10 Ağustos 2018 Cuma

China Mieville "Demirdenizi"

Ne zamandır yazmayı beklettiğim yazılardan biri de, kısa da olsa birazdan yazacağım bu yazı olacak. China Mieville'ın Demirdenizi kitabı hakkında; orijinal adı "Railsea". Tam da denk düşüyor bu ada, Demirdenizi'nde şahsen yaşayan en iyi kurgu yazarı olduğunu düşündüğüm Mieville'ın kurguladığı dünya, raylar ile örülü. Bu raylar, etrafını sardığı mekanın çevresinde bir deniz misali var ama; içinde kralköstebekleri, kazıcıkaplumbağaları...

Okurken Mieville'ın selamlarını sunduğu isimler belki sizin de gözünüzün önünden geçer, kitabın sonunda uzun bir liste var. Ama raylardan oluşan bir denizde köstebek avına çıkan bir trende (mesela kitabın kahramanının ekibinin içinde olduğu trenin adı Medes), "uçsuz bucaksız raylara" "açılırken", "köstebek avlamak için", Melville adı ilk aklınıza gelenlerden biri olabilir sizin de - diye düşündüm. Ya da kahramanımız Sham, etrafı toprakla ve çevrili, raylar arasında kalakalmışken bir adaya ulaşmaya çalıştıktan sonra kurduğu hayallerle aklınızda Robinson Crusoe-vari bir tablo çizdirebilir. 

Mieville su ve toprak ilişkisini ters çevirmiş; açık denizlerin bolluk bereket atfedilen su ile kurduğu ilişkiyi, yerine kurak, çorak ve kıtlık olan toprağı koyarak ters çevirmiş. Burada yaptığı yıkımı, aynı zamanda tekinsizlikle bütünleştirmiş; raylarla örülü bir yola açılmak, yani ray-denizine açılmak, demirlere açılmak, toprağın bilinmezliğinde, toprağın üzerinde, onun kendinizi zehirlemesine ve yutmasına izin vermeden, onunla temas etmeden ilerleyerek "hayatta kalmak için" avlanmak tekinsiz, zorlu, tehlikeli. Denize açılmak daha az ölümcül kalıyor bildiğimiz anlamda; suya düştüğünde gerçek bir denizcinin yaşama şansı Mieville'ın demirdenizine düşenlerinden daha fazla. Zira deniz suyu zehirli değil. Mieville yıkarak yaratmış. 

Ulaşım ağlarının ve bu ağlara yapılan yatırımın (burada bir kamu harcamasından bahsetmiyor) kontrol çıkmasının dünyanın sonunun getirilmesiyle nasıl bir ilişkisi olabilir; Mieville, yani bu durumda Dr. China Mieville kendi akademik uzmanlığını kurgudaki uzmanlığıyla birleştirmiş. 

Batı marksizmi adlı işlevsizlik yumağı yüzünden Marksizm, umutsuzluk aşılamak için ortaya konmuş bir şey haline getirildi. Bir çıkar yolun olmadığını bangır bangır bağıran, postmodern bir çukurda debelenen batı marksizmi, devrimci bir teoriyi bacağı bataklıkta saplanmış da kalmış gibi gösterir oldu; küreselleşmenin marksizmi batı marksizmi, devrimciliğini kaybederken, borazancılığa dönüşmeye başladı. Devrimlerin inkarını benimseyen, önünde bir ufuk görmeyen, devrimi bir ütopya olarak görenlerin yeni ideolojisi, tarihin inkarını da yanına kattı. Doğu'nun, Asya'nın devrimlerini inkar eden batı marksizmi, Lenin'in kemiklerini sızlatmaya devam ederken, yok saydığı devrimlerle beraber geleceği de devrimsiz kıldı.

Postmodern çöplüğün geçmişi yok sayması gibi geleceği de batırması ve bunu güzelce kılıflamasına kabaca, cidden kabaca değinmiş olduğum bu (üstteki) paragraf nereye mi bağlanacak peki?

Mieville, bence yaşayan en iyi kurgu yazarı olmasının farkını burada da gösteriyor. Şöyle ki; umutsuzluğun, çevrelenmiş yıkımın içinden, yeniden bir yol her zamanki gibi Mieville romanlarında mevcut burada da. Demirdenizi, seçenek sahibi olabilmek için seçenek yaratabilme iradesine sahip olanlar için demirdenizinin raylarının toprak dolmuş dünyasının ötesinde bir deniz esintisini hayal edip edememe gücünün mümkün olup olmadığını gösteriyor. Ve, batı marksizminin esir aldığı batı'nın bir marksisti, çukur yerine ufku işaret ediyor.

Kıymet vermek de bize düşüyordur sanırım.

Jo Nesbo "Polis"

Harry Hole serisinin onuncu kitabı "Polis". Harry Hole'nin serinin bir önceki romanı olan Phantom sonrasında geçen bir hikaye; yani, tahminen benim Harry'ye en çok acıdığım hikayelerinden biridir, belki de en çok acıdığım bu hikayedir serideki. Bir diğeri de sanırım Kardanadam'dı. 

Neyse, illa girişte yazıyı bir şekilde kötü bir hale sokup devam etme huyumdan vazgeçmediğime göre yabancı bir blog'da gibi hissetmeden okumaya devam ediyorsunuzdur en azından. Bu yazıların başındaki dağılmaların ve kopmaların bir iyi yanı vardır bence, daha da başka bir açıdan bakalım ya da, aslında blog'u okuyan kimse kalmamış olabilir. Yani şimdi Harry Hole ve Polis ya da Jo Nesbo dışında herhangi bir şeyden bahsederek devam da edebilirim.

Etmeyeceğim.

Polis'ten bahsedeceğim. Harry Hole, kesinlikle okur için alışılmışın dışında bir halde bu romanda, hatta uzun bir süre alıştığımız karakterler kurgu içinde farklı ağırlıklarda bulunuyor. Hatta fazla inişli çıkışlı süprizlere de hazırlıklı olun, bence Jo Nesbo'nun Phantom sonrası bir kırılma yaşadığını düşündüren bir kurgusu var. Romanın konusu ya da bir polisiye olarak işlediği konudan bahsetmiyorum, seri içinde karakterlerin, yazarın yaşadığı dönüşüm olarak değerlendirdiğimde böyle düşündüm. Bir kırılma sonrası bence Polis. 

Dahil oldukları cinayet vakalarının olay yerlerinde öldürülen polisler ve bu polisleri katleden seri katilin peşinde geçen bir hikaye; bazen Jo Nesbo fazla saklıyor ipuçlarını ama bu sefer okur için yine cevaba yaklaşmak mümkün olmuş, çokça yolu işaret ederek okur için sona ulaşmasına yardım ediyor. Asıl şaşırtmacalar ise, dediğim gibi, bazen sert değişimlerin kendisini gösterdiği olay akışı. 

Hoşuma gitti. Güzel polisiye yazan çok az yazar var, Jo Nesbo boşuna en sevdiklerimden biri değil.