Son derece
yorucu geçen günlerin ardından, en sonunda biraz uyumayı başardığım bir günün
akşamında Bozadam'ı okumaya başladım ve ertesi gün kitabı bitirdim. İthaki
Yayınları'nca Eylül 2014 yılında basılan roman, yazar Ömer İzgeç'in ikinci
kitabıymış. Yazarla bu kitabı sayesinde tanıştığım için -miş'li geçmiş zaman
ekine sahip bir cümle kurmuş oldum. (İkinci -miş'li geçmiş zaman da aramızda!)
Belirli bir
zaman ya da mekanda geçmeyen, fantastik türde bir kurguya sahip olan Bozadam'da
karşımıza on iki yaşında, anne ve babasını acı bir şekilde yitirmiş ancak bir
şekilde hayatta kalmayı başarmış olan Es adlı genç kahramanımız çıkıyor. Es,
ailesini ondan alan salgının kuşattığı Ada'dan, Büyükanne ve Büyükbaba'nın
yanına, Anayurt'a gidiyor ve hayatına burada devam etmeye başlıyor.
Ancak İkizler
ile beraber, Büyükanne ve Büyükbaba'nın yanına yerleşmesi bile Es'in ölümün
karanlığından kaçmasına izin vermiyor. Zira Anayurt'ta her yılın yedinci ayı
boyunca katliamlara neden olan gizemli kişi, kişiler ya da olay ya da şey -
nasıl tanımlarsanız- Es'i çepeçevre sarıyor. Kendilerince korunma yöntemleri
geliştirmeye çalışan halk arasında ise her türlü tedbire rağmen yine kayıplar
verilmeye devam ediyor.
Merak ve
zekanın bir zihinde başarılı bir şekilde buluşmasına örnek olabilecek bir çocuk
olan Es ise durumu kendince öğrenmeye, katilin kimliğinin nasıl olur da hala
ortaya çıkmamış olmasının anormalliğini kavramaya ve halkın aslında bu
kayıpları vermeyi nasıl kanıksamış olduğunu sorgulamaya başlıyor.
Roman
boyunca ara ara okura sunulan mektuplar eşliğinde imkansız bir aşkın ızdırabını
yaşayan iki tarafın kelimeleri aracılığıyla takip ederken, bir yandan da Es ile
beraber Anayurt'un tehlikeli ve gizemli dünyası içinde keşiflerde bulunuyoruz.
Aynı zamanda
siyasi bir eleştiriyi de metninin içine yedirdiğini düşündüğüm yazarın bir
yandan da Tanrı, inanç, inanma isteği ya da kabulleniş gibi konuları okura kimi
zaman açık imalarla, kimi zamanda farklı karakterlere büründürülmüş temsili
otorite simgeleriyle sunduğunu düşünüyorum. Örneğin; ana ekseninde cinselliğin
yer aldığını bana düşündüren "kirlenme", "günah" gibi
kavramların cezalandırıcısı olarak okura "bakire kadın"ın tüm bu
olumsuzluk atfedilen kavramların karşısında, bir şekilde
"temizleyici" olarak sunulmasının ise romandaki "kötü" ve
"kadın" karakter üzerinden bir mit eleştirisi olarak görüyorum. (Normalde,
bakire kadının toplumlara sunulması "olumluluğa" bağlanırken, eserde
"bakire" tabiriyle anılan aslında bir "karanlık",
"kötü"). Zira, bu sonuca nasıl ulaştığıma dair kısa bir örnek daha
vermek isterim; romanda "cezalandırılan kadın bedeni" üzerinden açıkça
ifade edilen durum, gibi - bu sırada karakterin ağzından çıkan her bir kelimeyi
de bu bağlamda değerlendirebilirsiniz okurken.
Haricinde,
belirttiğim gibi "iki taraf arasındaki düşmanlığın", "iki farklı
ırk ve tek bir coğrafyada uzun süredir devam eden birlikteliğin bozulması"
şeklinde ele alınması ise burada siyasi bir eleştiri olduğunu iletiyor gibi
göründü bana.
Kendisini
okutan, akıcı bir anlatımın da bu okumayı tatlandırdığı, hikayesini yerinde
hareketlerle sürekli bir hareket halinde tutarak okuru kendine bağladığı
Bozadam, türü sevenlerle sınırlamadan bir çok okura hitap edebilecek bir
roman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder