlıksız oluşunun
yattığını belirtiyor. Buna katılmamak elde değil. İnsan hayatında aşk
hayatındaki mutluluğun ya da mutsuzluğun kişinin genel karakterini büyük ölçüde
etkileyecek yegane güç olarak görmeye yaklaşan Adler, örnek olaylarla,
karşılaştığı vakalar üzerinden de analizler yaparak okur için durumun
ciddiyetinin altını çiziyor. Cinsel kimlik oluşunda ilkörneğin önemine vurgu
yapan yazar, aynı zamanda bu ilkörneğin anne-baba oluşuna da dikkat çekiyor.
Ödipus
kompleksi ve erkek protestosu konusunda sorgulamaya giden Adler, Ödipus
kompleksinin nevrozun/erkek protestosunun bir basamağı olduğunu belirtiyor.
Yazarla
benim çeliştiğim tek nokta ise doğruma, çocuk sahibi olma konusundaki
görüşleri. Neredeyse sağlıklı bir evlilik inşası için çocuk sahibi olmayı
tavsiye eden yazar, çocuk doğurmanın mecburi olduğunu söylemeye yaklaşıyor sık
sık. Oysa kadının ikincil konumundan ve köleliğinden yakınarak açılan metnin
sonunda kadını yine çocuğu taşımak, doğurmak, yetiştirmek gibi ana görevlere
bir köle gibi mahkum eden çocuk sahibi olma eyleminde, babayı yine
"erkeğin kusursuz gücünü ve erkekliğini" pekiştirecek şekilde
dışarıda bırakıyor. Nefes alacak oksijen bulamayacağımız, doğal kaynakların
hızla tükendiği bu dünyada evlilik gibi kişisel (tamam, toplumsal boyutunu da
biliyorum, tamam) bir konuda BENCİLLİK YAPARAK, evliliği korumak gibi sonucu
çoktan görünen, bitmiş bir birlikteliği kurtarmak amacıyla DÜNYAYA YENİ BİR
İNSAN getirerek onu acı ve kederle baş başa bırakmaya kimin hakkı var?
Adler'ı
okuyun, Adler'ı dinleyin ama unutmayın; kimse çocuk sahibi olmak ZORUNDA DEĞİL.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder