Virginia
Woolf'un satırlarında ben daha güneşin doğduğunu görmedim. Doğsa da, ardından
gelecek karanlığın yasının içine saklandığı için asla okura yansımaz, diye
düşünüyorum.
Jacob'un
odası, karanlık, yapayalnız bir insanın çocukluğundan itibaren bizi bekleyen
bir romanı Virginia Woolf'un.
Roman içinde
genellikle annesi üzerinden ilerleyen anlatımlarla yazarca ortaya konan Jacob
ve annesi arasındaki mesafeyi, metin içinde kendisini Jacob'un "diğer"
kadınlara karşı olan tavrının da kökeni olarak düşündüm. Zira annesi karşısında
genelde resmi bir ilişkiden öteye gitmeyen ve kendisini ne annesi açan ne de
onunla en ufak kişisel bir bilgi paylaşan (ya da bu tip bir bilgiyi annesine
sağlayacak en ufak bir paylaşıma dahi mahal vermeyen) Jacob, roman içinde
Jacob'un hayatına bir şekilde kıyıdan köşeden de olsa dahil olan kadınlara olan
tavrıyla açıkçasına bana bunu düşündürdü. Woolf, kadınları yer yer aşağılayan
bir tavır içine giren Jacob'un aynı zamanda etrafında pek fazla insana yer
vermeyen bir yaradılışı olduğunu da okura sunarken, buna bir şekilde sebep de
gösteriyor diye düşünüyorum.
Roman içinde
Woolf'un bazı kadın karakterleri ötekileştirmeye çokça yaklaştığı anlardan bir
kısmı ise Jacob'un yargılarından ziyade, Woolf'un özellikle ortaya koyduğu
şeyler olabiliyor. Mesela Bayan Eliot karakterinin romanda kendi ifadesiyle
politakadan hiç anlamadığını özelliklevurgulaması, toplumca çizilen ve Woolf'un
karşısında dimdik durmaktan çekinmediği kalıplaşmış önyargıların bir
pekiştireci ve eleştirisi olarak okurun karşısına çıkabiliyor. Aynı şekilde
dönemin İngiliz kızlarına özgü giyim, kuşam ya da davranış kalıpları dışında
olan tüm kadınların yadırganmasına da Woolf metinde sıkça yer veriyor. Bunu
kimi zaman tek bir cümleyle anlatırken, kimi zaman da yorumlarına yer verdiği
bir karakter üzerinden gerçekleştiriyor.
Kadının
varoluşunun, ikonlaştırılarak "övüldüğü" bir bölümle karşılaşınca ise
ister istemez şaşırıyorsunuz. Ancak bunu o denli güzel bir şekilde metne
yediriyor ki, zıtlıkların kimyasından gelen vuruculukla Woolf'a bir daha hayran
kalmaktan geri duramıyorsunuz.
Erkek
güzelliğinin ve kadın güzelliğinin yorumlanması ise oldukça ilginç. Genç ve
yakışıklı erkek olarak karşımıza çıkan ve tüm kadınlarda kendisine yönelen bir
hayranlık uyandıran Jacob üzerinden, Woolf'un sıkla beslendiği Yunan
mitolojisinden esintiler metne sızıyor. Erkek güzelliğinin kutsandığı bu
satırlar ve bu mitolojide, Jacob karakterinin mükemmele yakın tasvir edilen
fiziki özellikleriyle zıtlık içinde olan karanlık, yalnız ve gergin mizacı,
hayatının akışının "fiziki özelliklerinin aksine acınası" olduğu
okura inceden sunuluyor. Yunan mitolojisindeki kusursuz erkek temsilinin ifade
ettiği yaşamdan uzak olan Jacob'un gittikçe ağırlaşan ve okuru da neredeyse
üzen hayatının tezatı, tıpkı metinde kısaca da olsa irdelenen İngiliz ve Yunan
mitolojisi/tarihi ile ilgili ortaya konan farklılıklar gibi sunuluyor.
Şaşırtmayan
ancak etkileyen bir sonla bitiyor Jacob'un Odası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder