23 Şubat 2017 Perşembe

Henning Mankell "The White Lioness"

The White Lioness, Henning Mankell'in Wallander serisinin üçüncü kitabı. Ancak benim seriden okuduğum son kitap oldu, böylece seriden okumadığım kitap kalmamış oldu. Neden çok sevdiğim bu yazarın ölümü sonrasına kadar elimde kitap sakladım derseniz, okursam seri bitecekti çünkü. Elimde başka Wallander kitabı kalmayacaktı. Sonunda, maalesef yazar ölünce, ölümünden önce Wallander serisini de tamamlayınca, artık okuyayım dedim. 

Kitabın Türkçe baskısı eskiden mevcuttu ancak tekrar basılmadı bildiğim kadarıyla. E-kitap olarak İngilizcesi'ni edinmek mümkün. Merak edip okumak isteyen olursa. Bildiğim kadarıyla bazı sahaflarda ya da sitelerde kitaptan tek tük mevcut ve fiyatı açıkçası bence çok yüksek. Size kalmış edinip edinmemek tabi.

Kitaba dönersek. Serideki en farklı kitap. Kitabın odak noktası bu sefer Wallander ve bir cinayet değil bence. Bu kitap tamamen politika, ırkçılık ve yakın dönem Avrupa siyasi hareketleriyle Afrika'nın yine yakın dönemde yaşadıklarıyla dolu. Zira okurken karşınıza Stasi'den KGB'ye, Mandela'ya birçok isim çıkıyor; ırkçılıkla mücadeleden tutun hayatta kalma mücadelesine, kin ve intikam duygusunun sömürülmesinden tutun da bir ülkenin sömürülmesine kadar politik birçok hamlenin hem makro boyutta hem de bireysel olarak kitapta karşılaşılan karakterler üzerinden nasıl etkiler yarattığına tanık olabiliyorsunuz. Bu noktada romandaki Afrika ağırlığına Mankell üzerinden dikkat de çekmek gerek ayrıca, kendisi hakkında, kendisinin de kitabın sonunda değindiği ve iki farklı kitabından da değindiği üzere Mankell'in hayatında Afrika'nın bir yeri var.

Farklı iki kültürün bir yandan İsveç ve Afrika üzerinden ve karakterlerin hayatlarındaki sembolleri kullanma, dahil etme/etmemeleri üzerinden de değerlendiren kısa anlara yer veren yazar, Afrika'daki kültürün Avrupa'nın kültürüyle ne kadar zıt olduğunu ilk başta iklimden alıyor, sonra bağladığı yer kökenlere ve köklere işleyen ruhsal süreçlere yayıyor. Anlam aktarımı konusunda İsveçli ve Afrikalı karakterin arasında geçen bir anı okursanız umarım fark edersiniz. Sembollerin kültürle olan bağının kültür dışına çıktığında nasıl bir anlamsızlık ve kaos içinde kaldığını, iki kişi arasındaki iletişimsizlik örneğinde yazar çok güzel örneklemiş. Buna rağmen karakterler arasında bir şekilde kurulabilen bağı göstermesi, yazarın her daim, her kitabında, en ufak bir karakterini dahi okura yabancılaştırmadan sunabilmesinin de yine tekrar eden bir örneği olmuş.

Polisiye bir romandan bahsederken olay akışından bahsetmiyorum genelde. Bunun yerine kısaca bir şeylerden bahsetmeye çalıştım, ne derece anlatabildim, çok sınırlı bir yerinden konuya girdim biliyorum. Ancak The White Lioness tek kelimeyle politik bir roman ve yazıldığı dönemi de düşünürsek, Sovyetler sonrası Avrupa ve Afrika'nın o dönemki hareketleri bağlamında okunursa, Wallander serisinin sadece bir polisiye seri olmadığının altını tekrar çizecek bir kitap olduğu kesin. 

22 Şubat 2017 Çarşamba

Stephen Hawking & Leonard Mlodinow "Büyük Tasarım"

Stephen Hawking ve Leonard Mlodinow, klasik bilimin, ömrünü genellenebilir tek bir yasaya ulaşmaya adamış pozitivistlerin kemiklerinin tamamını binlerce kez her bir satırında sızlattıkları Büyük Tasarım'da ".... bütün fizik yasalarını içeren derli toplu bir paket keşfetme arzumuzu tatmin etmeyebilir; ama görünen o ki doğanın yolu bu" diyorlar doğanın görünür yasalarının keşfedilebilir kesin bir yanı olmadığı çıkarımını yaptıkları metinde.

Çağdaş bilimin klasik bilimden yarıştığı noktaları açıklayarak girişini yaptıkları Büyük Tasarım'da öncelikle insanların ilk dönemlerde varoluşlarını ve aradıkları cevapları "nerelerde" aradıklarına kısaca değiniyorlar. Klasik bilimden ayrıştıkları noktalarda ise klasik bilimin evrensel yasaya ulaşma arzusu yerine belirlenmiş ve gözlemlenmiş olanı kullanarak ilerleme yolunu seçtiklerini belirtiyorlar. Bu noktada yöntem olarak uzaklaşmadıkları yöntemin aslında deneysel yöntem olduğunu da belirtmekte fayda var. Hatta deneysel yönteme pozitivistlerin getirdiğini neden - sonuç ilişkisinin kesin olarak saptanamayacağı ancak bu nedenselliği kabul etmekten başka çare olmadığı görüşüne de yer veriyorlar. Buradan devam ettikleri nokta ise modele dayalı gerçeklik. Bahsettiğimiz deneysel yöntemdeki sorunu gözardı ederek ilerleme yolu da burada karşımıza çıkıyor zira modele dayalı gerçeklikte yazarlar önemli olanın modelin gerçek olup olmadığının sorgulanmasının değil, gözlemle uyuşup uyuşmaması olduğunu söylüyor. Tüm bunları neden anlattım? Bu şekilde, atomaltı parçacıklarla çalışabilmek mümkün olabiliyor veya modele dayalı gerçeklik ile dünyanın oluşumu üzerine çalışılabiliyor. 

Einstein'in uzay ve zamanı uzay-zaman biçimde ele almasıyla zamana yaklaşımın değişimini ele alan yazarlar, kuantum fiziğine ve klasik bilime göre zamanda "şimdi"nin ve geçmişin ele alınışını da metinde inceliyor. Öncelikle geçmişi gözlemenin aslında mümkün oluşundan ziyade çıkarım üzerinden ilerlediğine ve buna imkan verenin de klasik yaklaşım çerçevesinde Newton yasaları olduğuna değiniyorlar. Bunun da insanın sezgisel anlayışının geçmişle olan tutarlılığı ile ilgili olduğunu belirtebiliriz. Bir örnek vermek gerekirse; bir odaya girdiğinizde elinde yarısı dolu bir kahve bardağı olan, üzerindeki tişörtte de kahve lekesi olan bir insan görürseniz siz odaya girmeden önceki zaman diliminde o bardaktaki kahvenin bir kısmının kişinin üzerine döküldüğüne dair sezgisel bir çıkarım yaparsınız. Yazarlar bu sezgisel çıkarıma karşılık olarak kuantum fiziğinin ise şimdinin gözlemiyle elde edilen veri ne kadar kesin olursa olsun geçmişe dair asla kesin bir kanıt sunamayacağını vurguluyor. Zira geçmiş, gözlemlenmemiş bir durumdadır. Tıpkı gözlemlenmemiş haldeki gelecek gibi. Bu da, kuantum fiziğinin önümüze açtığı olasılıklar penceresinin ne denli geniş olduğunu gösteriyor; geçmiş ve gelecek sonsuz olasılıklarla doludur. Geçmişin ve geleceğin tek bir geçmişi ya da geleceği yoktur. 

Olası evrenler ve genişleyen evrenler konularına da değinen yazarlar, bazı geçmişlerin diğerlerine göre daha olası olduğunu belirtiyor. Bunun yönteminin de şimdiden geriye gidilmesi olduğunu ifade ediyor. Şöyle ki, en sonunda varılan noktadaki tek bir geçmiş, tüm toplama egemen hale gelecek bir zaman toplamı gibidir. Ancak şu an için de her bir öncesi için de farklı geçmişler olacaktır.

Ancak elimizdeki metin öyle bir yere bağlanıyor ki. Hiçbir neden sonuç ilişkisi kurma çabasının sonuca bağlanamayabileceğini düşünmeye tahammül edebilecekseniz okuyun. Genel yasaya ulaşma çabalarının her ne kadar klasik bilimin ilk dönemleri sonrasında gelen adımlarca binlerce kez eleştirilmesine rağmen Hawking ve Mlodinow aslında çok genel bir konuda çok sert bir şey söylüyor. Şu an özellikle sosyal bilimlerde böyle bir metnin reddettiği örneğin "gerçek bakanın gözündedir" gibi kabuller mevcut olsa da aslında bir yasaya ulaşma çabası yerine "bak ve gördüğünle yetin" gibi bir çıkarımla bile yetinmek zorunda da kalabilirsiniz. Binlerce olasılık içinde birine savrulmuşsunuz ve size bu denk gelmiş.